İlk doğduklarında belki de çok zekice olan bazı fikirler ya da ilk söylendiklerinde kulağa çok anlamlı gelen bazı sözler “çok fazla” kullanıldığında birer “klişe”ye dönüşebiliyorlar. Çok fazla kişi aynı sözü tekrar tekrar kullanıp bir nevi tüketiyor ve artık orijinalliğini yitirmiş sadece “tanıdık” sözler haline geliyorlar. Yine de onlardan vazgeçemiyoruz. Dedik ya “tanıdık” oluyorlar artık, ve bizler tanıdık şeyleri seviyoruz.
Kimi zaman ortak paydalar yaratır klişeler. Hiç tanımadığınız biriyle bir anda “Ankara’da yaşayamam, deniz yok.” klişesinde bir araya gelip sohbete başlayabilirsiniz mesela. Paydaşlık güzel ancak söz artık o kadar sıradan hale gelmiştir ki, söylendiğinde pek de etki yaratmaz. Söz gerçekten söylemek istediğinizi anlatıyor olsa da artık duygusunu kaybetmiştir. Dolayısıyla etkisi olan, duygusu olan bir sohbet klişeleri pek sevmez diyebiliriz.
Bununla birlikte, klişeler önemlidir. Çünkü sözlü kültüre büyük etkileri vardır. Masalların, deyişlerin bir nesilden diğerine aktarılması için fazlaca tekrarlanması gerekir, yani birer klişe haline gelmeleri sözlü kültürün bir parçası haline getirir onları. Kim sevmez masalları özellikle de, karakterleri “sonsuza dek mutlu yaşadılar…”sa, ya da “iyiler hep kazanır…”sa.
Masallardaki, edebiyattaki, mitolojideki arketipler toplumsal hafızamızda yer aldıkları için buralarda neleri klişeleştirdiğimiz çok önemli aslında. Örneğin, masallarda çoğunlukla ormanda tek başına gezen bir kadın kurda kuşa yem olur. Bu, kadınlar için benimsenmesini istediğimiz bir algı olmamalıdır. Dolayısıyla da beslenmemelidir bu tarz klişeler. Toplumsal hafızamızda birikmesini istediğimiz şeyler için dilimize çok dikkat etmeliyiz.
Neyi klişeleştirdiğimiz sadece kültürel olarak değil bireysel olarak da çok önemli. Kendi hayatlarımızda neyi sürekli yaşatıyoruz, söylüyoruz, dinliyoruz ve o kadar çok kullanıyoruz ki, anlamını yitiriyor; buna rağmen varlığını kaybetmiyor? Kişisel yolculuklarımızda da fazlaca duyduğumuz klişelere dikkat etmeliyiz. Birçok kişisel gelişim kitabı dayanaklarını klişelere borçludur.
Örneğin, “Hayatta yapamayacağınız şey yoktur, yeter ki isteyin.” klişesi o kadar yanıltıcıdır ki. Benden duymuş olmayın ama hayatta yapamayacağınız birçok şey var. Sadece istemeniz yetmez çünkü. İstediğiniz şey için çok çalışmanız da yetmez bazen. Uğruna çok emek verdiğiniz şeyin sizin için uygun şey olması da gerekir. Şansınızın yaver gitmesi de gerekir. Doğru zamanlarda doğru yerlerde olmanız da gerekir. Bir sürü şey gerekir. Bu klişeye tutunup hayatınızda istediğiniz halde yapamadığınız şeyleri görünce kendinizi değersiz ya da başarısız hissetmemelisiniz.
Belki, o size göre değildi, ya da zamanı değildi. Bahsettiğim şey isteklerinizden vazgeçmeniz değil. Ne ise sizin için o konu, onun biraz derinine inmeniz. Yani “buzdağının görünmeyen kısmına” odaklanmanız; bu klişeye tutunmak daha akıllıca olabilir. Değiştirebileceğiniz şeyler varsa değiştirmeniz, geliştirmeniz gereken şeyler varsa geliştirmeniz ve bırakmanız gereken şeyler varsa bırakmanız. Unutmamak lazım, o sırada istediğiniz bir şeyin olmaması, başka güzel şeylerin olmayacağını ya da aradığınız anlamın başka bir şekilde hayatınızda varlık bulmayacağını göstermez.
Her gün yeni bir söz söylemenin peşinde koşmak güzel ama bunu yaparken tanıdık sözler de hep bizimle olacak. Her zaman olduğu gibi dozu önemli belki de. Klişelere fazla tutunmak bizleri düşünmekten uzaklaştırabilir, kabul duygusu ağır basabilir. Bu yüzden yaşattığımız klişelerin farkına varmalıyız. Farkında olmadan yanlış klişelere tutunmamalıyız.
Sizin en çok kabul ettiğiniz klişeler neler? Bunlar size iyi mi geliyor yoksa sizi aslında kabul duygusuyla hareketsiz mi bırakıyor? Sırf size öyle söylendiği için benimsedikleriniz var mı? Varsa belki de onlardan kurtulma zamanıdır. Çünkü “hiçbir zaman başlamak için geç değildir.”