Şimdi sizlere Karayip turumuzun dördüncü durağı olan Dominik Cumhuriyeti’nin başkentinin Santo Domingo olduğunu, Hispanyola adasında yer aldığını, bu tropik, neşeli ülkenin Avrupalılar tarafından Las Americas (Amerika kıtaları)’da ilk oluşturdukları yerleşim olduğunu, ana dilinin İspanyolca olduğunu falan, gerçekten uzun uzun anlatmak isterdim. Fakat gelin görün ki, bir önceki durağımız Turks ve Caicos Adaları’nda havada, karada ve suda her yerimi ısırmış olan sivrisineklerden dolayı Dominik Cumhuriyeti; benim için hastane, uçağımın iptal edilmesinden dolayı panik ve sıkıntı, yine uçak iptalinden dolayı da çok enteresan bir hikayeye sebep olan tesadüflerden oluşuyor. Turks ve Caicos Adaları’ndan 30 kişilik pırpır uçağımızla heyecanlı bir yolculukla Santiago’ya doğru yol alıyoruz. Karayip turu içinde üçüncü kez bindiğimiz bu tek hostesli, pırpır uçakları çok sevmiş ve alışmış olmamıza rağmen, yolculuk boyunca o kadar sallanıyoruz ki inince toprağı öpecek kıvama geliyoruz. Aslında uçaktaki yolcular da inanılmaz eğlenceli ve neşeli tipler. Herkes bağıra bağıra konuşuyor, gülüyor, bir yandan da uyuşturucu kaçakçısına benziyor! Yani böyle türbülanslı, heyecanlı, uyuşturuculu bir Orta Amerika filminde hissettiriyor bu kısa yolculuk bana kendimi. Santiago’da hiç vakit kaybetmeyip, (Santo Domingo’da artık neler var zannediyorsak) koştura koştura bir otobüse binip iki saat sürecek olan yolculuğumuza başlıyoruz. Allahım! Bu iki saat boyunca sinek ısırığından ponçik ponçik şişmiş bacaklarımı deyim yerindeyse haşır huşur kaşıyorum. Arkadaşım daha fazla kaşımamam için ellerime vuruyor ama nafile. Ben hayatımda böyle bir kaşıntı, böyle bir acı hissetmedim. Derimi yüzüp, kemiklerimi kaşımak istiyorum neredeyse!
Santo Domingo’daki otelimiz Europa Boutique Hotel’e geldiğimizde resepsiyonist teyze tüm sevimliliğiyle bizi camsız odamıza yerleştirip, derdime çare bulmak için kaşıntı önleyici krem önerirken, bacaklarımı gördüğü anda irkilerek hastaneye gitmek üzere bir taksi çağırıyor. Zaten o sırada ben de; “Beni hastaneye götürün” diye ağlamaya başlamışım bile. Taksi şoförümüz Alexis; dünyanın en iyi insanlarından biri. İngilizce konuşuyor, hastanenin içine kadar gelip bize yardım ediyor. Doktorlara benim alerjim olduğundan, dolayısıyla aspirin içerikli ilaçlar alamayacağımdan bahsediyor, sigorta, para ve reçete gibi bütün gerekli hususlarda bize yardımcı oluyor. Bu sırada ben Clinica Abreu’ nun acilinde uzanmış, benimle ilgilenecek doktoru bekliyorum. Kaşıntı içinde kıvranırken, bir yandan da hayal kurmayı ihmal etmiyorum tabii. Şimdi diyorum, içeri (buraya dikkat) “zorunlu görevini Dominik Cumhuriyeti’nde yapmakta olan, inanılmaz yakışıklı, Brezilya’lı bir doktor girecek”, birbirimize aşık olacağız ve ben Brezilya’ya taşınacağım. Daha benim hayal baloncuğum sönmemişken, içeri iri yarı bir abla giriyor. Bir kolumdan, bir popomdan olmak üzere iki tane iğneyi ok atar gibi yumuşak derime sapladıktan sonra, serumumu takıyor. Ben de hayalimin tadı damağımda, iğnenin acısı popomda, kaşıntılarımın geçmesini beklemeye koyuluyorum. İşte hayaller ve gerçekler! Hastanede işimiz bittikten sonra, Alexis bizi bir eczaneye götürüyor. Kocaman bir eczane, fakat içeri giremiyoruz. İçerdeki adam mikrofonla bize bir şeyler soruyor, reçeteyi banka veznelerindeki gibi, azıcık açık bir boşluktan içeri bırakıyoruz. Eczacı reçeteyi alıp, bütün ilaçları hazırlıyor ve yine aynı daracık boşluktan bize uzatıyor. Alt tarafı bir eczane, bu güvenlik niye! İlaçlarımı alıp otele geri dönerken karşıma çıkan iyi insanlar için Allah’a bir kez daha şükrediyorum. Dünya’nın bir ucuna gidiyor, tanımadığımız insanların evlerinde kalıyor, hastanelere kaldırılıyor, birazdan bahsedeceğim Sinan gibi internetten bulduğumuz insanlarla tanışıp, görüşüyoruz… Neyse ki karşımıza hep Alexis gibi yardımsever taksiciler, Cheminade’lar gibi misafirperver ev sahipleri, Sinan gibi dost canlısı insanlar çıkıyor…
Biraz da Santo Domingo’da neler var, neler yok kısmına gelelim. Şehrin en civcivli bölgesi Zona Colonial; Las Americas yani Yeni Dünya’nın en eski yerleşim bölgesi, UNESCO ( Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu)’nun dünya miraslarından sayılan, koruma altında olan bir bölge. Burada, Plaza Espana’da bulunan Pat’e Polo, La Briciola, Angelo gibi birbirinden şık ve leziz restoranlarda bir akşam yemeği yemeden, Avenida Venezuela ( Venezuela Caddesi)’daki gece klüplerine gitmeden, Dominik Cumhuriyeti birası Presidente’yi tatmadan dönmeyin derim. Las Americas’ın en eski kilisesi; Catedral Santa Maria La Menor’ u görüp Calle El Conde ( El Conde Caddesi)’de alışveriş yapmayı da ihmal etmeyesiniz.
Aman efendim Santo Domingo çok sıcak, yüzümüz, gözümüz ter içinde kaldı, ayağımızı bir denize soksak hiç fena olmaz derseniz, hemen bir otobüse atlayıp ya da paraya birazcık kıyıp 30km uzaklıktaki Boca Chica plajına gidebilirsiniz. Gidemeyip de hep merak ettiğim Punta Cana’yı gezip bana anlatmak isterseniz de keyifle dinlerim. Haa bir de Acun’un memleketine kadar geldik, Survivor nerde çekiliyor yahu derseniz 2 saatlik bir yolculukla Las Terrenas’a ulaşabilirsiniz.
Couchsurfing.org’un velinimetlerinden bir kere daha yararlanarak bizimle aynı tarihlerde Dominik Cumhuriyeti’nde olacak bir Türk genci; Sinan’la Zona Colonial’deki Hard Rock Cafe’nin önünde buluşmak için sözleştik. Yediğim iğnelerden sonra bayağı azalan kaşıntılarımdan dolayı mutluydum ve artık eğlenmeye hazırdım. Sinan yıllardır Haiti, Trinidad ve Tobago ve Panama’da Orta Amerika’nın Turkcell’i Claro’da çalışıyormuş. Santo Domingo’ya iki haftalığına iş için gelmiş, gelmişken de bizle buluşma gafletinde bulunmuş. İspanyolca’yı inanılmaz akıcı konuşan, yıllardır Türkiye’yi ziyaret etmemiş bu iyi niyetli, Mersinli genç Sinan; iş için Santo Domingo’da bulunduğundan, bütün otel ve taksi paralarını şirketi ödüyor. O da sağ olsun bize bir kuruş taksi parası verdirmiyor. Malecon’daki restoranlardan birinde yediğimiz akşam yemeği sırasında Sinan’ı daha da yakından tanıyoruz ve çok seviyoruz. Ardından beraber Avenida Venezuela’ki gece kulüplerini ziyaret ediyoruz. Dünya’nın bir ucunda tanıştığımız dünya tatlısı arkadaşımızı oradan ayrıldıktan sonra bir daha hiç aramamış olmanın utancı içinde Sinan’ı buradan öpüyorum ve Türkiye’ye gelir gelmez onu göreceğime söz veriyorum…
Santo Domingo’daki son akşamımda, en iyi iki arkadaşımdan ayrılıp, Türkiye’ye dönmek üzere Küba’ya uçacak olmamın heyecanı içinde onlarla vedalaşıyorum. Normal şartlar altında o gece Havana’ya uçup, iki gün daha orada kaldıktan sonra güzel yurduma dönecektim. İçime doğmuş gibi arkadaşlarımdan ayrılırken, içimde çok garip bir his olduğunu, hiç uçağa binecekmiş gibi hissetmediğimi söylüyorum. Böyle cümleler kurmama alışkın olmayan arkadaşlarımın da içine bir sıkıntı düşürerek yanlarından ayrılıyorum. Havaalanına vardığımda Cubana de Aviacion’la Havana’ya gidecek olan uçağımın iptal olduğunu öğreniyorum. “Hah işte biliyordum” diyorum. Ama hayatımın en güzel, en farklı ve nostaljik anılarından birini yaşamama sebep olacak bir tesadüf, bir karşılaşma yaşayacağımı bilmiyordum… Şimdi biraz merak edin bakalım =)
Önemli Detaylar:
- Santo Domingo’nun, bir Tayland olmasa da hatrı sayılır baağyan sektörü potansiyeli olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Genç delikanlılar, bekarlığa vedasını kutlayacak yalancı damatlar, hayatına renk katmak isteyen orta yaşlı amcalar; Santo Domingo’nun Gentilmen’s Club’larını beğeneceksiniz. Valla ben bile bayıldım!
- Güney ve Orta Amerika’nın spesyalitelerinden biri ceviche ( kevişe ya da sevişe diye okunduğu için biz bayağı gülmüştük). Çiğ balık, limon, pişmemiş pirinç gibi gereksiz bir karışımdan oluşan, içinizde garip hisler uyandıracak bu yemeğin tadına bakmak isterseniz bir bakın bakalım.
- Avenida Venezuela’daki barlarda genellikle reggaeton müziğine maruz kalacağınız için kılıç, kalkanınızı kuşanıp gidin bence. Ya da bayağı bir için, zira bu müziğe başka türlü dayanacağınızı sanmıyorum. Bir de bu müzik beraberinde inanılmaz müstehcen, seks odaklı bir dansı getiriyor. Uyarmadı demeyin.
- Boca Chica’daki satıcılar içinizi bayana kadar başınızdan ayrılmayacaktır. Ama genelde zararsızlar, kibarca kovabilirsiniz. Hepimiz ekmeğimizin peşinde değil miyiz en nihayetinde!
- Dominik Cumhuriyeti’nin tropikal iklimi biraz fazlacana nemli olduğundan gün içinde burnunuz, göz altlarınız, alnınız… vs su içinde kalacaktır. Şapkasız çıkmayın derim…
- Dominik Cumhuriyeti’ne giderken Türkiye’den vize almanıza gerek yok. Havaalanında 10 dolar gibi cüzi bir rakama vize alarak ülkeye rahatça giriş yapabiliyorsunuz.
Yazarın tüm yazıları için tıklayın.