X

Duygusal olarak özgürleşmenin tek yolu: Beklentisiz olmak

Merhaba, bir önceki yazımda insanlardan şefkat, sevgi, ilgi (caring) ve destek alabilmek için, hayatımızda kendimizi kahraman gibi hissetmek, takdir edilmek, saygı duyulmak için, başkalarının gözünde güçlü görünmek ve belki aferin almak için neler neler yaptığımızı, kendimize farkında olarak veya olmayarak nasıl zorluklar yaratıp o zorluklarla başa çıktığımızı ve hepsinin altında bu başta yazdığım duygusal beklentiler olduğunu anlatmıştım…

Bu sinsi bir bilinçaltı kaydıydı ve sinsi bir tilki gibi dolanıyordu içimizde… Ve yazı yayınlandıktan sonra o kadar çok mesaj ve telefon aldım ki!.. O kadar çok insanın içindeki bu sinsi varlıkla yüzleşebilecek cesaretinin olması, “Evet ben takdir edilmek için bir sürü yükü üzerime alıp yaşamla savaşıyorum” ya da “Evet ben ailemden ilgi almak için hastalandığımı fark ettim”, “Evet ben kendimi kahraman hissetmek için kendime zor koşulları oluşturuyorum, böyle daha rahat ediyorum. Yaşamım kolay olsaydı, mücadele etmeseydim kendimi değersiz hissederdim” gibi ifadelerle onu anlatabilmeleri beni bir hayli mutlu etti.

Bu tarz yüzleşmeler, yani önce kendini görmek ve onu olduğu gibi kabul etmek ve kendini suçlamadan nazikçe değiştirmeye niyet etmek kolay değildir. Fakat kendini bilme yolunda olanların buna cesareti vardır. Ve ben de buradan onlara, içlerinde taşıdıkları özü, onurlandırarak selamladığımı bildirmek istiyorum. Namaste kendine dönüp bakanlara ve onu saygıyla kabul edenlere!

Bu yazımda yazacağım şey ise, eğer duygusal anlamda güçlü olmak, kırılmaz olmak istiyorsak insanlardan duygusal olarak beklentisiz olmamız gerektiği üzerine. Yani özetle; evet, başkalarından sevgi beklemeden önce sen kendini sev! Başkalarından takdir beklemeden önce sen kendinle gurur duy! Sonra ister onlar bunu görsün, ister görmesin hiç umrunda olmuyor. Ve bu da seni duygusal olarak bağımsız hale getiriyor. İçeride özgür ve mutlu bir insan haline…

Bir önceki yazının bir ilerisinde yine hep beraber farkedelim ki, eğer gelişim psikolojisi açısından çocukluk dönemimiz (0-12 yaş) ve ergenlik dönemimiz (13-18) sona erdiyse, artık duygusal olarak başkalarından sevgi ve şefkat ile beslenme dönemimiz, başaklarının sevgi ve şefkatine muhtaç olma dönemimiz de sona ermiş olmalıdır. Ergenlik dönemi belki de bu yüzden bu kadar haşin geçmektedir. Çünkü kişi bu kendini tanıma ve kişiliğini oluşturma döneminde, ne yazık ki kendini daima başkalarının gözünden değerlendirme ve yargılama eğilimindedir. Yani onlar bana “değerlisin” derse ben değerli bir insanım, “değilsin” derlerse değersiz bir insanım. Kişi bu dönemde ya bu başkalarının söylediklerinden bağımsız olarak kendini tanıyıp, olduğu gibi severek özgürleşecek ya da yaralı bir yetişkin, dış faktörlere bağımlı (dışarıdan sevgi, ilgi, takdir ve kabul görmeye (onaylanmaya) bağımlı bir yetişkin haline gelecektir.

