Geçtiğimiz günlerde Uplifers’ta “Yeni yıla girmeden geride bırakmanız gereken 10 düşünce” başlıklı bir yazıya denk geldim. Yazı başlığından da anlaşılacağı gibi, bazı düşüncelerin çok da işimize yaramadığıyla ilgiliydi. Bu düşüncelerden “Başka seçeneğim yok” cümlesi oldukça ilgimi çekti ve dil-düşünce ilişkisinin psikolojik iyi oluş için ne kadar önemli olduğunu hatırlattı.
Uygulayıcısı olduğum Rasyonel Duygucu Bilişsel Davranışçı Terapi de, kullandığımız dilin (söylem biçimimiz, kullandığımız kelimeler) duygu ve deneyimlerimizin kuvvetli bir belirleyicisi olduğunu vurguluyor. Kullandığımız dil de düşüncelerimizin bir yansıması. İşte ağzımızdan çıkan kelimeleri belirleyen tüm bu düşüncelere, inanışlara, yani kısaca düşünüş şekline “zihniyet” deniyor.
Yukarıda bahsetmiş olduğum Rasyonel Terapi’nin kurucusu Albert Ellis “İnsanlar şayet tüm inanışlarının, şemalarının, algılarının ve sıkı sıkıya tutundukları doğruların yanlış olabileceğini fark etselerdi daha iyi bir durumda olabilirlerdi” diyor. Bu sebeple nasıl düşündüğümüz ve akıl yürüttüğümüz “iyi oluşumuz” üzerinde çok etkili. Farkında olunmayan, mantıksız bir akıl yürütme şeklinin insanı nasıl duygusal olarak işlevsiz bırakabileceğine bir örnek ise şöyle: “Mükemmel olmak zorundayım. Şu anda bir hata yaptım, bu çok korkunç! Bu benim kusurlu olduğumu ve dolayısıyla işe yaramaz biri olduğumu kanıtlıyor.”
Böyle bir akıl yürütme “kendini değersizleştirme” dediğimiz irrasyonel (mantıksız) inanışa yol açıyor. Şimdi bu mantık yürütmeyi bir sorgulayalım: Hata yapmış olmam kusurlu olduğum anlamına gelebilir ama bu yargı değersiz ve işe yaramaz biri olduğum sonucuna götürüyor mu beni? Elimizdeki veri pek götürür gibi görünmüyor. Kutuplu, kategorize eden, esnekliğe alan açmayan bir düşünce şekli böyle bir sonuca ulaştırıyor. İşte Rasyonel Terapi kuramının temel prensibi düşüncelerin, insan duygularının en önemli belirleyicisi olduğu. Basitçe söylemek gerekirse düşündüğümüzü hissediyoruz. Bizi kötü hissettiren, olaylar veya diğer insanlar değil, “dışarıda olanı” yorumlama biçimimiz. Yani irrasyonel (mantıksız) düşünüş şekli, duygusal sıkıntının önemli bir belirleyicisi ve bu tür bir düşünme şekli (zihniyet) işlevselliğimizi bozan olumsuz duygular yaratıyor.
İşlevselliğimizi bozan ve rahatsızlık veren bu duyguları değiştirmenin en etkili yolu, nasıl düşündüğümüzün ve konuştuğumuzun farkına varmak. Sonuç olarak kelimeler deneyimlerimizi hem şekillendirip hem de yansıtırken bilinç ve bilinçdışı süreçler için de oldukça güçlü bir araç oluyorlar. Böylelikle kullandığımız belli başlı sözcüklerin ötesindeki derin yapıya nüfuz edip dil kalıplarında yansıtılan daha derin düzeydeki zihinsel işleyişe ulaşarak bunları etkileyebiliriz. Bu şekilde baktığımızda dil sadece deneyimlerimizi aktardığımız bir araç olmaktan çıkıyor, deneyimin ta kendisi oluyor. Ünlü fizikçi ve kuantum teorisyeni F. David Peat “Düşünce, düşüneni değiştirir” derken belki de bunu kastetmiştir.
“İnancın gücü”nün artık bilimsel olarak da kanıtlandığı bir zamanda yaşıyoruz. İnancın gücüne “plasebo etkisi” deniyor. Bu kavramı daha önce duymadıysanız şöyle bir örnek vereyim: Hiçbir iyileştirici etkisi olmayan hap şeklindeki şekerlerin hastalıklarını iyileştireceği söylenen kişilerin bu “haplar” vasıtasıyla iyileşmesi tipik bir plasebo etkisi. Ancak bunun tam tersi bir durum da söz konusu: Bir ilacın hiçbir işe yaramayacağına (tıbben etkililiği kanıtlanmış olsa bile) inanmış kişilerin iyileşmediği durumlara da “nosebo etkisi” deniyor. Aslına bakarsanız, ikisi de aynı şey. İnanç sisteminiz, yani zihniyetiniz temelde hangi çerçeveden bakıyorsa, onun sonuçlarını deneyimliyorsunuz. Kişinin kendi inanç sisteminin, yani zihniyetinin tam olarak farkında olması her zaman kolay olmuyor. Çünkü bu inanışların kökleri bilinçdışına kadar uzanabiliyor. Bu inanışların dil üzerindeki yansımaları iyileşmek için iyi bir ipucu olabilir. Bu inanışları, sizi tarafsız bir şekilde gözlemleyecek ve dil üzerinde çalışan bir psikoterapist ile açığa çıkarmak mümkün. İşte ben de bu sebeple bir psikolojik danışman/psikoterapist olarak, dil-düşünce-deneyim ilişkisi üzerinden ilerleyen bir “Online İçsel Değişim Kampı” hazırladım.
