Düşüncelerimiz dostumuz mu, düşmanımız mı: Zihne yakından bakmak
İnsanlık olarak türümüzün düşünme yetisinin olmasının üstünlük olduğu bilinciyle ne yazık ki düşünme dışındaki diğer yönlerimizle olan ilişkimizin köreldiği bir yaşam biçimine doğru evrildik.
Gününüzün ne kadarını düşünerek geçiriyorsunuzdur sizce?
Genellikle uyanır uyanmaz başlayan bir düşünme hali, önce bir veya iki masum düşünce. O da eğer akşam yatmadan önce evin en rahat koltuğuna, tüm evin sahibi gibi yerleşmiş özel bir gündem yoksa. Ve ardından düşünce üzerine düşünce üretme hali. Aşk hakkında, iş hakkında, varoluşsal düşünceler, giyim, yemek, müzik, politika, değersizlik düşünceleri, hayaller, kaygılar, pişmanlıklar… Bir konu diğerinin üzerine üstelik öncekinden boşalan alan var mı yok mu, uygun bir zaman var mı demeden tüm gün boyunca, ta ki yatağa gidene kadar…
Eğer siz de yoğun ve batılı bir yaşam tarzına sahipseniz çoğuna, neredeyse tamamına evet dediğinizi duyar gibiyim. “Uykumda bile düşünüyor olabilirim” diyenler bile olabilir aramızda.
Düşünceler kendi yaşamlarını sürdürebilmek adına pek çok farklı şekillerde ortaya çıkabilirler. İç yargılama zamanlarında aniden ortaya çıkan çocukluktan kalma bir ebeveyn veya yetişkinin yorumu ve hemen ardından bu hoşa gitmeyen sesleri ve etkilerini düzeltmeye çalışmak üzere ortaya çıkan yeni düşünceler. Bazıları sınırlayıcı, bazıları rahatsızlık veren, bazıları yardımcı olmaya, destek ve sevgi vermeye çalışan, varlıklarını sürdürmeye çalışan bir sürü düşünce.
Yapılan bilimsel bir araştırmaya göre ortalama bir bireyin günde 12.000 ila 60.000 arasında düşünce ürettiği tespit edilmiş. Araştırmanın bana kalırsa en enteresan yanı bu düşüncelerin %80’i negatif ve %95’i ise tekrar eden düşünceler.
Bu sanki uyuyamadığın bir gecede bozuk televizyonu açıp tek bir kanala mahkûm olarak gündüz izlediğin veya geçmişte çoktan tamamını izlediğin dizilerin tekrar yayınları izlemeye mecbur kalmak gibi. Ve kanalı ne kadar değiştirmek isterseniz isteyin değiştiremiyorsunuz. Tüm bu yayın kaliteli bir çözünürlüğe bile sahip olmadan devam ve devam ve devam ediyor. Bunu her gün yaşıyor olmanın çılgınlığının farkında mısınız?
Bu negatif düşüncelerin tekrar edişinin doğal sonucu ise pozitif düşüncelerin enerjisinden daha büyük bir enerji ile farkında bile olmadan negatif yöne doğru kaymak.
Hangi negatif duyumlar yaratan eylemi bu kadar yoğun yaparsak neticesinde rahat olamama, endişeli ruh durumu, mutluluğu, en çok da hayatı çalan bir durum ortaya çıkacaktır.
Düşünerek sorunlarımızı çözebilmiş olsaydık şimdiye kadar çoktan çözmüş olurduk herhalde.
İşin doğrusu düşünmek kötü bir şey değil, aydınlanmanın önünde bir engel hiç değil.
Düşünebilmek, aslında muhteşem bir şey. Bu sayede hesaplama yapabilmek, akıl yürütebilmek, eğitimler alabilmek, yabancı dil öğrenebilmek, hayal kurabilmek, plan yapabilmek, düşünceleri sonraki nesillere aktarabilmek ve bunun yollarını icat edebilmek ve daha önemlisi yazabilmek birbirimizle konuşabilmek mümkün.
Şu var ki bedensiz düşüncelerimizle ne kadar çok kimlik buluyorsak o kadar çok diğer insanlar ve yaşam formları ile olan bağımız azalıyor ve kendi bireysel dar alanımızda kayboluyoruz.
Benlik duygumuz bedensiz düşünen zihinle yer değiştiriyor.
Peki her ikisi birden aynı anda hayatta kalamaz mı?
Sizce düşünmek nedir? Düşünceler nerede başlar? Nerede yok olur? Bir düşünce bir diğerinin tetikleyicisi midir?
İçinde bulunduğumuz yüzyılda faturalar, yetişmesi gereken işler, alınacaklar, ödenecekler düşüncenin konusuyken ilke çağlarda avlanmak, ateşi yakmak, beslenmek ana konulardı. Aslında değişen hiçbir şey yok. Tüm düşünceler hayatta kalmak üzerine.
Düşünme eylemini bir de hayatta kalma aracı olarak görsek yaşamımızda neler farklı olabilirdi? Düşüncelere daha yukarıdan bakabilsek, düşüncelerimiz için ben, benim, bana ait olarak değil de türümüzün genelinin özelliği olarak.
Belki bu sayede düşünceler bir hükümdar olmaktan çıkar ve onların iyi birer hizmetkâr olduklarını görebiliriz. Ortaya çıktıklarında onları yargısız ve samimi bir tavırla dinleyip faydalı olup olmadıklarına karar verebiliriz. Günümüzü ve geleceğimizi sağlıklı koşullarda devam etmemize yetecek ve artacak olanları süzüp geriye kalan büyük bir çoğunluğu eleyebiliriz.
Sonuç olarak yapılacak ilk iş kendi düşüncelerimizi yargısız bir farkındalık ve samimiyetle dinlemek. Bu sayede düşüncelerin geçici fikirler üreten, uçuşan fani doğasını çok daha net görebilirsiniz. Ortada bir düşünce var diye ona inanmak zorunda olmamak ferah bir alan açacaktır.
Bu ferah alanda zihnin işleyişinin gerçek doğasını görerek, işe yaramayan ve sağlıksız olanlarla kurulan bağları koparıp, düşüncelerin ötesinde zihnin ve kalbin açık olduğu, sınırlarla tanımlı olmayan gerçekten kim olduğumuzla iletişimde bir özgürlük seviyesine ulaşmak mümkün.
İyi haber şu ki; meditasyon pratiği bu özgürlük diyarına giden yolda bir alet çantası gibi bize destek sunmak için hazır ve bizleri bekliyor. Akıştaki tüm düşüncelere yakalanmamaya çalışarak yargısız ve samimi gözlemin sürdüğü düzenli meditasyon pratikleri ile her birimiz kendi düşüncemizin kaynağı ve doğası hakkında bir anlayışa sahip olabilir kendi özgürlük alanlarımızı yaratabiliriz.
Ya sonra? Artık zihne gelen her düşünceye inanmak ve onun bizi çektiği yere gitmek zorunda değiliz.
“Düşmanın kim? Zihin senin düşmanın. Evcilleşmemiş zihninden başka hiç kimse sana daha fazla zarar veremez. Ve senin arkadaşın kim? Zihnin senin arkadaşın. Kimse, kendi annen ve baban bile sana senin akıllıca eğitilmiş kendi zihninden daha fazla yardım edemez. “– Buddha
İlginizi çekebilir: Senin mucizen içinde: Yapman gereken tek şey doğru yere bakmak