Kendi ergenliğime bakacak olursam içimde aynen böyle bir değersizlik hissiyle büyük bir savaş verdim. Ben de kendimi hep başkalarının gözünden gördüm. Daha sonra özgüven girdi işin içine. Sonra öz sevgi… Büyüdükçe özgürleştim…

Hikaye şöyle; Lise yıllarımda bir erkek arkadaşım olmuştu… Hayatımda ilk kez ona aşık olmuştum. Ve lisede sadece 1 ay benimle birlikte olduktan sonra, beni terk edip en yakın arkadaşlarımla sırayla çıkmaya başlamıştı. Okula gitmek ve onu görmek ve tabi yanında kendi kız arkadaşlarımı…, beni deli ediyordu. O süreçte o kadar çok ağladım, o kadar çok kendimden nefret ettim, çirkin olduğumu düşünüp üzüldüm ki size anlatamam… Savunma mekanizması olarak da haksızlığa uğradığımı, kandırıldığımı düşünüp bir şekilde Allah tarafından cezalandırılması gerektiğine inanıyordum. “Yani bu görebileceğiniz üst düzey bir kurban bilinci bakış açısıdır.” Kendi mutsuzluğunuz için başkalarını suçlamak…

Na var ki 2 yıl sonra bu kişi bana geri döndü ve “Dilek ben aslında hep seni sevdim ama gençlik işte ne yaparsın!?” deyip yeniden benimle birlikte olmak istedi. Bunun üzerine, ben de bu hülyalı cümlelerin tesirine kapılarak, (çünkü ne de olsa aşık olduğum, yara aldığım ve unutamadığım bu insan bana beni çok sevdiğini ve ömrünü benimle geçirmek istediğini söylüyordu, artık bırak kalbimi kırmayı elime bir kıymık bile batmasına izin vermeyeceğini söylüyordu, benim de bu sözleri duymaya ihtiyacım vardı, çünkü hala değerimi dışarıdan gelenle belirliyordum), kabul ettim. Bu durum beni çok değerli hissettirmişti. Ve böylece 6 yıllık sürecek yolculuğumuza başlamıştık.

Ve yine inanamazsınız ama ilişkim karşı tarafın kıskançlık krizleriyle geçiyordu. Beni sürekli kıskanıyor ve sürekli bir şeylerime engel koyuyordu. Üniversitenin bahar şenliğindeki konserlere katılmak, tiyatro kulübüne katılmak, akşam arkadaşlarla dışarı çıkmak ve dahası… Onun için hep ayrılık sebebiydi. Ben de buna anlam veremeyip “yapma” dediklerini yapıyor ama ardından göz yaşları ve yakıcı bir suçluluk duygusuyla beni affetmesi için ona yalvarıyordum. Çünkü sanki o söylemese ben sevgiye layık bir varlık olduğumu bilemeyecektim. Sanki o beni sevmezse, ben de kendimi sevemeyecektim !!! Sanırım tamı tamına 4 senem böyle, bu sevgiye, sevildiğimi duymaya bağımlılıkla geçti (buna sevgi denirse…). Bana her geri döndüğünde mutluydum, her ayrıldığında harap bitap…

VE EN NİHAYETİNDE, hakikaten kurtarıcı gibi gelen meditasyon ile bu saçmalıktan çekilip çıkartıldım. Meditasyon yapmaya başladığımda kendi içimde parlayan ve sonsuz güzellikte ve bolluk ve berekette, özenebileceğim en büyük ilham ve ihtişamda olan o ışık, -aman Tanrım!- tam da orada, benim içimde, benim merkezimde yanıyordu. Anladım, mutluluk dışarıdan gelene bağlı olduğu sürece hakikaten mutlu olamaz, yalnızca bir bağımlı olur insan.

Bunu sadece sevgi olarak değil, her şey olarak düşünmenizi istiyorum. Örneğin “param var mutluyum, param yok mutsuzum, o adam/kadın beni sevdi, mutluyum, sevmedi mutsuzum, istediğim şey oldu mutluyum, olmadı mutsuzum…” Hayır dışarıda hiçbir şey yokmuş, mutluluk tam orada benim içerimdeymiş. Artık hiç kimse ve hiçbir şey benim içsel mutluluğumu bozamazdı. Olan sadece olur ve insanlar sadece kendi kapasiteleri kadar konuşur, sever veya davranır. Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın ben içimdeki değeri görüp biliyorum. İşte insanı dışarıdan özgürleştiren buydu!

Artık bırak başkaları tarafından sevilmeye layık olup olmadığımı düşünmeyi, asıl ben, bizzat benim varoluşum sevginin ta kendisiydi. Bırak sevilmeye değer olduğumu bir başkasından duyma ihtiyacını, o an deli gibi bağırarak başkalarına ne kadar değerli ve sevilmeye layık olduklarını onlara ben haykırmak istiyordum. Sanki herkesin kendi içlerinde bu değeri görüp özgürleşmelerini istiyor gibiydim. Kendime aşık olmuştum ve meditasyonlarım ilerledikçe herkesin içindeki o ışığı da görmeye başladım ve fark ettim ki ben herkes kadar değerliydim… Biriciktim bir kere! Yine herkesin olduğu gibi… Bu dünyanın bana ihtiyacı vardı, yine her birimize olduğu gibi.

Çocukluk ve ergenlik döneminden sonra bu dışarıya bağımlılığın bitmiş olması gerektiğini söylemiştim. Evet, sadece bir şartla; eğer çocukluğunuzda size herkes gibi değerli olduğunuz, önemli olduğunuz, yetenekli olduğunuz, kendinizi sevmeniz, kendinize saygı duymanız, kendinize bir alan yaratıp ilişkilerinizde başkalarına karşı sınırlar koymanız doğru bir şekilde öğretilirse… Bir çocuğa bencil ve şımarık olması nasıl öğretiliyorsa, benci (yani yaşamımın merkezinde bir başkası değil ben olmalıyım diyebilmek), paylaşımcı olmak ve elindekiyle mutlu olması da öğretilebilir. Bir çocuğa hırçın olması nasıl öğretiliyorsa, kendini sevmesi ve mutlu olması da öğretilebilir.

Ancak bütün psikolojik sorunların sebebi zaten çocukluk döneminden, aile kaynaklı olmuyor mu? O yüzden rahat olun. Evet sizin aileniz de en az diğer bütün aileler gibi patolojikti ve size bunu, bunu henüz kendileri de bilemediği için , öğretemedi. Bazılarımız bazı duygusal bağımlılıklarını ergenlikte yaşadıkları zorluklarla çözdü, ama bazı bağımlılıklar kaldı… Takdir edilme gibi, onaylanma gibi… Ve bazılarımız 45- 50 yaşında hala bu bağımlılığın, bu beklentinin uğruna bir yaşam sürüyor.

Evet, burada bahsettiğim sevilmeyle ilgili bir bağımlılıktı, siz bunu takdir görmeye, onaylanmaya, onurlandırılmaya, destek görmeye, beğenilmeye, kabul edilmeye ve daha birçok şeye uyarlayıp çeşitlendirebilirsiniz. Bunların hepsi dışarıdan gelecek bir bildirimle hissetmeyi arzuladığımız duygulardır. Duygusal bağımlılıklarımızdır. Biz ne zaman insanlardan gelecek duygusal bağımlılıklarımızdan, beklentilerimizden vazgeçeriz, işte o zaman içimizdeki değerleri görmeye başlarız. Yani sen kendinle gurur duy, kendini sev. Duygusal olarak insanlardan, başkalarından beklentisiz olmak, özgürlüktür.

Bu konuyla ilgili sizle herkesin gözü önünde olan birinin hikayesini paylaşmak istiyorum. Çünkü onu hepiniz tanıyorsunuz ve duygusal beklentisizlik, kendini bilmek insanı nasıl özgür hissettiriyor onun suratına bakınca bunu her biriniz görüyorsunuz. Onu çılgınlar gibi eleştiriyor ama yine de işte tam olarak bu yüzden takip ediyorsunuz. O Şeyma Subaşı… Yakın zamanda kitabı çıktı ve şu an yine ağır eleştiri oklarının hedefinde…

Birçoğunuz Cüneyt Özdemir’in Şeyma Hanım’ın kitabını okuyarak dalga geçtiği videoyu izlemiştir. Kötü haber tez yayılır mı diyeyim, yoksa herkes başkalarını eleştirmekten epey haz alıyor mu diyeyim, bilemedim ama hemen önünüze düşüyor böyle videolar.

Videoda, Cüneyt Özdemir satır satır Şeyma Subaşı’nın yazdıklarını okuyor ve dalga geçer bir ifadeyle kahkahayı patlatıyor… Hayır anlayamıyorum, edebi bir eser mi olmasını bekliyordu? Eğer o videoyu siz de paylaştıysanız ya da siz de kahkahalarla güldüyseniz bu soru aynı zamanda size… Bir kitap yazdığı için Şeyma Subaşı, Şeyma Subaşı olarak kalamaz da bir anda Franz Kafka’ya mı dönüşmeliydi? Asıl ondan böyle bir şey yazmasını beklemek son derece gülünç değil mi? Neden insanların oldukları gibi olmalarına izin vermiyorsunuz, neden Şeyma Hanım’ı olduğu gibi kabul edemiyorsunuz? (Burada siz hitabını kullandım ancak bu davranışı sergilemeyenleri tenzih ederim.)

