Geçtiğimiz aylarda -muhtemelen şu an bu yazıyı okuyan birçoğunuz gibi- ben de covid oldum. Toparlanması bir aydan fazla süren hiç de kolay olmayan bir süreçti. Bu cümleyi kurabileceğimi hiç düşünmezdim ama birçok insanın hayatını kaybettiği, dünya düzenini alt üst eden bu virüs beni ve sevdiklerimi öldürmedi çok şükür ama tuhaf bir şekilde iyileştirdi ve güçlendirdi. Merak etmeyin, hepsini anlatacağım. Gelin önce karantina sürecinde başımıza gelen “mecburen durmak zorunda kalma” kısmıyla başlayalım.
Pozitif haberini alır almaz bir odada izole oluyorsunuz hepinizin bildiği üzere. Durmanın önce olumsuz bir etkisi oluyor. Zaten çok yalnız bir hastalık. En sevdikleriniz bile kapınıza tepsi bırakıp kaçıyorlar. Odada tek başınıza “durunca” negatif düşüncelerin gelip sizi sarmalamasına da izin veriyorsunuz. “Eyvah o toplantıyı iptal etmek zorunda kaldım, o eğitimi de iptal edeceğim, hay allah. Mahcup oldum şimdi insanlara. Ödemeler de aksayacak.” Tıkır tıkır huzur kaçıracak düşünceler üretiyor zihin.
Sonra ikinci aşama geliyor ve birilerini suçlama ihtiyacı duyuyorsunuz. “Kimden kapmış olabilirim bu virüsü?” Tek tek temaslılarınızı düşünüyorsunuz, nerelere gittiğinizi düşünüyorsunuz. Zaten insanların da ilk sorusu bu oluyor sana telefonda. “Kimden kaptın? Nasıl kaptın?” Hayır, bulsan ne olacak? Gidip ne yapacaksın ona? Onun haberi var mı sanki kendinde virüs olduğundan. Olsa bile bilerek ve isteyerek bulaştırmak ister mi? Günün sonunda eşim, kızım, yardımcımız ve hatta spor hocamız bile hasta olmuştu. Ben mi onlara bulaştırmıştım, yoksa onlar mı bana? Hadi bakalım çık işin içinden çıkabilirsen.
Sonra yavaştan bir sakinlik gelmeye başladı. Teslim oluş da diyebiliriz belki. Tevekkül. Olanı kabul etme. Her neyse artık. Planlanmış eğitimler, konuşmalar iptal oldu, yapılan tüm planlar rafa kalktı. Hiç de bir sıkıntı olmadı. Dünya yıkılmadı, şirketlerin işleyişi durmadı. Bir de şu var elbet: Benim gibi dur durak bilemeden çalışıp, üretmeye tırmalayan, bazen de neyi neden yaptığını düşünmeye fırsatı olmayan insanlar kendiliğinden pek duramıyorlar. Bir sebep gerekiyor. Hastalık mesela mecazi anlamda şahane bir sebep.
Karantina süreci bittiğinde iyi hissediyordum. Hatta pozitif çıktığımda e-postalarıma “out of office” mesajı koymuştum ve dönüş gününü de karantina süresinin sonunda iyileşeceğimi varsayarak tam da karantinanın bittiği günden bir gün sonrasına koymuştum. Yetmez bir de aynı gün olan eğitimimi de iptal etmemiştim. Fakat hayat siz planlar yaparken başınıza gelenler olduğu için, bir gün sonra başlayan yoğun öksürükle kendimi hastanede buldum. Ciğerlere salınmış olan covid beni biraz daha uğraştıracağa benziyordu.
Haftalar geçtikçe ve kendimi biraz iyi hissettiğimde yine iş düşünürken buluyordum kendimi. Hatta birkaç kez bilgisayar karşısına geçip çalışmaya çalıştım ama olmadı. Bir türlü istediğim gibi yazamadım, çizemedim, çalışamadım. Neden böyle olduğunu da bir türlü anlayamıyordum. Sevdiğim bir arkadaşım bana “Durmadığın için iyileşemiyorsun.” dedi. Haklıydı. Sonunda bilinçli olarak durmaya karar verdim. Bilgisayarımdan uzaklaştım. Doktorun tavsiye ettiği gibi bahçeye çıkıp güneş almaya başladım. Biraz meditasyon yapmaya başladım. İş dışı kitaplar okumaya başladım.
Ve ilginç bir şey oldu. Zamanla hasta olmadan önce yolunda gitmeyen bazı işlerimin neden yolunda gitmediğini anlamaya başladım. Ve hatta o zaman olmadığı için üzüldüğüm birçok şeye üzülmemeye başladım. Hatta ki “İyi ki olmamış!” demeye başladım. Bazı şeyler sizin istediğiniz gibi gitmediğinde çok da üstelememek lazım. “Olmuyorsa bir sebebi vardır deyip çabalamayalım” anlamına gelmiyor bu. Hatta yeterince çabalamadan pes etmek hiçbir koşulda doğru gelmiyor bana. Fakat bazen hayat koşuşturmacasında istediğimizi elde etmeye o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi, neden istediğimizi kendimize sormayı unutuyoruz. “Ben şu anda ne yapıyorum? Bu yaptığım hangi hedefime, tutkuma, gerçekleştirmek istediğime hizmet edecek?” Bu soruları sormadan çemberin içindeki farecik gibi koşup duruyoruz. Bir yere de varamıyoruz.
Sanırım durunca bazı şeyleri daha berrak görmeye başlıyorsunuz. Canım Aylin Ataman’ın bir kar küresi benzetmesi vardı. Kar kürelerini sallayınca içindeki objeyi göremeyiz ya? Ancak yere koymamız lazım ve o karların da yere düşmesi lazım ki su berraklaşsın ve içini görebilelim. Covid süresi ve sonrası da bana biraz böyle bir etki yaptı. İyileştikten sonra da kendime biraz izin vermeye karar verdim. Ajandamı boşalttım. Uzun yürüyüşler yaptım. Gelecek senaryoları yazmamaya çalıştım. Hala da devam ediyorum.
Yapmaya çalışıyorum ki seçeneklerim berraklaşsın. Bu hayatta ilerlemek için, içinde bulunduğumuz bazı durumlardan çıkabilmek için, farklı seçeneklerimin de olduğunu görebilmek için. Takıldığım yerlere takılıp kalmayayım diye. Sosyal medyada takip ettiklerimiz, okuduğumuz kitaplar, konuştuğumuz kişiler, kafamızı yorduğumuz konuları değiştirmediğimiz sürece farklı seçeneklerimiz olduğunu görebilmemiz çok zor. Bu konularda ahkam kesecek kadar bilgi birikimim yok ama artık deneyimim var ve şimdilik bu durma işi hiç de fena gitmiyor. Bu yaşadıklarımın şimdiden başka denizlere de yelken açmama vesile olacağını hissediyorum. Olup biteni yazarım size. Şimdilik hoşça kalın.
İlginizi çekebilir: Yaşam amacınızı bulmak için kendinize sorabileceğiniz sorular