X

Doğru zamanda, doğru yerde, doğru soruyu sormak hayat kurtarır

Uzun yıllardır insan iletişimleri üzerine derin bir araştırma yapmaktayım. Araştırmalarımı yaparken sık sık arkama yaslanıp sadece insanları ve kendimi izliyorum. Kim ne diyor, neden diyor ve aslında ne yapmaya çalışıyor ve bunlar bende nasıl bir algı yaratıyor? Uzun uzun seyrederken kendi algılarımı denetliyorum. Gördüklerim karşısında bazen hani “Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım” diye kullanılan bir deyim var ya, o bile çok hafif kalıyor.

Eğitimli/eğitimsiz, genç/yaşlı, çocuk/yetişkin, erkek/kadın fark etmeksizin ciddi bir iletişim kopukluğu algılıyorum ve bu durumdan kimse rahatsız değil gibi geliyor. Sanki her birey kendi aklındakiler kadar yaşıyor gibi. Bir diğeriyle konuşuyor, ancak bir diğerini hiç algılamıyor gibi. Hep bir duymak istenenler var ve duymak istediklerini duymayınca ya kaçıp gidişler ya da öfkeyle karşı gelmelerle had bildirmeler, sürekli bir akıl verme çabasıyla kendi fikrini kabul ettirme girişimleri baskın gibi geliyor bana.

Sanki herkes herkesle rekabet halinde, savunma ve açıklamayla ya da şikâyet ve suçlamalarla hep kendi dışında gelişenleri yargılayıp kendilerini muazzam bir şekilde saklıyor gibi… “Beni gör! Beni duy! Beni sev! Beni önemse!” çığlıkları atarken korkularını bastırarak asıl gerçeklerden, kendileri için doğru olanlardan, ayaklarına kadar gelen asıl fırsatlardan kaçıyor gibiler.

Önce bunlar benden bana yansıyanlar mı diye uzun uzun değerlendirdim; öyle ya günümüzde bir de bu bakış açısına yönlendiren toplum normları var. Spiritüalizmin getirdiği bir akım: “Sende olmayanı görmezsin, gördüklerin senin aynan.” Birçok araştırmadan sonra benden bana yansıyanlar olmadığını gördüm çünkü benden bana yansıyanlar olsaydı insanları kişilikleriyle yorumlayan, yargılayan, haklarında bir fikir oluşturan olurdum. Kişisel bakardım. Oysa ben sadece izliyordum, yorum yapmadan, akıl yürütmeden bir film izler gibi izliyordum, öyleyse benden bana yansıyanlar olma ihtimalini de eleyebilirdim.

Birçok bilgiyle değerlendirdikten sonra Human Design bilgileriyle de ele almaya başladım çünkü Human Design der ki: “Her aura tipinin kendine dair bir yaşam işleyişi ve karar verme biçimi var.” Ya kendi işleyişlerine uygun yaşarlar ya da toplum normları ile şartlanarak yaşarlar. Aura tiplerine baktığımda aynı olmayan tiplerde de durum değişmiyordu, öyleyse en yakın olasılık şartlanarak yaşamaktı çünkü tüm kelimeler neredeyse birbirinin aynıydı.

Araştırmamı yapmaya başladığımda toplu taşıma araçlarının içine sızıp izliyordum. Birbirini tanımayan onlarca insan ya yanındakiyle ya telefonuyla konuşurken birbiriyle aynı kelimeleri kullanıyordu. Mesela: “Aynen-aynen!” “Ben dedim!” “Anlamıyorum.” “Anlamıyorlar.” “Nasıl yapar?” “Nasıl der?” “Vicdansız!” gibi.

Tüm bunların üstüne eve gidip televizyonu açardım, kadın programlarında, haberlerde, dizilerde aynı ifadeleri bulup o zamanlar 100 sayısına ulaşırdım. Öyle ya emin olmak için çok olasılıklı gözlemlere ihtiyacım vardı. Anlayacağınız, iddia ettiğim hiçbir şeyi birden çok gözlemi tamamlamadan ifade etmediğimdir. Bu alışkanlığım da bana tek bir olasılığa sığınarak hayatımı zehir etmek yerine çoklu olasılıklarla eğlenme imkânı kazandırıyor.

Çıkardığım sonuç doğrultusunda hayatın insanlara, insanların hayata katkı olması ve huzuru tatmasının yolu şuydu: Herkesin kendi işleyişini öğrenip ona göre davranmayı geliştirmesi. Doğru zamanda, doğru kişilere, doğru soruları sormayı öğrenmesiydi, olanı algılamadan cevap vermemeyi, kendine katkı olmayan, kendisinin katkı olmadığı yerlere burnunu sokmamasıydı. Kendi adına doğru kararları veremezken başkaları adına karar vermeyi bırakması gerekiyordu. Bu bana göre en kesin ve net iyileşme formülüydü, ancak bunu yapabilmek için önce durumu fark etmek gerekiyordu.

Bu duruma dikkat çekebilmek için bu makaleyi yazmaya başladım demek çok da yanlış olmaz.
Bu durum ne mi?
Duymak, görmek, elde etmek, değer kazanmak beklentisi dışında her şeye kendini kapatmak: Her ne olursa olsun, her ne söylenirse söylensin algılayamamak. Diğerleri hakkında hep bir fikir sahibi olduğunu sanıp onlar adına kararlar vermek. Sanki “Ben her şeyi biliyorum, sen hiçbir şey bilmiyorsun” havasında olmak gibi.

Tüm yazdıklarımı iki küçük kurguyla örneklemem gerekirse… Deniz ve Fatma isminde iki kurgu ismi olsun.

Deniz: Bugün çok yoruldum, ayağım fena ağrıyor.
Fatma: Benim uçuğum çıktı. Gece rüya gördüm. (Rüyayı anlatır.)
Deniz: O kadar çok yoruluyorum ki rüya bile görmüyorum. (Bütün gününü anlatır.)
Fatma: Aslında rüyalarım hep çıkıyor, ancak kimse beni ciddiye almıyor ki. (Annem, babam, eşim, kardeşim diye şikayete başlıyor.)
Deniz: Aslında böyle böyle yapmasalar bu kadar yorulmam. (Tüm çevresinden şikayetlerini anlatıyor.)

Diğer bir kurgu da Ece, annesi-babası-teyzesi ve kuzeniyle tatlı yerken olsun.

Ece tatlı yemiyor.
Neden tatlı yemiyorsun sorusunu sormak yerine:
Anne: Talcid’im var, vereyim de iç.
Ece: Midemle ilgili sıkıntım yok.
Teyze: Rennin vereyim, o daha iyi.
Ece: Midem kaynamıyor.
Baba: Yok, yok! Mide koruyucu hap iç.
Ece: Midem ağrımıyor ki!
Kuzen: Nane-limon kaynatayım.
Ece: Midem bulanmıyor.

Ece’nin sevmediği bir tatlı olduğu için yemediğini bir türlü görmemek ve anlamak istemeyenler kadar, Ece de tatlıyı sevmediğini gizler. Adına paylaşmak, sohbet etmek veya birlikte vakit geçirmek denilen bu diyaloglarda aslında ne oluyor? Birbirlerini gerçekten algılıyorlar mı? Kendilerine veya birbirilerine ne katıyorlar? İsimler kurgu olabilir ancak diyaloglar hemen hemen her yerde oldukça sık karşılaştığım diyaloglar.

Peki! Sen, okuyucu! Kendine bu okuduklarından ne kattın? Yoksa yazarı ve anlatılanları kendine göre akıl yürüterek yorumlayıp bıraktın mı? Ya da hiç ilgini çekmedi mi? Yoksa beni çok mu haklı buldun, sen de aynı dertten mi mustaripsin? Neler yazdığını algılayamadın mı?

Öyleyse özetleyeyim… Gittikçe hastalığa ve şiddete dönüşen toplum alışkanlıklarına dikkatleri çekmeye çalışıyorum; kopyala yapıştır hayatlara… Soru sormayı bilmeyen ve söylenenleri anlamakta zorlanan insan topluluklarının artışına işaret ediyorum.
Bulaşıcı hastalık gibi yayılmakta ezber edip, tekrara giren alışkanlıklarla kayboluşları fark ettirmeye çabalıyorum. Ne istediğini söyleyemeyenlerin korkularını gösteriyorum. Sorulara cevap vermek yerine akıl vermelerin fırsatları tepmek olduğunu söylüyorum. Soru sormak yerine başkaları adına karar vermekle onların nasıl değersizleştirildiğinin görülmesi için ışık tutuyorum. Kendini saklayıp, yargılamayı ve eleştirmeyi görev edinmenin kendi korkularını nasıl büyüttüğünü fark ettirmeye çabalıyorum. Sonra da beklentilerinde yaşanan çöküşlerle meydana çıkan acı, öfke, karamsarlık ve hayal kırıklıklarına tek tek nasıl SEN sebep olduğunu gör diye dikkatini çekmeye çalışıyorum.

Oysa doğru zamanda, doğru yerde, doğru soruları sorabilmek hayat kurtarır; huzur, başarı, memnuniyet ve fırsatlarla dopdolu, hareketli ve heyecanlı bir yaşamı getirir; dinlemeyi, algılamayı öğrenip doğru zamanda doğru soruları sormak…

Şimdi, aklınızdan geçenleri durdurup okuduklarınızı algılamıyorsanız bir daha okumanızı öneririm ve gerekirse bir daha. Sonra sizin için en uygun soruyu kendinizden bir şey katmadan sorabilir misiniz? Çünkü yaşam, “herkes kendini her şeye katsın” üzerine değil, “herkes kendine bir şeyler katsın” üzerine kurgulanmış; hayat insanı, hayatı desteklediğinde destekler…

“Anlamadım, ne demek istediniz? Soru sormayı mı öğrenmeliyim? Doğru zaman, doğru yer ne demek?” gibi kısa, net ve anlaşılır soruları sormaya başlayan bir toplumda her birey algılanır ve cevaplanır. Herhangi bir açıklama yapmadan, kendi tahminlerini ve olasılıklarını ilave etmeden soru sormak ve aynı şekilde soruları algıladıktan sonra cevaplamaya çalışmak hayat kurtarır. Hayatın size yaşadıklarınızla veya insanlar aracılığıyla getirdiği soruları görmeniz ve katıksız katkı olabildiğiniz sorular sorabilmeniz dileğim…

Hayata doğru soruyu sorun, hayat size uygun şekilde cevaplar getirsin. Her şeyi bilen olunca hayattan cevaplar alamazsınız. Hem bilen hem bekleyen olunmaz. Bana bir soru sormak ister misiniz?

İlginizi çekebilir: Sıradan biri olmak mı, yoksa sıradışı olmak mı?

Nalan Kahraman: Merhaba, Ben kimim? – Neden varım? – Önemli olan akıllı olmaksa hissettiklerim niye var? türünden bitmek bilmeyen sorularımın cevaplarını 2008 yılında tanıştığım Human Design sisteminde bulmaya başladım. Tam bir adanmışlıkla sistemi öğrenme yolculuğuna adım atarak 2018 yılında Uluslararası Human Design okulundan mezun oldum. 3 yıldır Human Design okulundan aldığım profesyonellik lisansımla online Human Design eğitimleri ile “Zihni Anlamak” üzerine atölyeler düzenliyorum. Yaşam deneyimlerimle edindiğim kazanımları sosyal medya hesaplarımdan paylaşıyorum. Aynı zamanda “EUREKA Yorumunu değiştir hayatın değişsin” kitabının yazarıyım ve yeni kitaplarım yolda. Kendini bilmek üzerine yola çıkanlar için elimden ne geliyorsa…

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale