Dünyanın altı üstüne dönerken: Bağımsızlık hikayesi yazabilir misiniz?
Bir hamuru yoğurur gibi, bir alttan bir üstten katılıyoruz içimize, içimizden dışımıza. Yaşam oyunu sonsuz bilmecelerle dolu. Her açığa çıktığında yeni bir sen, o yeni senin deneyimleri ile içe katlanıp yeni bir tefekkür…
Oyunun kuralları basit, uygulaması senin inanç ve direnç mekanizmana bağlı olarak değişiklik gösteriyor.
Bedenini ne kadar dinliyorsun?
İç sesini ne kadar dinliyorsun?
Senin olana ne kadar sahip ve sadıksın?
Kendi sözünü ne kadar dinliyorsun?
Bedenin istemediği halde sadece alışkanlığın yüzünden mi içiyorsun o sabah kahvesini ya da bedenin istemediği halde iyi olduğuna inandığın için mi yapıyorsun yoga pratiğini?
İçin sana o durumlara girmemeni söylese de “inanç”ların ve şimdiye kadar edindiğin “kimliklerin” yüzünden evet mi diyorsun? Ya da sana “koş, git” dediğinde, yine aynı sebeplerden yolda kendini durduruyor musun?
Kendi fikrine, kendi buluşuna ne kadar inanıyorsun? Onu ortaya koymak için başkalarının benzer düşlerini mi kolluyorsun, varlığını başkalarına mı emanet ediyorsun? Ya da sadece orada olmak için fikrine uymayanlara “evet” mi diyorsun? Seni korkuların mı yönlendiriyor?
Kendi kendine verdiğin sözlere ne kadar itimat ediyorsun? “Kahve içmeyeceğim bugün” dediğinde, elin senden gizli kahve makinasına uzanıyor ve sen buna karşı koymayı beceremiyor musun?
Ufak ufak egzersizler.
Her biri kendini sevme egzersizi, her biri, kendine evet deme egzersizi. Yaşam sade bir oyun. Sen bu oyunu oynamakta ne kadar gönüllüsün?
Yorulduk.
İki tarafa da dair olan dirençlerimiz bizi yordu. Hiçlikte durmayı bilmeyen hallerimiz… O başlangıç ve hiç olanın sonsuzluğunu kavrayamayan zihinlerimiz yoruldu. “Kötü” olmamaya dair direncimiz, “acı”yı kabul etmeye dair olan direncimiz bizleri güçsüz bıraktı.
Daha da enerjin var mı defans için. O kollar hep havada asılı mı duracak?
İki kolunu da yanlarına salıp, her duygunun içinden gelip geçmesine izin verebilir misin?
Ancak “hiç” olursan, yani kodlanmamış bir enerji olursan sakinlikle geçer her duygu içinden ve seni kolaylıkla dönüştürür.
Bu, herhangi bir şey olmaya çalışmamak halidir. Ne olduğunu bir sıfata sığdırmama halidir. Olana tamam demektir. Olanı izlemektir. İzlerken istediğini büyütmek, istemediğine ses etmeden geçip gitmesine izin vermektir. Bir direnç, bir duygu üretmeden. Sadece izlemek. İzlemeye çalışmadan, izlemek…
Ne kadar kaf dağının uygulanamaz kuralları gibi gelse ve yargılarımız bu halin imkansızlığına bizi inandırmaya çalışsa da, özümüz bu. Bu hale uyumlanmamız bu yüzden çok kolay. Hatırlamak burada geçerlidir! Hatırlarız. Bir hiçlik, bir başlangıç, bir sonsuzluk titreşimi olduğumuzu.
Ve bu hal, aklımızla, ruhumuzla, şekillendirilir. Bu yaratımdır. Bu saf ve özgün bir yaratımdır.
Dogmalardan, inançlardan, gizli ajandalardan bağımsız bir yaratımdır. Sana aittir ve tartışılamaz.
Ve bütün bu dünya pratiği, bu enerjide durabilmek üzerine, tüm insanlığın “tanrılığını” bu boyuta indirebilme becerisini kazanması üzerinedir.
