Şikayet etmek, başladığımızda sonu gelmeyen bir konudur… Burada yazmayı deneyecek olsam bulabileceğim o kadar çok suçlu ve şikayet edebileceğim o kadar çok durum vardır ki… Tabi ki ben bunlarla sizi sıkmayacağım. Bugün sizinle diğerlerine attığımız her “suçu”, örneğin diğer “kişilerden görmediğimiz saygı”, “kişilerden alamadığımız sevgi” veya “diğer kişilerin göstermesini beklediğimiz ama bir türlü göremediğimiz anlayış” kavramlarına bakacağız. Fakat cümlelerimiz “o, şu, bu” öznesi içermeyecek, başı da sonu da “biz” olacağız.
Evet, akışımız kolay olmayacak. Çünkü hayatımız boyu her zaman en kolay olanı seçtik; diğerini suçladık değil mi? Diğer kişi vermedi diye alamadık, diğer kişi aldattığı için bizler “aldatılan” olduk, onlar sevgi vermediği için bizler sevgiyi bulamadık veya diğerleri kıskandığı için bizler kalbini açıkça ortaya koyan bir dosta sahip olamadık… Listemiz uzayarak gidebiliriz.
Şimdi bambaşka bir bakış açısı demiştik; başlıktan da gördüğünüz üzere “içimizden” başlıyoruz. Bizler yeterince “anlayış” verdik mi, yani anlayışsız bulduğumuz her kişiye istediğimiz, talep ettiğimiz şekilde davranabildik mi? Özen beklediğimiz eşimize bizler şikayet etmek, talep etmek, negatif davranmak veya surat asmak yerine gerçekten kalpten özen gösterebildik mi? Bir kişinin arkadaşlığını samimiyetsizlikle suçladığımızda bizler içimizden samimi bir dostluk “vermek” gayesinde olduk mu? Yani bakmamız gerekenlere kendi içimizden “verebildiklerimize” bakmadan bunları anlamadan diğer kişiden “nasıl alabiliriz” veya onu nasıl “vermeyen” olarak suçlayabiliriz bu soruyu düşündük mü?
Tabi ki bu kadar ile de bitmiyor, sadece manevi konular anlamında değil hayatımızda akışı olan bolluk konusunda da aynı şey geçerlidir. Bir kişiyi parasına değer vermekle suçlarız fakat hayatımızda bize bahşedilmiş olan bolluğu nasıl paylaşmaktayız, karşılık beklemeden alçak gönüllü bir şekilde paylaşabilmekte miyiz? Elimizden geldiğince suçladığımızın “tersi” olabilecek şekilde paylaşabilmekte miyiz veya asıl paraya o suçladığımız kişi kadar değer vermekte olan bizler miyiz?
Bakın sevgili Eckhart Tolle güzel eseri Var Olmanın Gücü ile bu önemli durumu nasıl açıklıyor;
“…Kim olduğunuz ile ilgili düşündükleriniz, aynı zamanda başkalarının size karşı sergilediğini düşündüğünüz davranışlarla da yakından ilgilidir. Pek çok kişi, başkalarının onlara karşı yeterince iyi davranmadığından şikayet eder ve “bana hiç saygı ve ilgi göstermiyorlar, benim farkımda bile değiller, beni takdir etmiyorlar” derler. “Beni çantadaki keklik gibi görüyorlar” diye sızlanırlar. Ama insanlar onlara iyi davrandığı vakit de, bu davranışların gerisinde gizli bir güdü ararlar. “Başkaları beni güdülemek, benden yararlanmak istiyor. Kimse beni sevmiyor” derler.
Bu kişilerin kendileriyle ilgili düşünceleri şöyledir: ‘Ben, ihtiyaçları karşılanmayan zavallı bir küçük benim’. Kimlikleriyle ilgili temelde yanlış olan bu kanı, onların tüm ilişkilerinde bozulmalara neden olur. Bu kişiler, kimseye verecekleri bir şey olmadığına ve dünyanın veya diğer insanların ihtiyacı olan şeyleri onlardan esirgediğine inanırlar.
…Şunu birkaç hafta boyunca deneyin ve gerçek hakkındaki görüşlerinizin nasıl değiştiğini görün: İnsanların övgü, takdir, yardım, sıcak ilgi gibi, sizden esirgediklerinizi düşündüğünüz her ne var ise, siz onlara verin.
Bunların sizde olmadığını mı söylüyorsunuz? Varmış gibi davranın, o zaman onlar da kendilerinden geleceklerdir. Hem de siz vermeye başladıktan hemen sonra… Vermediğiniz bir şeyin size gelmesini bekleyemezsiniz. Dışa akış, içe akışı belirler. Başkalarının sizden esirgediğini sandığınız her şey aslında sizde mevcuttur ama siz bunların dışarıya akmasına izin vermezsiniz, onlara sahip olduğunuzun farkına bile varmazsınız.
…Bir yabancıya gülümsediğinizde bile, küçük de olsa bir enerji akışı olur ve siz veren kişi olursunuz. Kendinize sıklıkla şu soruyu sorun: “Burada ben ne verebilirim, falanca kişiye nasıl hizmet edebilirim, filanca duruma nasıl yardımcı olabilirim?”… İsa bu durumu şöyle açıklamıştır: “Çünkü kendisinde bulunana daha çok verilecek, ama bir şeyi olmayandan elindeki bile alınacaktır.”
Bu yazımda bana içinizdeki tüm güzelliklerle ve hazinelerle eşik etmekte olan sizler, bugün hayatınızda her neyin sizden esirgendiğini düşünüyorsanız ve hangi durumu, kişiyi, olayı suçluyorsanız öncelikle içinize dönmenizi diliyorum. Olmadığını düşündüğünüz tüm varlık olağanüstü yaradılışınız ile size bahşedilmiştir, içinizden “vermeye” hazır olduğunuzda dışınızdan size akacakları da kabul etmiş olursunuz. Sevginin de bolluğun da merhametin de arkadaşlığın da dostluğun da özlemin de ve dünyada sahip olmadığını düşündüğünüz her duygunun “öz kaynağı” sizsiniz. Siz verdiğinizde size verilenler çok daha büyük dalgalar halinde size ulaşacaktır.
Bugün hayatınızda gördüğünüz “tamam olmayanlar” veya eksik olarak nitelendirilenler, aslında hangi parçanızda nerede yer almaktadır? Bu eksik duygusu ve dış suçlama ne için içinizi kavurmaktadır? Bu duygulara daha farklı baktığınızda ve sizde olmayan olarak nitelendirdiğinizi dışarıya verdiğinizde siz olmayanı “oldurmuş” olursunuz. Sevgiliyi görmeden sevebilmek budur, kendi çocuğunuz olmasa bile bir muhtaç çocuğa annelik edebilmek, yardımcı olmak budur, elinizdeki parayı bir ihtiyaç sahibiyle paylaşmak ve onu sevindirmek budur ve en önemlisi her gün şükretmek daha çok şükür ile dolacağınız hediyeler ile size dönecektir…
Bu yüzden içinizden olun, neye ihtiyacınız varsa o olun, içinizden verin ki dışınız da güzelleşsin… Çünkü hayatınızdaki her şeyin kaynağı “siz”siniz…