Çok küçükken öğrenmeye başlıyoruz; bu doğru, bu yanlış, bu iyi, bu kötü, bu güzel, bu çirkin… Nelerin hangi kategoriye girdiği ya da neden girdiği de başlı başlına üzerine düşünülmesi ve konuşulması gereken konular ancak önce bu sistem nasıl işliyor ona bakmak lazım sanırım. Bunca etiketleme bize fayda sağlıyor mu gerçekten?
Kültürümüz gereği de uçlarda duygular yaşamaya yatkın olabiliyoruz. Birinin bir hatasını görünce, hemen o kişiyi yargılıyoruz, bir iyiliğini görünce ise hemen tüm kusurlarını görmezden geliyoruz. Sonra başka olaylar yaşanıyor ve duygularımız değişiyor ve aynı kişiye tam tersi bir tavırla yaklaşıyoruz. Hal böyle olunca, ne kendimize, ne bu kişiye, ne de ilişkimize fayda sağlıyoruz.
Kim safi “iyi” ya da kim safi “kötü” ki şu hayatta? Sıcacık evinizde otururken romantik bulduğunuz “güzel” kar, yolda mahsur kaldığınızda birden günün en “çirkin” şeyine dönüşmüyor mu? Kaç yanlış kaç doğruyu götürüyor? Her “doğru” dediğinizle her “yanlış” dediğiniz aynı değerde mi? Her şeyin fazlası insan için zehre dönüşüyorken, ne için faydalı diyoruz? Belli bir orandaki herhangi bir şeyin, her şartta herkes için aynı faydayı sağlayacağından nasıl emin oluyoruz?
Belki de, her şeyin aynı anda hem iyi hem kötü, hem faydalı hem zararlı, hem güzel hem çirkin olabileceğini fark edersek, bunca etiketlemeyle uç duygular arasında salınım yapmadan daha dengede kalabiliriz.
Örneğin, birinin bir hatasını gördüğümüzde o kişiyi herhangi bir etiketle etiketlemeden, sadece bize hatalı gelen o tavrı/sözüyle ilgili onunla iletişim kurmayı seçebiliriz. Herkesin hata yapmaya hakkı olduğunu bilerek ya da bu kişinin içinde bulunduğu farklı şartlardan dolayı böyle davranmış olabileceğini de düşünerek yani kendimizi ihtimallere kapamadan daha anlayışlı ve sakin bir noktadan yaklaşabiliriz konuya. Kurduğumuz iletişim sonrası hiçbir şey değişmeyebilir de, çünkü bize hatalı gelen şeyle ilgili karşımızdaki aynı farkındalığa sahip olmayabilir. Bu durumda da toptan bütün ilişkiyi koparmak yerine, bu kişiyle anlaşamadığımız konu özelinde aramıza mesafe koymayı tercih edebiliriz. Herkes hayatımızda “ya hep ya hiç” düzleminde durmak zorunda değil. Kişileri hayatımıza tercih ettiğimiz farklı oranlarda almamız da mümkün.
Aynı bakış açısını kendimize dönük de kullanmalıyız. Kendimizi yaptığımız hatalarla ilgili eleştirirken de daha şefkatli olmamız mümkün, zira bir konuda yanlış davranmış olmamız bizi kocaman bir yanlış, kötü, çirkin çukuruna düşürmez. Bunun tersine de dikkat etmek gerekir; yaptığımız birtakım iyiliklerle kendimizi rahatlatarak hatalarımızı ya da eksiklerimizi görmezden gelmek de bizi tuzağa düşürür. Kendimizi de sadece durumlar/olaylar/şartlar üzerinden değerlendirirsek genellemelerden uzaklaşma fırsatımız olur. Yaptığımız çoğu şey aslında başka birçok şeyle ilintilidir ve aynı anda birden fazla durumu ve duyguyu barındırır içinde. Bu farkındalıkla düşüncelerimizi esnetebilmemiz çok önemlidir. Böylece daha doygun ve daha dengeli olabiliriz.
Beynimiz kategorileri ve her şeyi zıtlıklarına göre kategorize etmeyi sever. Dolayısıyla düşüncelerimizi esnetebilmemiz emek ve enerji gerektirir. Ancak, eğer bunu yapabilirsek siyahların içindeki beyazlara ve beyazların içindeki siyahlara da erişim sağlayabiliriz. Aslında hiçbir şeyin saf siyah ya da saf beyaz olmadığını, en başından beri hepsinin grilerle veyahut iç içe geçmiş siyah ve beyazlarla boyanmış olduğunu görürüz böylece. Deneyimlerimizi de, duygularımızı da, insanları da sadece birbirinden ayrılan, zıtlıklarla isimlendirilmiş dosyalarda arşivlersek çok fazla şey ortadan kaybolur. Aralardaki bağlantıları ve iç içe geçmiş halleri de yakalamamız gerekiyor. Zenginlik oralarda bulunuyor.
İlginizi çekebilir: 2023’ün teması: Kendi temalarımızı bulmamız