Günümüzde her birimize az ya da çok ama mutlaka bir gün uğrayan, bazen uzun vadede misafir olan, bazen de kısa sürede giden, gitti gibi gözüküp hızla dönen, bazen de hiç gitmeyen olumsuz duygular misafir olarak gelmiştir. Nedir bu olumsuz duygular? Depresyon, kaygı, endişe, ümitsizlik… Peki bu misafirleri tıpkı gerçek hayattaki misafirlerimiz gibi yönlendirmemiz mümkün mü? “Sen kal, seninle biraz uğraşmam lazım, sen git çünkü gerçek değilsin, bir algısın” dememiz mümkün mü?
Pensilvanya Üniversitesi’nde yıllardır depresyonun nedenleri ve tedavisi üzerine çalışmalar yapan Dr. David Burns’e göre mümkün. Yaptığı çalışmaların farklılaşan kısmı ise bireylere kendi duygu durumunu anlamak konusunda yol gösterici oluyor olması. Kendi duygu durumunu anlayan bireyler bu duyguları anlamlandırarak düzenleyebileceği gibi kendilerini iyileştirme gücüne de sahip olabiliyor. Burada bahsedilen klinik seviyede desteğe ihtiyaç duyulan depresyondan ziyade çağımızın getirdiği ve hepimiz için olmazsa olmaz, neredeyse gündelik seviyedeki olumsuz duygular.
Bu olumsuz duyguların hayat kalitemizi ne kadar etkilediği gerçeğiyle kimi zaman yüzleşiyoruz, işin acı tarafı ise kimi zaman ise varlıklarının farkında olmadan olumsuz duyguları sırtlanıp ağırlıklarıyla yolumuza devam etmeye çalışıyoruz. Bu çalışmaların güzel tarafı her zaman profesyonel bir desteğe ihtiyaç duymadan, gündelik duygu ve yaşam kalitemizi belirli bir oranda ve bilinçle düzenleyebiliyor olmamız oluyor.
Dr. Burns duyguların oluşumunu şu şekilde açıklıyor; çevremizde bir dizi olay oluyor, kimi olumlu, kimi olumsuz, kimi nötr olaylar. Ve biz bu olayları düşüncelerimizle etiketlendiriyoruz, yorumluyoruz. İşte burası kritik olan aşama; çünkü kimi zaman doğru yorumladığımız olaylar doğru bir fikir doğuracağı gibi, kimi zaman olayları yanlış yorumlayıp onlara olumsuz anlamlar yükleyebiliyoruz. Bu iç konuşma sonucunda zihnimize olumlu ve olumsuz düşünceler doluşuyor. Hatta koşuşuyor bile diyebiliriz.
Gelelim duygularımıza… Duygularımız ise dış dünyadaki güncel olaylarla şekillenmiyor, duygularımız yorumladığımız olaylarla, yani etiketlenmiş, kategorize edilmiş düşüncelerle oluşuyor. Peki biz ne kadar doğru yorumlayıp, fikire oradan da duyguya çeviriyoruz olayları? Tüm deneyimlerimiz beyinde işlenip kendimizce bir anlam verilerek duyguya dönüşüyor ve duygumuz oluyorsa, bu dönüşümü incelersek hayatımızda neler değişir?
Dr. David Burns yaptığı çalışmalarla bilişsel anlamda olayları nasıl çarpıttığımız ve dolayısıyla olumsuz duygular olarak bünyemize kattığımızı 10 maddede toparlamış. Her bir maddenin kendi içinde durup düşünmeyi, içimize dönüp incelemeyi, gündelik deneyimlerimizi bu bakış açısıyla gözden geçirmeyi hak ettiğini düşünüyorum. Onun için her bir maddeyi ayrı ayrı bir nevi yazı dizisi halinde inceleyeceğiz.
Hayatımıza bir roman gibi, film gibi dışarıdan baktığımızda başrolündeki kahramanına kim bilir neler söyleriz. Arada durup başrolün bizde olduğunu, tutumlarımızı ve hatta duygularımızı, bundan yola çıkarak yaşam kalitemizi kendi ellerimizle şekillendirebileceğimizi bilmek bize bambaşka bir güç ve güven verecektir.
İlginizi çekebilir: Kişisel gelişim mi, yoksa farkındalığı artmış ilişkiler mi?