Doğanın iyileştirici gücünü odağına alan filmler
Ara ara hepimiz, içinde kaybolduğumuz modern dünyanın sorunlarından, trafik karmaşasından, şehrin gürültüsünden kaçıp sükunet, sessizlik ve huzurla dolu doğaya sığınmak isteriz. Doğada vakit geçirdiğimizde, çıplak ayağımızla toprağa bastığımızda, bir ağacın gövdesine sarıldığımızda sanki yeniden doğmuş gibi capcanlı hissederiz. Doğa sınırları ortadan kaldırır, hayal dünyamızı alabildiğine genişletir, bize yapabileceklerimizin ve potansiyelimizin en az hayal gücümüz kadar geniş olduğunu gösterir. Doğa hepsinden de öte, içgüdülerimizi fark etmemize, problem çözme becerilerimizi keşfetmemize, hayatın gerçek anlamını bulmamıza ve neden yaşadığımızı daha iyi anlamamıza olanak sunar. Kendimiz hakkında yeni şeyler öğrenmemiz için bir alan yaratır. Doğa, kendini gerçekleştirme, yaratıcılık ve kişisel gelişim üzerine düşünmemizi ve aksiyon almamızı sağlayan, potansiyelimizi keşfetmemiz için sınırsız kaynak sunan bir öğretmendir. Elbette bu değerli öğretmen beyaz perdeye de sayısız defa ilham olmuştur. Doğanın iyileştirici gücünü odağına alan filmler listesi epey uzun olsa da sizin için en önemli yapımları bir araya getirdik.
Şehir yaşamını, alışkanlıklarımızı, sevdiklerimizi, konforumuzu bir anda bir kenara bırakıp her şeye rest çekerek vahşi doğanın içinde yeni bir hayat kurgulamak çoğumuz için ütopik bir hayal gibi görünse de, bunu başarmış olan insanların öykülerinden esinlenen muhteşem yapımlardan hayatla ilgili çıkarabileceğimiz çok fazla ders var. Doğanın iyileştirici gücünü odağına alan ve kişisel gelişiminize katkı sağlayacak önemli mesajlar içeren yapımları izlemenin size de ilham vereceğine şüphe yok…
Yaban (Wild)
Hayatını bir sırt çantasına doldurup yollara düşen bir kadının hikayesi.
Ruhumuzda açılan yaraları doğa iyileştirebilir mi? İlk basıldığı zaman New York Times Best Seller’da birinci sıraya yükselen Wild: From Lost to Found on the Pacific Crest Trail isimli kitaptan uyarlanan Yaban filmi, Amerikalı yazar Cheryl Strayed’in doğaya yönelerek kendini buluş hikayesini konu ediniyor. Filmde, annesinin ölümüyle darmadağın olan hayatını geride bırakmak isteyen Cheryl’in, Amerika’nın en uzun ve tehlikeli yollarından biri olan Pasifik Crest Yolu’ndaki 94 günlük yolculuğunda yaşadıklarına tanık oluyoruz. Tek başına çıktığı bu keşif yolculuğunda, onu tekrar hayata bağlayacak bir neden arayan Cheryl, bir röportajında “Eğer yanlış yola girmeseydim, doğru yolu asla bulamazdım.” diyor. “Pacific Crest Yolu’nu 94 günde yürümek benim için fiziksel bir zorluk olduğu kadar ruhani bir seyahatti de aynı zamanda…” diye ekliyor.
Neler öğrenebiliriz:
İlerlemek istiyorsan korkunla yüzleşmelisin.
Yürüyüşünün ilk gününde, Cheryl tek başına kamp yapmak zorundaydı ve çok korkmuştu. Şunu fark etmişti; eğer korkusuna bir anlık yenik düşse, sahip olmak istediği o yeni hayat elinden uçup gidecekti. Cheryl’in hikayesi, doğanın bütünleştirici gücüyle kendinize olan sevginizi hatırlamanın ve kendinizi yeniden bulabilmenin kanıtı. Şartı ise korkuyla yüzleşebilmek ve üstesinden gelmenin bir yolunu bulmak.
Free Solo
Hayatınızı bile isteye riske atar mıydınız?
Bu film tadındaki etkileyici belgesel, Alex Honnold’un ABD’nin Yosemite Ulusal Parkı’nda bulunan 900 metre yüksekliğindeki, dünyanın tırmanması en zor kayalarından El Capitan’a ip kullanmadan (free solo) yaptığı tırmanışı konu ediniyor. Tırmanmaya babasının yönlendirmesiyle ufak yaşta başlayan Honnold, hayatını tek gözlü bir karavanda, tırmanışı hayatının merkezine koyarak yaşıyor.
