X

Dersaadet Apartmanı: Film ekibiyle sinema üzerine bir sohbet

Bu yıl 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali pandemi sürecine rağmen ve tüm tedbirler alınarak gerçekleşti. Festivalde 8 yıldır seyirci ile buluşmayı bekleyen bir film var: Dersaadet Apartmanı.  Pandemi süreci ile yolu açılan film, nihayet bu yılki festivale seçiliyor ve tam bağımsız bir film olarak, yıllardır söylemek istediğini artık söyleyecek olmanın haklı heyecanını yaşıyor.

Birbirini evvelden beri tanıyan bir samimiyet görüyorum ben sizin ekibinizde. Sahi nasıl bir araya geldiniz?

Tankut Kılınç: Janset’le biz sektörden tanışıyoruz. Yaklaşık 12 sene önce bir dizi çalışmasında bir araya gelmiştik ilk kez. Gürsel’i belki 20 yıl önce bisiklet camiası aracılığı ile tanıdım. Yılları eskitmişiz.

Hüseyin Karsin: Benim katılmam da yanlış hatırlamıyorsam 2013. Tankut bizi bir araya getirdi. Çok da güzel oldu.

Dersaadet Apartmanı fikri ilk ne zamana uzanıyor?

T. K.: 2008 yılında, İstanbul’un 2010 Avrupa Başkenti olması için devlet destekli çalışmalar başlamıştı. Bu proje beni oldukça şaşırttı. Söz gelimi İstanbul’da bu kadar tarih bilinci yokken ve rant bu kadar yoğunken, bu harekete karşıt olarak ben de kaybolan kent kimliğini nasıl anlatırım diye düşünmeye başladım. İstanbul’un kesinlikle daha karanlık tarafını anlatmak istiyordum. Böylece ilk draftı hazırlamaya başladım. Şehrin sesi olmak, çığlığını seslendirmek esas amacım oldu.

Senaryo sürecinden bahsedebilir miyiz?

T.K.: Başta ufak ufak notlar şeklinde yazmaya başladım. Yapmak istediğim, bu şehri bir karakter gibi göstermekti. Senarist arkadaşlarım daha dramatik hikayeler yazdılar ama ben bunu istemedim. Böyle olunca sonradan iş başa düştü. (Gülüyor.)

İlk senaryonuz değil tabii. Birçok kısa filminiz var. Onlar nelerdi?

T.K.: Belki de son çekilenlerden bahsetmem daha doğru. Çünkü küçük yaşlardan beri kamera hep elimdeydi. Kırk yıl öncesinden bahsediyorum. Sinema eğitimi aldığım yıllarda ise daha elle tutulur kısa filmlerim oldu tabii. 90’ların sonu 2000’lerin başından itibaren sayacak olursak Yumruk, Küçük Usta, Mavide Dans, Babamın Kulesi, İpler Kimin Elinde olarak dört film sayabilirim.

Uzun metrajla kısa metraj arasındaki fark nedir?

T.K.: Kısa metraj daha özgür bir alan. Bir hikayeyi daha sınırsız bir çalışma alanı içinde anlatabiliyorsunuz. Uzun metraja girdiğiniz zaman ise bir takım kodlar, prodüksiyonel kalıpları var. İşin içine ticari kodlar ve kaygılar da giriyor. Ben kısayı hep daha samimi buluyorum. Yeri geldiğinde söyleyeceğini bir tokat gibi vuruyor. Bunu özellikle yazın lütfen.

H.K: Biri şiir biri roman gibi bence.

Sizin de ilk çalışmanız değil mi?

H.K: Gösterime giren ilk çalışmam evet.

Zorlayıcı bir soru olabilir ama sizin kaçıncı filminize denk geliyor?

Janset Pacal: Uzun metrajda son filmim bu. 2002 Neredesin Firuze, 2005 Banyo, 2006 Kısık Ateşte 15′, 2010 Romantik Komedi Aşk Tadında, 2011 Ya Sonra, 2014 Rimolar ve Zimolar, 2015 Hayat Öpücüğü, 2015 Köstebekgiller 2 ve 2016 Dersaadet Apartmanı.

Samimi bir çevre ile çekmiş olmanın filmi çekerken kolaylıkları oldu mu?