Online İçsel Değişim Kampı nedir?
Online İçsel Değişim Kampı, temelde beyninize yeni bir deneyim sunarak değişim yapmanızı kolaylaştırıyor. Size e-posta olarak gönderilecek günlük uygulamalar vasıtasıyla “holistik (bütüncül)” bir iyileşme yolculuğu başlıyor. Kamp süreci birebir çalışma şeklinde ilerliyor ve kanıta dayalı terapi yaklaşımlarından Rasyonel Duygucu Bilişsel Davranışçı Terapi, Süre Sınırlı Psikanalitik Terapi, Jung’un Analitik Psikolojisi, sinir bilim, pozitif psikoloji ve farkındalık temelli uygulamalardan oluşuyor. Yapılan ilk görüşmede hayatınızda çözmek ve iyileştirmek istediğiniz konu tespit ediliyor, hedefleriniz belirleniyor ve ihtiyaçlarınız doğrultusunda size bir program hazırlanıyor. Her gün size o gün içinde yapmanız gereken, sinir bilim temelli uygulamalar gönderiliyor. Kamp süreci ile ilgili sorumluluk almanız ve aktif katılımınız çok önemli. İçsel Değişim Kampı hayatınızı istediğiniz doğrultuda yönlendirmenizi kolaylaştırıyor çünkü her gün yaptığınızdan farklı olarak yaptığınız ufak değişiklikler bile, yeterli sayıda yaptığınızda uzun vadede sizi değiştirme gücüne sahip.
Online İçsel Değişim Kampı, psikoloji bilimindeki kanıta dayalı ve güncel gelişmeleri sunmakla kalmayan, aynı zamanda bedeniniz ve zihniniz için tamamen yeni bir “tasarım” sunan modern ve bilimsel bir sistem. Kamp boyunca her gün hayatınızda küçük değişiklikler yapıyor olacaksınız. Bunlar başlangıçta sizin için algılanamayan değişiklikler olabilir. Ancak uygulamaya devam ettikçe, hayatınızda gözle görülür değişiklikler olduğunu deneyimleyeceksiniz. Eğer herhangi bir şeyi en az 26 gün boyunca gerçekten yaparsanız, bu sizi değiştirir. Bu sistemi farklı kılan şey, uyguladığınız tekniklerin çoğunun siz onları kullanmayı bıraktıktan uzun süre sonra bile size yardımcı olmaya devam etmesi.
Online İçsel Değişim Kampı sürecinde edindiğiniz deneyim yaşantınızda bir değişim dalgası yaratarak bunun hayatınızın diğer alanlarını da etkilemesine ve böylece başkalarının da etkilenmesine sebep olacak (dalga etkisi). Kampın en temel amacı, düşüncelerinizin ve yaşamınızın kontrolünü elinize almanız. Bu sistemi uygulayabilmek için öncesinde herhangi bir yeteneğe sahip olmanıza da gerek yok. Eğer gözlerinizi kapayabiliyor, konuşabiliyor, yazabiliyor ve hareket edebiliyorsanız, düşünce ve davranışlarınızı da kontrol edebilirsiniz. Ve sonuçta hayalinizdeki hayatı tasarlayabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kamp uygulamalarını rutininiz haline getirmek, doğru yaptığınızdan emin olmasanız bile bunu sürdürmek.
Pandemi sürecinin de etkisiyle bizzat deneyimlediğimiz gibi, biz değişmeyi istesek de istemesek de dünyanın hızla değiştiği bir gerçek. Bu durumda asıl soru yaşantımızın değişip değişmeyeceği değil, onun neye dönüşeceği. Bütün yazı boyunca vurguladığım gibi bu dönüşme meselesi ile ilgili yapabileceğimiz tek şey, kendi zihniyetimizi değiştirmek. Çünkü “dışarda” aslında ne olduğunu bile bilmediğimiz bu dünya deneyiminde, “şeyleri” de kendimiz gibi yorumluyoruz. Yorumumuz, deneyimimizi belirliyor. Öyleyse deneyimlerimizi değiştirmenin yolu, dünyaya bambaşka bir açıdan bakmakta gizli. Düşünce ve inanç sisteminizin deneyimleriniz üzerindeki etkisini düşünecek olursak Online İçsel Değişim Kampını, iyi oluşu yüksek, kendine güvenen ve güçlü bir kişi olmanız için zihninizi yeniden tasarlama süreci olarak tanımlayabiliriz.
Danışmanlık ve kamp süreci ile ilgili detaylı bilgi almak için bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresi üzerinden ulaşabilirsiniz. Sevgiyle kalın…
İlginizi çekebilir: Söz büyüdür: Söylemleriniz hayatınızı nasıl şekillendirir?