Doğallık için zaman gerekir: Bir şeylere zamanımızın olduğu yılları hatırlamaya var mısınız?
Bugün sizlerle birlikte etrafta gördüğümüz ve ne yazık ki artık “Doğal hali nasıldı?” diye düşünmeye bile yeltenmediklerimize bakalım istiyorum. Sadece etrafımızdakilere değil, içimizdekilere de dokunacağız… Kendi doğal olmayan halimize de… Sırf başkaları memnun olsun diye yaptıklarımıza. Sırf diğerleri hoş görsün diye takındığımız tavırlara. Sırf başka insanların gönlü olsun diye kabul verdiklerimize. Sırf o diğerleri üzülmesin diye uygun gördüklerimize, ses çıkarmadıklarımıza, belki yanından öylece geçip gidiverdiklerimize…
Gelin biraz daha yakından bakalım. Doğal halini hatırlıyor musunuz? Eskiden bu tavuk yetiştirme çiftlikleri kurulmamışken, bizler tüm market raflarında aynı anda, yüzlerce tavuk içeren seçenek bulamazken ve ben çok küçükken (!) civcivler vardı… Evet yanlış hatırlamıyorsunuz, pazarlarda da civciv satılırdı. Ne yapardık? Alıp yetiştirirdik, zaman verirdik. Zamanla yetişir de bir tavuk çıkardı ortaya. Yani bugün gördüklerimiz gibi “gezen tavuk” olarak nitelendirilen üstün tavuklar, aslında geçtiğimiz zamanın doğal haliydi… Zaten bir tavuk normal halinde, doğal halinde “gezerdi”… Neden gezebilirdi? Çünkü büyümesi ve gelişmesi doğal haline bırakılmıştı.
Şimdi bu örnekten başka bir örneğe geçelim. Her şey için sabrımız azaldı. Nasıl tavukların gezmesine bile verebilecek zamanımız yoksa (yani doğal olan şeye, doğal olarak zaman veremeyecek doğalsızlıktaysak!), aynı şekilde sevgiye de ayıracak zamanımız yok. Daha doğrusu sevgiye de ayıracak doğallığımız yok! “Neden?” diye soracak olursanız açıklaması çok basit, sevmek doğallığını kaybetti. Sevdiğine bakamamak doğallığını kaybetti. Sevdiğimizi kalbimizde taşımak doğallığını kaybetti. Sevdiğini gözünden bile sakınmak doğallığını kaybetti. Bunların hepsinin yerine şimdi Instagram’dan like etmek, Facebook’tan fotoğraflarına bakmak ve “mesaj” yazarak iletişim geliyor… Doğala bakmak değil de doğal olmayan ne varsa ona bakmak geliyor. Ve hatta “sanal” olanla daha çok mutlu olmak gerçeğini “göresimizin bile gelmemesi” geliyor.
Sadece bu kadarla kalsa yine iyi… Gelelim kendi kendimizde kaybettiklerimize (!)… Her gün istemediğimiz bir işe gitmekle, istemediğimiz bir şeyi yapmakla, istemediğimiz şeylerden bahsetmekle ve evet, istemediğimiz bir hayatı yaşamakla yükümlüyüz belki de. Sıkıştıkça doğal olandan uzaklaşıyoruz, sıkıştıkça daha da kendimizden uzaklaşıyoruz. Onlarca saati doğal olmayan şekilde harcadıktan sonra geriye “ben” olandan ne kalıyor? Geriye kalbimizden söyleyecek ne kalıyor?
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız bir kez oturup doğal olanı düşünmenizi dilerim. Bir ağaç kadar ağaç olabilir miydiniz, dallarınızı bükmeniz gerektiğinde sıkıca köklerinize tutunabilir miydiniz? Her kim, her ne ve her nasıl olursa olsun siz o olmak halinizden vazgeçmeden, açıkça ve “doğallığınızla” durmaya, olmaya, büyümeye devam edebilir miydiniz? Eğer siz bir ağaç olsaydınız, “ağaç gibi ağaç” olabilir miydiniz?
Doğal olanı biz ne zaman unuttuk, gelin hatırlamak için unuttuğumuz kadar olmasa da azıcık zaman harcayalım!
İlginizi çekebilir: Zamana yetişemeyenlere bir sır: Sizden öte yar yok