T.K: Aslında benim dışımda kimse birbirini tanımıyor. İşin senarist yönetmeni olarak ben tanıştırmış oldum. Ama benim herkesi eskiden beri tanıyor olmam samimiyet yaratmıştır. Yıllar içinde de herkesin dostluğu gelişti tabii.

J.P.: Evet birbirimize nazımız geçti bence de. Bunu suistimal etmediğin sürece, bu türden bir samimiyet çalışma kolaylığı veriyor. Çünkü insan tanımadığı bir oyuncu ile çalışırken ister istemeden bir de alışma süreci geçiriyor. Ama bu filmde benim için söz konusu değildi çünkü radyodaydım ve çekimlerim hep tekli idi.

Kendisi Türkiye’de önemli bir bisikletçi olan Gürsel Akay’ı filme dahil ederek neyi vurgulamak istediniz?

T.K.: Gerçek hayattaki samimiyeti filme de yansıtmak istedim. Filmde iyi olan karakterlerden biri Gürsel Akay ve kendisini oynuyor.

Gürsel Akay: Evet, ufak değişiklikler hariç filmde kendimi oynadım diyebilirim. Ben de nükleer santrallere karşı protestolara katıldım, daha yeşil bir dünyaya farkındalık yaratmak için sürüşler gerçekleştirdik. Bu şehirde yaşıyoruz, bu şehrin kaosunu görüyoruz. Bu film benim için hayatın bir parçası gibiydi.

H.K.: Bu arada benim de oynadığım karakterle benzer bir hikayem var. Ben de mimarım. Ayrıca İstanbul’daki tarihi bir binada oturuyorum.

T.K.: Evet burası çok önemli. Filmde Hüseyin’in gerçekte de oturduğu apartmanı kullandık. Burada da ben gerçeği yansıtmaktan yana oldum kısacası.

Gürsel Akay bisiklete nasıl başladı?

G.A.: Ben gerçekte başka bir okuldan mezunum. Son 30 yıldır da ciddi olarak bisiklete biniyorum. Tabii yaptığımız birçok iş gibi bu da çocukluğa dayanıyor. Benim dağcılık yaptığım 80’li yıllarda dağ bisikleti diye bir şey çıktığını duyunca “Dağlar ve bisiklet. Tam bana göre.” dedim. Bu da benim yolumu belirleyen şey oldu bence.

Bu film sizin temel meselelerinizden biri diyebilir miyiz?

T.K.: Kesinlikle. Şehrin dokusu dışında bizim ruhlarımız da yaralı. Kaybettiğimiz çok şey var bu kaos ortamında. Tarih bilincimiz yok. Sürekli yenileme çabası ama bunu da yok ederek yapıyoruz.

H.K.: Kentsel dönüşüm İstanbul’un büyük gerçeği. Deprem diye bir gerçeğimiz de var. Bu binaların daha sağlam yapılması için kentsel dönüşüm bir yerde gerekli. Ama bu birilerinin işine yarar hale geldiğinde yıkım da başlıyor. Burada başlıyor düğüm… Bitmek bilmeyen inşaat, kıymeti bilmeyen tarihi eserler… Bir koruma planı yok, kanun işlemiyor.

T.K.: Ben bunlara yıkıcılar diyorum. Devamlı yıkıyorlar. Sürekli hız ve yıkım filmin kötü tarafı. İyi tarafı ise sade ve yavaşlık üstüne bir duruş sergiliyor. Filmde de iyi ve kötünün savaşını ben de bir go oyunu üstünden anlatmaya çalıştım.

Bir öneri getirmiyorsunuz da ama. Tarihi bir belge gibi de düşünülmesini mi istediniz filmin?

H.K.: Tabii. Dediğim gibi, biz buna tam bir eleştiri getirmek değil bu durumu göstermek istiyoruz aslında.

Bir de pandemi vurdu. Festival süreci ile ilgili düşünceleriniz neler?

T.K.: Böyle bir dönemde sinema ile insanları buluşturmak mucize gibi. Altın Portakal’da yarışan önemli filmlerin arasında bağımsız bir film olarak yer almaktan onur duyuyoruz.

H.K.: Tüm festival ekibi canla başla çalışıyor. Her zamankinden farklı bir enerji olmalı.

Nedir Dersaadet Apartmanı?

T.K.: Dersaadet bu filmde İstanbul’u simgeliyor. Kelime anlamı olarak da Saadet Kapısı demek. Ben de burada bu ismi bir ironi kullandım.

Bir de nasıl karakterler izleyeceğiz?

J.P.: Bu hikayede go tahtasındaki pembe taşım. Siyah ve beyazın arasındaki pembe taş.. Küllerinden yeniden doğan Simurg’um aynı zamanda. Hiçbir zaman İstanbul’la kavga etmedim. İstanbul’u hep çok sevdim. Benim derdim şehrin üstündekilerle. Oynadığım karakter bir radyo spikeri. İstanbul’un maruz kaldığı suistimali gören ve bunu bazen alaylı bazen de gerçekçi bir dille ve duruma uyan şiirlerle göstermeye çalışan. Bu projeyi kabul ederken de İstanbul’u çok sevdiğim ve benzer kaygılarım olduğu için kabul ettim. İstanbul’un en az 2000 yıllık bir tarihi var ve ne olursa olsun Simurg gibi devamlı küllerinden doğuyor. Bizim yapmamız gereken de ona karşı değil de onunla birlikte yaşamayı öğrenmek.

H.K.: Ben Amerika’da bir üniversitede hocalık yapan bir bilim insanını oynuyorum. Ülkeden ve ailesinden uzakta yaşayan bir adamım. Ailemi kaybettiğimi duyunca dönüyorum. Biraz go oyunundan da bahsetmek istiyorum. Go oyunundaki alan mücadelesine benzer bir alan mücadelesi gibi görüyor İstanbul’la olan ilişkisini benim oynadığım karakter. Zorlu bir mücadele bu. Hem aileden kalan apartmanı muhafaza etmeye çalışıyorum hem de Amerika’daki işlerime geri dönmem gerekiyor. Bisikletçi benim arkadaşım, bir de huzur bulduğum bir radyo programı var dinlerken.

G.A.: İnşaat mühendisliği okuyup, ben bu rezil binalarımı mı yapacağım diye mesleğini yapmayıp, bisiklette karar veren bir karakter. Bisikleti şehirdeki en doğru ulaşım aracı olarak gördüğü için bisikletli bir yaşam seçmesi.

Go da filmin bir karakteri gibi. Go oyununa kim meraklı?

T.K.: Go oyununu Türkiye’ye tanıtan kişi abim Alpar Kılınç. Odtü’de okuduğu yıllarda Go Klubü’nü kurarak, oyunun gelişmesinde ilk temelleri atan kişi kendisi.

Tüm bu karakterleri bir bağımsız sinema filminde izliyoruz. Bağımsız film yapmanın zorlukları neler?

T.K.: Siyah tarafta, ben onlara yıkıcılar diyorum, komşular, apartman yöneticisi, müteahhit var. Radyocu Deren ve bisikletçi Gürsel filmin aydınlık tarafta olanları. Kaplumbağa da bu tarafın başlı başına bir karakteri. Film, kurtuluşumuzun kaplumbağada olduğunu vurguluyor. Dönüşmemiz gereken o.

Türkiye’de bağımsız sinemanın ilerlemesi için ne yapılabilir?

T.K.: Biz 8 yılda buraya gelebildik. Devlet desteği de almadık. Yapım ortağım Selda Oknas’ın çok büyük emeği var. Filmi birlikte finanse ettik. Ama sadece onun değil, bu filmde tüm oyuncuların ve ekibin de emeği var. Çok mekandan oluşan büyük bir prodüksiyon. Ekip arkadaşlarımız mekan ve lojistik destek sağladı. Filmimiz bağımsız bir yapım olduğu ve ticari bir beklentimiz olmadığı için ekipçe çok sahiplendik.

J.P.: Acil bir vergilendirme sistemi lazım.Yatırımcıları bağımsız film yapmaya teşvik edebilecek bir destek lazım. Çünkü devamlı bir maddi destek arayışı içinde olmak sektör adına da üzücü.

Bu zorluklar içinde yine de film çekmeyi istemenin altında gerçek bir sinema aşkı yattığını düşünüyorum. Sizin sinema ile ilk bağlarınızı öğrenebilir miyim?

Ukde kalmış bir aşk

H.K.: 90’larda şehir tiyatroları ile başladım. Sonra Atıf Yılmaz’ın kült filmi Gece Melek ve Bizim Çocuklar’da oynayacaktım. Ama hastalanınca yerime Uzay Heparı oynadı. Sonra bir kısa filminde oynayacaktım ama o da çekilemedi. Ben de işin mutfağında Kipçeçalıştım. Üvey Baba’nın senaryosunu yazdım mesela.

Bir yaşam biçimi olarak oyunculuk

J.P.: Ben çocukluğumdan bu yana başka bir meslek yapmak istemedim. Almanya’da doğdum büyüdüm. Annem tam bir filmsever. Küçükken seyrettiğim uçuş uçuş etekli müzikli filmler, oyuncu olma isteğimi kamçılamış olabilir. Ve evet çok sevmezseniz yapabileceğiniz bir iş değil oyunculuk.

İzleyici koltuğundan büyük perdeye

G.A.: 69 yılıydı sanırım Stanley Kubrick’in Uzay Yolu Macerası beni çok etkilemişti ama oyunculuk anlamında ilk filmim.

Yönetmenin ilham aldığı yönetmenler?

T.K.: Türk Sineması’ndan Nuri Bilge Ceylan, Lütfü Akad, Yılmaz Güney, Metin Erksan’ı sayabilirim. Yabancı sinemadan birçok isim var ama biraz yeni dönemden örnek verebilirim belki. Fransız Sineması’ndan Gaspar Noe, Güney Amerika’dan Inarritu ve Aronofsky, ikili yönetmenlerden Jean-Pierre Jeunet ile Marc Caro, Japonya’dan Akira Kurosawa, bunlar büyük ustalar.

Günsu Özkarar: 1987 Ankara doğumluyum. 2008 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Viyola Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. Ardından İsviçre’de Hocshule der Künste Bern’de yüksek lisansımı tamamladım. Yüksek lisansım sırasında Orchester der HKB, Schweizer Jugend Sinfonie Orchestra, The Women Orchestra of Switzerland’da çalarak, Christopher Warren­Green, Bruno Weil, Daniel Klajner, Jos van Immerseel, Kai Baumann gibi orkestra şefleriyle Avrupa’nın farklı şehirlerinde konserler verme deneyimi edindim. Tatjana Masurenko, Michael Kugel, Ruşen Güneş, Çetin Aydar, Danel Quartet, Marco Misciagna, Michel Michalakakos, Apple Hill Quartet, Siegfried Führlinger gibi hocaların ustalık sınıflarına katıldım. The World Youth Orchestra, The World Orchestra, Greek Turkish Youth Orchestra, Bilkent Youth Symphony Orchestra, Bilkent Youth Virtuosos, Jungenc Philharmonic Orchestra, AIMA Festival Orkestrası gibi ensemble/ orkestralarda ve Young Euro Classic, Schloss/Beuggen International Music Fest, Schlern International Music Fest, Bayreuth Youth Talented Artists ́s Music Fest, The Turco-British Association Bach Günleri, Datça Uluslararası Müzik Akademisi, T.R.N.C. Malta Dostluk Günleri, Klasik Keyifler Oda Müziği Festivali, Uluslararası Istanbul Müzik Festivali, Uluslararası D - Marin Klasik Müzik Festivali, AIMA Ayvalık Müzik Festivali ve Cervo International Music Fest gibi etkinlik ve festival konserlerinde yer aldım. İstanbul’a taşındıktan sonra CRR, AIMA Orkestrası, Orkestra Sion’da çalıştım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Doçent Beste Tıknaz Modiri ile Sanatta Yeterlilik çalışmalarımı tamamlayarak, Okan Üniversitesi’nde öğretim görevliliğine başladım. Bitirme tezim “Tarihsel Süreçte Gelişen Viyola Ekolleri” kitap olarak yayınlandı. Trio Pax, Trio Tını gruplarının yanı sıra Okan Üniversitesi Orkestrası’nda üç yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım. Psikoloji ve edebiyat her zaman ilgi alanım oldu. Çeşitli yaratıcı yazarlık kursları ile birlikte psikanaliz de gördüm ve bu sürecin ardından farklı dergilerde yazılarım yayınladı. Şimdi Milliyet Sanat, SanatAtak dergilerinde düzenli yazmaktayım ve Mayıs'ta İkinci Adam Yayınları’ndan çıkacak Küflü Virgül isimli ilk öykü kitabımı beklemekteyim.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale