Kendini ifade edemeyen herkes öfkelidir.
Kendi olamayan ve kendinin önünde duran herkes öfkelidir.
Kendin olmak, ne istersen yapmak ve bunun için cesaretli olmak, rağmen devam etmek gerçek bir dirayet ve yerinden oynatılamaz bir irade gerektirir. Hani ne olursa olsun, gönlünün sesi vicdanının feneriyle aydınlanmış yolda yürüme hali…
Kim ne der, kimlikler nasıl “hiç” olur düşünmeden..
Başkalarının ve kendinin sanrı silüetinden bağımsız hareket etmek…
Özellikle ailelerimizin, yakın çevremizin bizlere dair etiketleri vardır. Olduğumuzu sandıkları, tanıdıklarını düşündükleri kişiye dair. Hatta bizim bile, kimse kendini tamamen tanımazken, şimdiye kadar edindiği hallerimiz hiç değişmeyecekmiş gibi, asla dönüşmeyecekmiş gibi davranırız.
Karşımızdaki varsayımları hayal kırıklığına uğratmamak adına, kendimiz sandığımız kişilik içinde seyreder dururuz. İçimizden geçenleri, aslında değişen ve dönüşen tavrımızı ortaya koymaktan çekinir, zamanlar sonra içimizdekinin ne dediğini dinlemeyen, sadece doğrusu nedir diye akıl ile aramaya koyulanlar oluruz. Akıl kime göre bilecek doğrusunu?
Bize göre mi?
Karşımızdakilerin beklentilerine göre mi?
Şimdiye kadar öğrendiklerimiz doğrultusunda mı?
O zaman anın eşsizliğinden, her anın farklılığından nasıl bahsedeceğiz dostlar?
Hani her an eşsiz ise, her bileşen, her duygu eşsiz ise, bizler nasıl olur da, anları genelleyip, kendimizi genelleyip bir dosya içine sıkıştırabiliriz?
Bu aslında mümkün değildir.
Bu yüzden de, her minicik değişiklikte bile, duruma artık uymayan haller ve davranışlar ile, varsaydığımız “ben” ile cevap verdiğimizden içimizde tortu biriktiririz.
Hissimiz ile dile gelen arasındaki boşluğa, hazımsızlık, yavanlık, tatminsizlik doldururuz. Bu aralık, sevgiyle veya tatmin ile dolacağına, hissizlik ve hayal kırıklığı ile dolar.
Sonuç ise kendinden uzaklaşmak, belirsiz bir öfke olur. Oralara bir yerlere sıkışmış, gaz bulutu misali.
Aslında kişilere değildir öfkemiz!
Öfkemiz, kendini ifade edememiş haldir. Buna bahane olmuş kişi de nasibini buradan alır işte;
“Onun yüzünden oldu! Beni delirtiyor!”
Seni delirten o değil, seni delirten o tavrın karşısında kendini dürüstçe ifade edemeyişindir, sebebi her ne olur ise olsun!
Sebebi her ne olur ise olsun…
Öfkeli misin?
Neyi bastırdın kendinde?
Neyini, hangi duygunu görmezden geldin?
His ile dile gelen arasındaki boşluk, bizim dualitede yaratım yaptığımız alandır. Hani o, “ağzından çıkana dikkat et”ler, olumlu dileklerde bulunmalar işte o boşluğu veya aralığı selametle atlatmaya yöneliktir…
İfade bulamamış his, dile gelene kadar, evrilir çevrilir aklın hesaplarıyla.
Dümdüz olamıyorsan, hissinin sana etki ettiği şekilde ifade edip yönlendiremiyorsan, orada sıkışmış olan ifadenin basınçlı etkisine hiç beklemediğin yerlerde maruz kalır, tarafından yönlendirilir, yönetilirsin.
Seçim, hissin/kalbin ışığıyla ya da belirsiz ifadenin sıkışıklığı ile yürümek arasındadır.
Bir noktada karanlık tarafından yönetilmek, bu boşluk veya aralık diye tarif ettiğim kodlanmamış ve/veya karmaşıklık kodlanmış enerjinin etkisinde olmaktır.
Kendimizle, yani özümüzle, dile gelen arasındaki boşluğu sağaltmalıyız. Böylelikle kendimize yaklaşır, özü sözü bir, içi dışı bir, bir olan bir oluruz.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Yaşam masalımız: Hem varız hem yok, hem var edeniz hem yok eden