İşte her birimizin ergenliğinde seni kendin olmaktan korkutan insan davranışı tam da buydu! Dalga geçilmek, dışlanmak, onaylanmamak. Biz de bu yüzden kendimiz olamadık da şekilden şekile girdik ve şimdi de tüm gün “nasıl kendim olurum, nasıl kendimi severim, nasıl kendimi bulurum”la ilgili kitaplar okuyoruz. Bırakın elinizden kitapları da detaylarıyla Şeyma Subaşı’na bakın… Bence ona kahkaha atmak yerine, izin verin size kendin olmak ile ilgili yaşayan bir örnek olsun!

Şeyma Hanım kitabında ve Cüneyt Bey’in de dalga geçtiği kısımda “Herkesi mutlu edemezsin çünkü sen bir pizza dilimi değilsin!” diyordu. Espirili bir dille ne kadar da doğru söylemiş. Ve aslında Cüneyt bey de farkında olmadan dolayısıyla ironik bir şekilde tam da Şeyma Hanım’ın yazdığı bu sözleri doğrulamış. Bu durumda görünen o ki, Cüneyt Bey, Şeyma Hanım’dan her ne bekliyorduysa, Şeyma Hanım onun bu beklentisini karşılayamamış ve onu mutlu edememiş.

Şeyma Subaşı başkasının kriterlerine uygun bir yaşam yaşamak zorunda değil. Şeyma Subaşı, Cüneyt Özdemir’in kriterlerine uygun bir kitap yazmak zorunda da değil! Hiç kimse, kimsenin kriterlerine uygun bir hayat yaşamak zorunda değil, bırakın herkes kendisi gibi olmaya devam etsin. Bence Şeyma Hanım’ın içindeki çocuğa kahkahalarla gülmektense, biraz emek sarfedip, onu olduğu gibi kabul etme olgunluğunu göstermeliyiz. İnsan bu saygıya değer. Kimseyi sevmek zorunda değiliz elbet ama illa ki saygı duymalıyız! Biricikliğimizi (özgünlüğümüzü, orjinalliğimizi) değersizleştirmemeliyiz, ne kendimizin ne de bir başkasının !

Onu eleştirenler için söylüyorum, böylelikle belki siz de olduğunuz gibi kabul görmeye layık olduğunuzu hissedersiniz. Ne de olsa en büyük ahlak kurallarından biri şudur: Karşındaki insana daima sana davranılmasını istediğin gibi davran! Sen karşındakine olduğu kişi yüzünden saygı duymuyorsan, sen de kendin olduğun için eleştirilmekten korkarsın. Ve bu korkunu gizlemek için sürekli başkalarını eleştirir, böylece kendini gizlediğini düşünürsün. Ve neticede kendin olmaya cesaret edemediğin bir hayat yaşarsın.

Çok sevdiğim bir Kızılderili atasözü var; işte Şeyma Hanım tam olarak onu idrak etmiş durumda ve öyle yaşıyor: “Başkalarının seninle ilgili söyledikleri hiçbir zaman seninle ilgili değildir.” Onlar ancak kendileri ile ilgili konuşurlar. Kendi korkuları, kendi yetersizlikleri, kendi mutsuzlukları ile ilgili…

Bütün bunları lütfen, sakın aman sakın! Cüneyt Özdemir’i sevmediğim ya da Şeyma Hanım’ın bir fanı olduğum için söylediğimi düşünmeyin. Bu da komik olur. Vermek istediğim mesaj bu değil. İkisi de benim için kesinlikle çok değerli, başarılı ve gerekli insanlar. Şeyma Hanım’ın kitabını alıp okumadım, çünkü sıkı hayranı değilim, ne yazdıysa yazmıştır ve İyi de etmiştir. Merak edenler ve hayranlık duyanlar okusun. Şeyma Hanım’ı örnek vermemin sebebi, herkesin gözü önünde olması ve herkesin yakından tanımadığı bu genç kadınla ilgili bir fikri, hatta bir duygusu olması. Ve asıl bu dalga geçilme, tiye alınma olayı bana komik geldiği için söylüyorum bütün bunları. Hayır, beklentiniz Stefan Zweig’dı da içinden Şeyma Subaşı çıktı diye mi bu tavrınız. Beğenmezseniz okumazsınız ve olur biter… Mesela ben arabesk müzik sevmiyorum ve dinlemiyorum. Arabesk müzik açıp aman da ne komik yaw şuna bak demiyorum ! Basitçe onu dinlemiyorum! 🙂 Şeyma Subaşı, kendine özgün biri, O Şeyma Subaşı… Bırakın olduğu gibi olsun ve takip etmek isteyen takip etsin! Benim burada vermek istediğim mesaj; bırakın herkes olmak istediği gibi olsun. Bu dünyanın herkesin biricikliğine (özgünlüğüne) ihtiyacı var!

Ben bu hayatı kimin için sürdürüyorum?” Sanırım sorulması gereken soru bu… Onlar sizin için ölecekler mi? Kimin hayatı sizinkinden daha değerli olabilir? Kimin nefesi diğerinden daha büyük, daha önemli veya güçlü? Hepimiz biricik varlıklarız. Artık kim olduğumuza uyanma zamanı! Olduğun kişiyi olduğu gibi görüp onu kucaklama zamanı, dünyanın senin biricikliğine ihtiyacı var, başkası gibi olmana değil, başkasının onayladığı gibi olmana değil, sana!

Eğer aynaya bakar bakmaz gördüğün şeyin hemen üzerine aslında nasıl olması gerektiğini düşünüyorsan o düşünceyi derhal bırak, şimdi bırak. Sen her nasılsan öyle çok güzelsin! Kendinle ilgili her ne düşünüyorsan ve hemen ardından nasıl biri olsan daha iyi olacağını düşünüyorsan, onu da derhal bırak, sen bu dünyaya olduğun halinle lazımsın. Herkes çalışkan, herkes başarılı, herkes güler yüzlü, herkes esprili, herkes gül çiçeği olmak zorunda değil, sen laleysen lale ol, sen çam ağacıysan öyle ol, sen kaktüssen kaktüs ol… Sana hiç kimse söylemese dahi çılgınlar gibi değerli olduğunu bil, biricik olduğunu ve bu özelliğinden dolayı varlığının su gibi değerli olduğunu bil. Bu dünya seni istiyor… Olduğun halini ifade etmeni… Kim ne derse desin, bırak başkalarının ne düşündüğünü, lütfen sen sadece kendin ol!

Sevgilerimle…

Siz de özünüzde olana yaklaşmak ve bu kurtuluşu hızlandırmak için Meditasyon öğrenmek isterseniz 17-18 ve 24-25 Ağustos günlerinde hafta sonu 2 gün boyunca, toplam 10 saat süren Meditasyon derslerime katılabilirsiniz.

Kayıt olmak veya detaylı bilgi almak için 0554 963 4286 ya da creatingground Instagram adresimden bana ulaşabilir, www.creatingground.com adresinden Meditasyon dersleri veya benim hakkımda bilgi alabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: Kendine acımayı bırak: İçindeki güç ve ışık parlasın!

Dilek Cantimur: Dilek Cantimur, 20 Kasım 1988, İstanbul doğumluyum. 2011 yılında Yeditepe Üniversitesi Uluslararası Finans bölümünü burslu okuyup onur derecesiyle mezun olduktan sonra 5 yıl finans sektöründe çalıştım, fakat daha sonra “özümü gerçekleştirebilme yolumun” bu olmadığını fark ettiğimde bu illüzyona bir son verip Özüme Ait olan Hayatı inşa etmeye başladım. Hem aldığım tüm meditasyon ve enerji eğitimlerinden hem de yüksek lisans eğitimim süresinde edindiğim bilimsel gerçekler neticesinde öğrendim ki Her Problem ve Hastalık ilk önce İnsanın kendi Zihninde yaratılıyor. Şimdi terapilerimde bu zihinsel nedenlerin keşfedilmesi, bilinçaltı blokajlarının dönüştürülmesi konusunda en etkili yöntem olan Theta Healing terapisini uyguluyorum ve bir de günlük hayatlarında uygulayabilecekleri basit fakat çok etkili 7 derslik Meditasyon programları sunuyorum. Ve hayallerimden birinin tezahürü olarak kurduğum “CreatinggrounD” merkezinde farkındalığa hizmet eden birbirinden farklı ve değerli etkinlikler düzenliyorum. Bütünün hayrına… Aşkla.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale