X

Derinliklerden gelen bir ses: Hatırlayın

Bugün sizlere hikâyesinden bahsetmek istediğim kitap yaklaşık bir ay önce yayımlandı. Amerikalı yazar Rivers Solomon’un –ki kendisi belki de onu bu şekilde tanıtmama içerlerdi zira konu köken, ırk, cinsiyet gibi belli tanımlamalar olunca o bunlara sıkışıp kalmaktan kaçınan biri– Türkçede yayımlanan ilk romanı bu. Derinlikler.

Köle ticareti yapılan yıllar.  Gemilerden denize fırlatılarak derinliklerde ölüme mahkûm edilen Afrikalı kadınlardan doğan nesiller için okyanusun enginliklerinde büyülü bir dünya sürmektedir. Wajinrular halkı. Wajinruların yaşaması ancak geçmişlerini hatırlamalarıyla mümkündür ve yaşanan her anı, her olay “tarihçi” görevini üstlenen bir Wajinru tarafından yılda bir kez onlara aktarılmalıdır. Tarihçi, halkının geçmişini tüm yıl boyunca sanki her şeyi an be an, tekrar tekrar kendisi yaşıyormuşçasına hisseder ve bu özellikle de kederle örülmüş bir geçmişse onun çektiği ıstırabı tahayyül etmek hiç de zor değil. Tarihçi ancak yılda bir kez gerçekleşen “Hatırlayışlar” gününde huzur bulabiliyordur çünkü zihnini ve tüm benliğini işgal eden anılar diğer Wajinrular’ın zihinlerine taşınacaktır.  Kısa bir süre için. Sonra yine aynı acı ve ıstırap tarihçiyi kendisinden hızla uzaklaştıracak, onu kendi halkı da olsa başkalarının anıları ve mutsuzluklarına gömecektir. 

Kitabın daha ilk bölümünde Yetu’yla tanışırız. Tarihçiyle. Ve onun annesi Abama’yla. İkilinin arasındaki gerilimi hissetmemek elde değildir. Her ikisi de bir yandan birbirine öfkeli ama aynı zamanda büyük bir korku içindedir. Yetu, ona kim olduğunu her gün biraz daha unutturan anılardan kaçmak ister, bu öyle bir kaçış arzusudur ki kendini köpek balıklarına yem etmeye bile razıdır. Ki o köpek balıklarının dolandığı beyaz sulara her kulaç attığında bu sona biraz daha yaklaşmıştır. Fakat onu kurtarırlar. Yetu, nasıl böyle sorumsuzca davranabilmiştir? O olmasa, hatırladıkları olmasa halkının da yok olacağını bilmiyor mudur? Hem de Hatırlayışlar’a sayılı gün kalmışken. Wajinrular yitip gitmemek için bir an önce geçmişlerine kavuşacakları o günü sabırsız bir şekilde beklerken. 

Hatırlayışlar gününde Yetu çoktan kararını vermiştir. Yuvası olan derinliklerden yeryüzüne kaçacaktır. Oradaki iki bacaklı yeryüzü sakinlerinden sakınması gerektiğini, onların kendisine kötülük edebileceğini anılardan biliyordur gerçi ama bir taraftan da yüzgeçleri, kuyruğu ve renkli bedeniyle onlara ürkütücü geldiğinin farkındadır ve çığlıklarıyla onları kaçırabileceğine güvenir. Hem Wajinru şehrinde kalsa da sonunda geçmişin yükü altında ezilip gidecek, sonu ölüm olacaktır zaten. 

Yetu kendini yeryüzünde, sığ bir gölette bulur ve burada neyse ki iyi kalpli iki bacaklı yeryüzü sakinleriyle karşılaşır. Cinsiyet kavramını, cinselliği, aşkı keşfeder. Kendini ve kaçmakla doğru yapıp yapmadığını sorgulamaya başlar. Âşık olduğu kadının, kederli bir geçmişe tüm yüreğiyle sahip çıktığını görür. Geçmiş can acıtsa da, kişiyi kendi benliğinden koparır gibi dursa da belki de onunla yüzleşmek, dahası onu başkalarıyla paylaşmak gerekiyordur. 

Bu sayfadaki yazılarımın içeriğini az çok takip edenleriniz genellikle yeme bozuklukları gibi psikolojik rahatsızlıklar hakkında dertleştiğimi bilir. (Dertleşmek? Evet, çünkü ben de yıllardır bu rahatsızlıkla savaş veriyorum.) Zihnimde hiç susmayan kötücül bir sesle iyileşmeye ve kendimi beslemeye çalışıyorum. Yıllardır anoreksiya nervozanın lime lime ettiği asıl benliğimi, ondan uçuşan iplikleri arıyorum. Uzaktalar belki ama inanıyorum ki derinliklerde bir yerdeler. Uzun zamandır sahte benliğimle aslında bana ait olmayan bir hayatı yaşamaya çalışıyorum. Yaşıyormuş gibi yapıyorum aslında. Asıl benliğimin çırpındığı o derinliklere inmeye çalışıyorum. Onu yeniden bulup onunla yüzleşip barışabilmek için. 

Yeme bozukları temelde iki yönlü: Bir yandan fiziksel rahatsızlıklar ve daha çok kısıtlayıcı beslenme ve sağlıksız diyetlerle başlıyor. Genetik bir yatkınlığınız da varsa bir süre sonra kendinizi yeme bozukluklarının kısır döngüsüne hapsolmuş bulabiliyorsunuz. Elbette bu rahatsızlıkların yaşanmasında psikolojik ve çevresel faktörler de etkili. Maruz kalınan aşağılanmalar, çocuklukta başımıza gelen kötü deneyimler ya da başarısızlıklarımız olarak algıladığımız her şey… Kendimizi yetersiz ve değersiz zannetmemiz. 

Manken’de Jini evden ve hapsolduğu reklam dünyasından kaçıp özgürce sokaklarda dolanmış, gönlünce yiyip içmiş, istediği saatte uyumuş uyanmış, gün gelmiş otel odasından çıkmamış gün gelmiş bir grup gencin peşine takılıp aşkı yaşamış ve beni de kitabın çevirmeni olarak peşinden sürüklemişti. Kendi içimde yolculuk yapmaya çalışmıştım Derinlikler’de ise bambaşka hisler duydum. Yetu, bence Jini’ye göre biraz daha yaralıydı, daha ağırdı yükü. İkisi de geçmişteki kötülüklerden dolayı bu haldeydiler ama Yetu’nun sırtında koca bir tarih vardı, ırkçılığın ve katledilmenin en korkunç öyküsünü tüm hayatı boyunca tek başına hatırlamak zorundaydı. Ölülerin anılarıyla geçen onca yıl marifetini göstermiş, zihnini ve bedenini en az kendi varlığı kadar gasp eder olmuştu.

Kaçıp gittiğinde “iyi yaptı” dedim, artık benliğini bulacak. Ama öyle olmadı pek. Tanıştığı Oori, ona her şeyi unutmak zorunda olmadığını ve buna rağmen halen iyi olabileceğini, kendisi olabileceğini gösterdi. Acıların onları kabullenerek ve paylaşılarak yük olmaktan çıkacağını, başka ağızlarda başka sözcüklerle yeniden anlatıla anlatıla sağaltıcı bir hale geleceğine inandı Yetu. Kim olduğunun cevabını arıyordu ya, bunu suçladığı geçmişte ve anılarda bulabileceğini, o kederi halkıyla paylaşırsa üstesinden birlikte gelebileceklerini gördü. Unutmak zorunda değildi hiçbiri; yaşanan yaşanmıştı ve yaralamıştı ama çare unutmakta değil, onları kendini iyi etmek için yeniden hatırlamaktaydı. 

Böyle yapmalıyız belki bizim gibi yaralı olanlar? Eleştiren, hiç susmayan o yargılayıcı sesi ve yankıyı susturamıyorsak -ki bunun çok zor olduğuna inandım artık- o ses konuşurken biz bizi iyileştirecek adımları atmalıyız. Bu gerek geçmişle yüzleşmek gerek onu başkalarıyla paylaşmak olsun. Kim olduğumuzu uzaklarda değil de, kurtulmak istediğimiz ve unutmak için her türlü çabayı verdiğimiz mutsuzluklarda buluruz belki. O kederi kabullenip yavaş yavaş kazıyarak derinliklere iner de, orada büzüşüp kalmış asıl benliğimize kavuşuruz kim bilir. 

Yetu’yla ve onun dünyasıyla birlikte geçirdiğim günler boyunca böyle bir sorgulama içindeydim işte. Bu yazıyı yazarken kapım çaldı ve Türkçeye çevirdiğim bu kitabın yayınevinden beklediğim kopyaları geldi. Kitabın sayfalarını çevirdikçe sanki her cümle beni Derinliklerime çağırdı yine. Sen hastalığın değilsin dedi. O da bir parçan belki, ne var ki kopup gitmesi gereken bir parça. Vedalaşmayı bekleyen. Ve bunun için onu yadsımak, ona sövmek zorunda değilsin; geçmişi unutmak zorunda değilsin. Yetu’nun Hatırlayışlar gününde halkına seslendiği gibi “Hatırlayın. … Ne kadar derinlere gideceğimizi hatırlayın.”

Gerçek beni hatırlamak ve derinliklerimdeki hazineleri keşfetmek için tek başıma çıkmam gereken bir yolculuk var. Daha fazla ertelersem sonunu göremeden nefessiz kalacağım bir yolculuk. Bir süreliğine nefeslerimi sadece kendime (belki bir de arada buradaki cümlelere) saklıyor, bana kucağını açan uplifers.com ailesine şimdilik hoşça kal diyorum. 

Sevgiler…

>İlginizi çekebilir: Tıkanırcasına yeme bozukluğu ile diyetler arasında nasıl bir ilişki var?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenmek isteyenlere: Fine Life Fermente Kajulu İçecek

Son yıllarda sağlıklı beslenme ve bilinçli tüketim alışkanlıklarının, daha önce hiç olmadığı kadar ilgi gördüğü kesin. Veganlık, vejetaryenlik, fleksitaryen gibi bitki bazlı beslenme türleri, sadece etik ve çevresel nedenlerle değil, aynı zamanda bütüncül sağlık açısından sunduğu çeşitli faydalar nedeniyle de dünya genelinde hızla yayılmaya devam ediyor. Bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına yönelik talepler hızla artarken çok sayıda bitki bazlı ürün de raflardaki yerini alıyor. Özellikle süt ürünlerine alternatif arayanlar için çok sayıda ürün piyasaya sürülüyor. Bu konuda öncü isimlerden biri olan Metro Türkiye de “Sofrada herkese yer var!” mottosuyla tüketicilerin ihtiyaçlarına, yenilikçi ürünlerle cevap veriyor.



Raflarında 400’den fazla bitki bazlı ürün sunan Metro Türkiye, geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına sahip olmanın en leziz yollarını sunuyor. Ve güzel haber; Türk mutfağının favori içeceklerinden ayrana bitki bazlı alternatif sağlıyor: Fine Life Fermente Kajulu İçecek.

Lezzetli, vegan, fermente: Ayrana bitki bazlı alternatif

Herkes için sağlıklı beslenme ve sürdürülebilirlik anlayışıyla hareket eden Metro Türkiye, beslenme trendlerine ve değişen tüketici taleplerine verdiği önemle Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i raflara getiriyor. Geleneksel lezzetimiz ayrana bitki bazlı bir alternatif olarak öne çıkan Fine Life Fermente Kajulu İçecek, bitki bazlı beslenme alışkanlıklarını benimseyen ya da benimsemek isteyen herkesin beğenisine sunuluyor.

Metro Türkiye raflarında yerini almaya başlayan bu yenilikçi ürün, %27 oranında kaju fıstığı, tuz ve çeşitli probiyotikler içeriyor. Bunun yanı sıra katkı maddesi, koruyucu ve gluten içermemesiyle de dikkat çeken Fine Life Fermente Kajulu İçecek, hem bitki bazlı ürünleri tercih edenlerin hem de laktoz tüketmemeye önem verenlerin favorisi olmaya aday. Ayran alternatifi olarak soğuk tüketilebilen bu ürün, 250 ml’lik cam ambalajlarda satışa sunuluyor. Vlabel etiketiyle otel ve restoran gibi yeme içme işletmelerinde rahatça kullanılabilecek Fine Life Fermente Kajulu İçecek, menülere yeni vegan bir alternatif getirirken, müşteri memnuniyetini de artırma potansiyeli taşıyor.

Geçtiğimiz yıllarda süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler sunmuş olan Metro Türkiye, Metro Chef Veggie Bademli ve Fındıklı içecekler ile yoğurda alternatif Metro Chef Veggie Fermente Süzme Kaju’yu ve Metro Chef Veggie Meze Serisi’ni tüketicilerle buluşturmuştu. Bu yıl ise Türk mutfağının vazgeçilmezlerinden ayrana bitki bazlı bir alternatif getirerek hem sağlıklı hem de yenilikçi bir seçeneği yani Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i tüketicilerle buluşturuyor.

Elbette Metro Türkiye’nin raflara taşıdığı yenilikçi ürünler sadece süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler ile sınırlı değil. Çok daha fazlası, raflarda çoktan yerini aldı.

Bitki bazlı geniş ürün yelpazesi: 400’den fazla çeşit



Metro Türkiye’nin raflarındaki vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; falafel çeşitlerinden pizzaya, ranch sostan çamaşır yumuşatıcısına kadar 50’ye yakın çeşitte gıda ve gıda dışı bitki bazlı ürün sunuyor. Eğer tüm bu ürünleri ve çok daha fazlasını incelemek isterseniz hemen tıklayıpvegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine;vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; Metro Türkiye’nin Bitki Bazlı & Vegan Katalogu’nu keşfedebilirsiniz.

Temel gıdadan temizlik ürünlerine, kişisel bakımdan atıştırmalıklara aradığınız her şeyi bulabileceğiniz Metro Türkiye ile sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzına ulaşmak artık çok daha kolay.

*Bu yazı Metro Türkiye katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlginizi çekebilir: Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’nin zengin vegan ürün yelpazesini keşfedinVegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’

 

İlgili Makale