Doğanın dilini öğrenmek, kendini bilmek ve enerjini korumak
Doğaya dikkatlice bakınca, ne kadar da benzer olduğumuzu görebiliriz. Ağacın dalları, bedenimizdeki damarlar gibi, toprak derimiz gibi, sular içimizdeki sıvılar gibidir. Birbirimiz gibiyiz. Yolunu kaybettiğinde bile bir ağacın köklü dinginliği sana yardımcı olur. Ya da yolu bulamadığında, nereden başlayacağını bilemediğinde, bir deniz dalgası gelir seni yolculuğa çıkarır. “Hadi gel! Yenileri elbet gelir ama bu dalgayı denemeden göremezsin” der, coşkusuna kapılır gidersin. Yaşarsın. Yaşamın durduğu o bıkkın, yalnız hissettiğin anlarda ise doğa aslında hep yanındadır. Özel olarak değil, fark etmen için hep oradadır zaten.
Gökyüzüne günde kaç kere bakıyorsun? Uçan ve dans eden kuşların ne hissettiğini düşünüyor musun? Bir ağacın yaprağı rüzgarda aheste aheste salınırken, sana ne hissettiriyor? Hiç durup hislerine bakmak için mola veriyor musun? Belki unutkanlığın, telaşın, öfkenin ve gerginliğin sebebi bir durup bakmayışındandır. Dur. Ve bir bak kalbinin ritimlerine, nefesin akışına, gökyüzüne, havaya ve daha ötesine, yıldızlara…
Suyu içtiğin gibi havayı iç. Kendine hava molaları yarat. Sonra tekrar içine gönder bakışlarını, belki oradan yeryüzüne… Ayaklarının altını hisset. Toprağa ne kadar yakın, ne kadar zeminde kendinden emin bir şekilde duruyorsun, bir bak. Daha da derinleşip topraktaki çeşitliliği hatırla. Mikro güzelliklerle dolu bir yer. Yaşamın bambaşka derinliklerini hatırla. Toprakta, suda, havada ve ateşte. Çünkü ateş de can getirir. Güneş kocaman bir ateş gezegeni değil midir? Bize, dünyaya hayat veren…
İşte böyle yükselsin bilincin, sana tıkanıklıklar yaratmasın zihnin. Doğa içimizde de var. Ama hatırlamayız ya da hepimizde dağılımı farklı olduğu için, bazen anlamak zordur. Doğa gibi, doğum tarihimiz de bir haritadır. Burçların yoğunluğuna göre, hangi elementin bizde eksik olduğunu ya da fazla çalıştığını anlayabiliriz. Bu haritayla kendimize, gerçekliğimize daha net bir bakış atabiliriz.
Hatta burç değil, ruh hali akışın bile yeterlidir. Gün içinde çok sinirleniyorsan ya da çok coşkuluysan ateş, yeniliğe hazır değilsen ve sabit bir şekilde durmak istiyorsan toprak, oradan oraya uçuşkan hallerde isen ya da iletişimin kuvvetliyse hava, hassas bir insansan, duygularında ve iç dünyanda kayboluyorsan su elementini yoğun çalıştırıyor olabilirsin.
Aynı şekilde hepsi dengeli ya da çok az da çalışıyor olabilir. Belki hiç çalışmıyordur. Bazı ruh hallerini anlamadığımızda ya da bazı insanlar bize çok zıt geldiğinde, aslında bu elementler karşılıklı buluşur. Ya zıtlıklarla harmanlanır ya da ortaklıklarla uyum sağlar. Bunlar da seçimimizdir. Ya o kişinin zıtlığı ile biz dengeleniriz ya da o yönü öğrenmeye başlarız. Ya da zıt değil de uyuma yakın olduklarımıza enerjimizi harcarız.
Her türlü temas bizi geliştirir, bize bir şeyler öğretir. İşte burada enerji alanımızı korumanın da önemi var. Eğer geliştirecek diye öfkeli bir insanı hayatınıza sokarsanız, sizin su elementiniz de yoğunsa yansıyarak suyunuzdan almaya başlar. Bu yüzden önce içinizde kendi dengenizi bulun, hatırlayın. Evinizi temizlediğiniz gibi, enerjinizi ve auranızı temizleyin. Bu temizleme ya da hangi elementin ağır olduğunu anlama sürecinde doğa ile vakit geçirmek size bir ayna olur. Topraklanırsınız, su ile şifa bulursunuz, havayı içinize iyice çekersiniz. Ve belki güneşin altında biraz oturur, ateşin ısısını alırsınız.
Ya da giydiğiniz kıyafetler, odanızdaki renkler bu elementlerin renginde olabilir. Yediğiniz yemekler de öyle. Bu element dengesi, tıkalı ya da açık çakraları da gösterir. Yani enerjiyi iyi alan ve alamayanlar. Eğer köklü hissetmiyorsanız, ayaklarınız yerden kesik bir oraya bir buraya koşturuyorsanız da, köklenmeye ihtiyacınız vardır. Kök çakra çalışarak toprak enerjisi dengelenir. Hayalleriniz var ama itici güç yok, harekete geçmek yok. Ateş eksik olabilir mi?
Kendimizi anlamaya başladıkça, insanları ve doğayı da anlamaya başlarız. Aynı şekilde doğayı anlarken kendimizi de biraz anlamaya başlarız. İçinizde gidip gelen bir anlam arayışı, kendinizle başlayacak çok güzel bir yolculuktur. Ama yaşam öyle bir yerdir ki her şey ayna, her şey hoca, her şey rehber olabilir.
Bazen mikro ve makro ayrımı yapmak bile çok materyalist kalır. Ruhunuza güvenin, bilincinize güvenin. Ve açın kalbinizi bilgileri almaya, dengelenmeye. Eksik diye görmeyin, bu sizin yaradılışınız. Tam olarak görmek için var. Olduğun halini fark etmen, suyu, ateşi, toprağı ve havayı görmen için. Kendine şefkatle yaklaşabilmen için var.
Ve harita tüm yol değil, sadece yola ışık tutan bir fenerdir. Doğa ise içinde olduğun kocaman bir yuva. İster yıldız haritanla, ister ruh hallerini ya da doğayı gözlemleyerek kendini keşfedebilirsin.
Platon “Kendini bilmek, ruhunu bilmektir…” demiş. Kendini bilen insan dengesini fark eder ve iyi hissetmeyi seçen, iyi de hissettirir. Kendini şifalandıran etrafını da besler. Bilerek değil, olduğu gibi akar. Ruhunun sesine kulak verirken, doğanın sesine kulak ver. Benzerliği ve birliği kucakla. Ve yalnız değil, ne kadar da içinde olduğunu hisset. Çünkü en çok hissetmek için buradayız!
Ya da “Nasıl hissedeceğim, nereden başlayacağım?” diyorsan, bir Hayao Miyazaki filmi izleyebilirsin. Her filminde, doğaya duyduğu saygıyı, doğanın ruhunu ve doğadaki parçalarımızı öyle güzel yansıtıyor ki seni kalbine daha hızlı ulaştırabiliyor. Kitaplar, filmler, şiirler de işte bir ayna, daha hızlı görebilmen için. İnsan ellerinden çıkmış parçalar. Birbirimize yansıyoruz ve birbirimizi yaşatıyoruz. Ama bunun ihtimalleri hep bizim elimizde. Ve tabii sen hazırsan aynaları her yerde bulabilirsin. Haritalar da, aynalar da sen istediğinde sana açılacaktır.
İlginizi çekebilir: Bedeni keşfetme yolculuğu: İçe gitmeden dışarı açılmak gerçek bir keşif midir?