Hatırlamak üzerine.
Ne olduğunu!
Yaşamda büyük bir hareket var, her yerinde her anında. Her bir varoluşun da kendine has bir rengi ve tınısı. Bu haslık, bizi bütüne götürecek yegane hazinemizdir. Onu ortaya koyabilmek ise tek görevimiz.
Yaşamsal görevlerimiz, zihinsel görevler gibi bir sıfata sığdırılamaz. Yaşamsal vazifeler sonuç işaret etmez, yolu işaret eder. Yolun son-(suz)-ları, senin yaratıcı ve özgün titreşimin ile şekillenir. Yani sana sonsuz iradeyi bahşeder. Bir başarıyı değil, mutlak varoluş içinde nefes almayı, tin i içeri çekip onunla tam olarak uyumlanmayı.
Hayatın, bir insan beden ömründen ibaret olduğu inancından çıkıp(çoğumuz bilgisine sahibiz ama idrakine sahip miyiz?), sonsuz bir döngü olduğu gerçeğini aklımızda tutarak, her fırsatta aslında ilahi bir varoluşun anda, yaratımında olduğumuzun bilincinde olmakta yarar var. Bu çapa, bizlerin illüzyonun içinde kaybolduğumuzda merkeze, gerçeğe dönmemize olanak sağlar.
Detaylara indiğimizde, insanlığımızın “aciz” kısıtlı dünyasında, mekanik duygu sorunlarını çözüyoruz. Buralarda gezinirken elbette, ilahi ve sonsuz olanın titreşiminden kendi duygumuzun hapsine girebiliyor, hatta her şeyi sınırlı ve bir kalıp içinde görmeye meyil edebiliyoruz. Fakat, cümlenin başında da söylediğim gibi, buralar mekanik duygu durumları. Bir mühendislik yaptığımız, düşünce yapısını değiştirdiğimiz, bakmayı yeniden şekillendirdiğimiz yerler. Burada yaptığımız değişiklikler, kendi bütünümüzde, üst katlarımızda bambaşka hislere ulaşmamıza, başka farkındalıklar yaşayıp her seferinde merkezimize daha da yakınlaşmamıza olanak sağlıyor.
En çok buralarda vazgeçiyoruz kendimizi oluşturmaktan, umudumuz en çok buralarda yitiyor. Oysa burası su altında inşaat yaptığımız yerdir. Başarısızlık hissettirmesi, zaman algımız daki yanlışlıktandır. 8 çizer gibi, aşağıya ve oradan yukarıya doğru seyahat ederiz her seferinde. Bir içeride, bir dışarıda oluruz ve bu sonsuz kere sonsuz devam eder. Eğer dikkatli bakarsak da, asla bir önceki ile aynı duygularda değilizdir.
Kendini yargılamamak bu yüzden önemlidir. Yargı, seni bir duygunun başında gardiyan yapar. Ne tutsak gidebilir, ne de gardiyan.
Bu dönem zor bir dönem, kolay bir dönem vs. demeyeceğim. Dünyanın altı üstüne, üstü altına dönüp duruyor. Hep öyleydi, şimdi de öyle. Değişen tek şey sebepleri. Oysa yüzleştiklerimiz hep tanıdık ve bildik. Bu sefer, bu senaryoda, bugün, şimdi… Başka bir şey yapmak ister misin?
Eş-yaratıcı olduğunun bilinciyle, idrak edememiş olsan bile henüz buna niyet ederek, kendini telkin ederek…
Atlatılacak bir durum yok, geçecek bir hal de! Hepsi her an olacak ve oluyor, sen bu fırtına içinde veya durgun suda, kendi şarkını söyleyebilir, sesini kendine duyurmayı seçebilir misin? Dalgaları saymayı bırakıp, sesinle hemhal olabilir misin?
Bir bağımsızlık hikayesi yazabilir misin?
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Kendinize kendinizi hatırlatın: Kalbin elinden tutup yola devam edebilmek