Neler öğrenebiliriz:
Herkes korkar; korkuyu hazırlıkla yen.
Ölüm hayatımızdaki en büyük belirsizlik. Honnold’un kendisi de ip kullanmadan yaptığı tırmanışlarında korktuğunu ifade ediyor: “Korkuyla yüzleşmenin en kolay yolu korkuyu kabul etmemek. Eğer gerçekten çok korkarsam, diğer insanlar korkularını nasıl kontrol ediyorsa öyle yaparım. Derin nefes alır, rahatlamaya çalışır ve devam ederim.”
El Capitan’ı hayatının merkezine koyan Honnold, tam 8 yıldır bu tırmanışa hazırlanıyor. Ayağını bastığı her zemini ezberleyerek, gözünde canlandırarak pratik yapıyor. “Belirsizliğin çok düşük bir ihtimal olmasını sağlamaya çalışıyorum. Zaten antrenmanların ve hazırlığın da amacı bu. Her ne kadar tırmanış riskli olsa da, benim için çantada keklik, çünkü gerçekten çok iyi hazırlanıyorum. Bu da kendime olan güvenimi artırıyor ve rahat hissediyorum.”
İlginizi çekebilir: Farkındalığınızı artıracak 5 çevre belgeseli
127 Saat (127 Hours)
Çare insanın kendisidir.
Ödüllü yönetmen Danny Boyle’un filmi 127 saat, 26 yaşındaki genç dağcı Aron Ralston’un kimseye haber vermeden çıktığı yürüyüşte, Utah yakınlarında Moab bölgesinde büyük bir kaya parçasının arasına sıkışmasını ve 5 gün boyunca verdiği hayat mücadelesini konu ediniyor. 5 gün boyunca yaralı halde sıkışıp kaldığı kayada, iç dünyasıyla baş başa kalan Aaron cesaretinin ve kendi kendisini metrelerce derinlikteki bu çukurdan kurtarmaya yarayacak gücünün farkına varıyor.
Neler öğrenebiliriz:
Güç sadece fiziksel bir olgu değildir.
Zor zamanların üstesinden direnç kazandığımız müddetçe gelebiliriz. Zorluklar, hayatın bir parçası ve kaçınılmaz. Her zaman size yardımcı olacak kişileri etrafınızda bulamayabilirsiniz. Ama sevdiklerinizi, onların hayatınızdaki yerlerini hatırlayarak hayata sıkı sıkı bağlanabilir, kendinizi motive edebilirsiniz. Zorlukları ya aşılamayacak problemler olarak ya da saklı gücünüzü keşfetmek için bir fırsat olarak görebilirsiniz. Seçim tamamıyla size ait.
Boşluğa Dokunmak (Touching the Void)
En kötü karar, kararsızlıktan iyidir. İpi kesmek mi?
Touching the Void, 1985 yılında iki İngiliz dağcının daha önce hiç kimsenin tırmanmayı başaramadığı Peru’daki Siula Grande zirvesine tırmanış sırasında başlarına gelen kazayı anlatıyor. Birlikte kurtulma ihtimalleri çok düşük olduğu için, hayatındaki en zor kararlardan birini alarak, arkadaşını kendisine ve dolayısıyla hayata bağlayan ipi kesen Simon Yates’ten neler öğrenebiliriz, gelin yakından bakalım.
Neler öğrenebiliriz:
Karar vermek zorundasınız, yanlış olduğunu düşünseniz bile…
Belki de korkuyorsunuz, bulunduğunuz durumu çok riskli buluyorsunuz veya konuya tam anlamıyla hakim değilsiniz. Bu durumlar karşısında tepkiniz donup kalmak olabilir. Hayat bir akış ve akışta var olabilmeniz, dilediğiniz yöne akabilmeniz için bir yön belirlemeniz gerekir. Yoksa nereye gittiğiniz hakkında bir fikriniz olmadan savrulup durursunuz. Her ne kadar yanlış gibi gözükse de, Simone’un verdiği cesur karar hepimize bir hayat dersi niteliğinde. Bu şekilde, hayatınızın akışını siz belirlemiş ve bir sürü fırsatı hayatınıza dahil etmiş olabilirsiniz.
Özgürlük Yolu (Into The Wild)
Özgür olmaktan ve yaşamaktan korkma.
Christopher McCandless’ın (Emile Hirsch) ilham veren gerçek hikayesinden uyarlanan Into the Wild, rahat ve konforlu yaşamını terk ederek Alaska’nın kırsalında hayatının en büyük sınavını vermek, özgürlüğü deneyimlemek ve kendi deyimiyle “yaşamak” için yollara düşen Christopher’ın hikayesini konu ediniyor. Şehrin kirliliğinden, kalabalığından, keşmekeşinden ve içinde bulunduğu sistemin baskısından bunalıp doğaya dönmüş, orada yavaş yavaş kendi özünü ve gücünü keşfetmiş Christopher’ın macera dolu yolculuğunda kendi hayatınızdan çok şey bulabileceğinize eminiz.
Neler öğrenebiliriz:
Yaşadığını hissetmenin yolu bazen her şeyi geride bırakabilmektir, kendini bile.
Ne kadar fazla şeye sahip olursak olalım hayatta gerçek tatmini bulmanın yolu ancak yaşadığını hissetmekle mümkün. Konfor alanımız içinde, her gün aynı rutini sürdürerek, aynı şeyleri yiyerek, aynı insanlarla görüşerek potansiyelimizi keşfedebilmemiz mümkün değil. Hayat, konfor alanımızın dışında başlıyor ve yapabileceklerimiz bazen hayal ettiğimizin çok daha ötesine uzanabiliyor. Bunun içinse bazen hiç düşünmeden her şeyi, kendimizi bile geride bırakıp yeni maceralara atılma cesareti gösterebilmemiz gerekiyor.
İlginizi çekebilir: Netflix’ten ufkunuzu açacak 10 wellness belgeseli
Kaptan Fantastik (Captain Fantastic)
Baş kaldırdığınız düzen olmadan hayatınızı sürdürebilmeniz ne kadar mümkün?
Yıllar önce kapitalist düzene ve ailelerine rest çekip ormanda yaşamaya karar veren bir çiftin ormanda 6 çocuklarıyla tamamen kendi kurallarıyla, alışılmışın dışında bir hayat sürmesini konu edinen Captain Fantastic, hepimizin zaman zaman aklından geçen bir yaşam tarzını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Yiyeyeceklerini kendileri üreten, evlerini kendi inşa eden, kutladıkları bayramların günlerini kendileri icat eden, hatta çocuklarının eğitimini bile kendileri üstlenen bu aile, annenin vefatından sonra ilk defa şehre giden çocukların karşılaştıkları zorlukları düşündürücü detaylar üstünden bizlerle buluşturuyor.
Neler öğrenebiliriz:
Gitmek zorunda olduğunuz bir iş, hastalanınca gidebileceğiniz bir hastane, okul, market olmadan yaşamak “doğru” değil, bir “tercih”tir.
Kaptan Fantastik her şeyden önce hepimizin sürdürmekte zaman zaman zorlandığı ve “Başka bir hayat mümkün mü?” sorusunu sık sık sormamıza neden olan kapitalist düzeni odağına alan bir sistem eleştirisi. Ancak bunun da ötesinde düzene baş kaldırmayı romantize etmeden, içinde bulunduğumuz toplumdan izole olduğumuzda yaşayacağımız hayatı artı ve eksileriyle, objektif şekilde bize göstermeyi başarıyor. Seçimlerimizin doğru olup olmadığını bir kenara bırakarak yaşadığımız hayatın tercihlerimizle şekillendiğini anladığımız noktada, kendimiz için en uygun hayatı nasıl inşa edebileceğimiz de netlik kazanıyor.
Kumsal (The Beach)
Gitmek mi zor, kalmak mı? Belki de her ikisi de…
Oscar ödüllü oyuncu Leonardo Di Caprio’nun baş rolünde olduğu The Beach, rutin hayatından sıkılıp kendi özünü bulmaya çalışan Richard’ın Tayland’a gidişini ve orada tanıştığı Daff karakteri ile hayatının bir anda değişmesini konu ediniyor. Cennet gibi bir adayı keşfeden ve ütopyasını gerçekleştirdiği için son derece mutlu olan Richard’ın bir süre sonra adada, herkesten uzakta yaşamanın zorluklarıyla yüzleştiği filmde hayata dair sorularınızın birçoğunun cevabını bulacaksınız.
Neler öğrenebiliriz:
Hayallerin ve gerçekliğin savaşında kimin galip geleceğini insan egosu belirler.
Hayallerimizin gerçeklikle çarpıştığı noktada güzel bir rüyadan uyanmış gibi hissedebilir, hatta kendimizi bir kabusun ortasında bulabiliriz. Hayallerimiz, olmak istediğimiz kişi ve yaşamak istediğimiz hayat, bazen dünyayı görmek istediğimiz gibi görmemize neden olabilir. Ancak gerçeklikle yüzleştiğimizde, içgüdülerimiz ve doğamız baskın gelebilir ve hiç istemediğimiz bir insana dönüşmenin bazen seçimlerimizin ötesinde olduğunu keşfedebiliriz. Gerçekçi bir bakış açısıyla hayalperest yanımızı nasıl dengeleyebileceğimize dair önemli dersler içeren bu film, yaşadığınız hayatı sorgulamanıza ve yaşamda kontrol edebileceğiniz ve edemeyeceğiniz şeylerin neler olduğunu çok daha net görmenize yardımcı olacak.
Ayı Adam (Grizzly Man)
Hayatın anlamı insanda değil, doğada gizlidir.
İlk bakışta bir doğa belgeseli hissiyatı veren Grizzly Man, bir doğa belgeselinden çok, seçtiği garip hayat tarzı ile cesaretini kanıtlamış bir hayalcinin öyküsünü konu ediniyor. Timothy Treadwell isimli, kendisine yaşamak için insanların değil ayıların dünyasını seçmiş garip bir adamın hikayesini anlatan belgesel, moden insanın yaşamın anlamını bulmak için çıktığı yolculukta nelerle karşılaşabileceğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Neler öğrenebiliriz:
İnsanın anlam arayışı sonu olmayan bir yolculuktur.
İçinde yaşadığımız hayatı sadece insan hayatıyla sınırlandırdığımızda, kendi inşa ettiğimiz fanusta gerçeklikten ve doğamızdan uzak bir yaşam sürmemiz kaçınılmaz. Hayatın anlamı ancak ve ancak kendimizi yaşadığımız evrenin bir parçası olarak görebildiğimizde, sadece diğer insanlarla değil, böceklerle, ayılarla, hatta bitkilerle empati kurabildiğimizde bulabileceğimiz bir olgu. Dolayısıyla toplum normlarına göre “delilik” gibi görülebilecek kararlar, bazen kabuğumuzdan sıyrılmak ve gerçekten yaşadığımızı hissetmek için ihtiyacımız olan yegane şey olabilir.
Ahtapottan Öğrendiklerim (My Octopus Teacher)
Yaşamımızdaki herkesten ve her deneyimden öğrenecek çok şeyimiz var, bir ahtapottan bile.
Su altı ormanlarının büyülü dünyasına konuk olacağınız bu muhteşem yapım, denize aşık bir adam olan Craig Foster’ın tükenmişlik sendromu ve depresyonla mücadele ettiği bir dönemde, çocukluğunu geçirdiği Atlas Okyanusu’nun Güney Afrika kıyılarındaki Fırtınalar Burnu’na dönmesini ve bu sırada bir ahtapotla kurduğu dostluğu konu ediniyor. Yaklaşık bir yıl boyunca her gün dalarak ahtapotun yaşamıyla ilgili bilgiler ve görüntüler toplayan Craig, ahtapottan öğrendikleriyle kendi hayatını nasıl düzene koyduğunu harika bir arkadaşlık ilişkisi üstünden seyirciye aktarıyor.
Neler öğrenebiliriz:
Yakınlık, samimiyet ve derin ilişkiler hayatımızı dönüştürebilecek güce sahiptir.
Umutsuzluğa düştüğünüz, hayal kırıklığı yaşadığınız ya da kendinizi yaşadığınız dünyadan soyutlanmış hissettiğiniz anlarda yanınızda hiçkimseyi bulamasanız da, doğayla ilişki kurarak yaşama dair aradığınız tüm cevapları bulabilmeniz mümkün. Bakış açınızı dönüştürerek hayatınızı da dönüştürebileceğinizi ve evrendeki ufacık bir canlıyla bile bir ilişki kurmanın hayatınızın dönüm noktası olabileceğini anlatan bu sıcacık filmi izledikten sonra önceliklerinizi tekrar gözden geçirmek isteyebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Manzaralarıyla akıllardan çıkmayacak, nefes kesen belgeseller