X

Derinliklerden gelen bir ses: Hatırlayın

Bugün sizlere hikâyesinden bahsetmek istediğim kitap yaklaşık bir ay önce yayımlandı. Amerikalı yazar Rivers Solomon’un –ki kendisi belki de onu bu şekilde tanıtmama içerlerdi zira konu köken, ırk, cinsiyet gibi belli tanımlamalar olunca o bunlara sıkışıp kalmaktan kaçınan biri– Türkçede yayımlanan ilk romanı bu. Derinlikler.

Köle ticareti yapılan yıllar.  Gemilerden denize fırlatılarak derinliklerde ölüme mahkûm edilen Afrikalı kadınlardan doğan nesiller için okyanusun enginliklerinde büyülü bir dünya sürmektedir. Wajinrular halkı. Wajinruların yaşaması ancak geçmişlerini hatırlamalarıyla mümkündür ve yaşanan her anı, her olay “tarihçi” görevini üstlenen bir Wajinru tarafından yılda bir kez onlara aktarılmalıdır. Tarihçi, halkının geçmişini tüm yıl boyunca sanki her şeyi an be an, tekrar tekrar kendisi yaşıyormuşçasına hisseder ve bu özellikle de kederle örülmüş bir geçmişse onun çektiği ıstırabı tahayyül etmek hiç de zor değil. Tarihçi ancak yılda bir kez gerçekleşen “Hatırlayışlar” gününde huzur bulabiliyordur çünkü zihnini ve tüm benliğini işgal eden anılar diğer Wajinrular’ın zihinlerine taşınacaktır.  Kısa bir süre için. Sonra yine aynı acı ve ıstırap tarihçiyi kendisinden hızla uzaklaştıracak, onu kendi halkı da olsa başkalarının anıları ve mutsuzluklarına gömecektir. 

Kitabın daha ilk bölümünde Yetu’yla tanışırız. Tarihçiyle. Ve onun annesi Abama’yla. İkilinin arasındaki gerilimi hissetmemek elde değildir. Her ikisi de bir yandan birbirine öfkeli ama aynı zamanda büyük bir korku içindedir. Yetu, ona kim olduğunu her gün biraz daha unutturan anılardan kaçmak ister, bu öyle bir kaçış arzusudur ki kendini köpek balıklarına yem etmeye bile razıdır. Ki o köpek balıklarının dolandığı beyaz sulara her kulaç attığında bu sona biraz daha yaklaşmıştır. Fakat onu kurtarırlar. Yetu, nasıl böyle sorumsuzca davranabilmiştir? O olmasa, hatırladıkları olmasa halkının da yok olacağını bilmiyor mudur? Hem de Hatırlayışlar’a sayılı gün kalmışken. Wajinrular yitip gitmemek için bir an önce geçmişlerine kavuşacakları o günü sabırsız bir şekilde beklerken. 

Hatırlayışlar gününde Yetu çoktan kararını vermiştir. Yuvası olan derinliklerden yeryüzüne kaçacaktır. Oradaki iki bacaklı yeryüzü sakinlerinden sakınması gerektiğini, onların kendisine kötülük edebileceğini anılardan biliyordur gerçi ama bir taraftan da yüzgeçleri, kuyruğu ve renkli bedeniyle onlara ürkütücü geldiğinin farkındadır ve çığlıklarıyla onları kaçırabileceğine güvenir. Hem Wajinru şehrinde kalsa da sonunda geçmişin yükü altında ezilip gidecek, sonu ölüm olacaktır zaten. 

Yetu kendini yeryüzünde, sığ bir gölette bulur ve burada neyse ki iyi kalpli iki bacaklı yeryüzü sakinleriyle karşılaşır. Cinsiyet kavramını, cinselliği, aşkı keşfeder. Kendini ve kaçmakla doğru yapıp yapmadığını sorgulamaya başlar. Âşık olduğu kadının, kederli bir geçmişe tüm yüreğiyle sahip çıktığını görür. Geçmiş can acıtsa da, kişiyi kendi benliğinden koparır gibi dursa da belki de onunla yüzleşmek, dahası onu başkalarıyla paylaşmak gerekiyordur. 

Bu sayfadaki yazılarımın içeriğini az çok takip edenleriniz genellikle yeme bozuklukları gibi psikolojik rahatsızlıklar hakkında dertleştiğimi bilir. (Dertleşmek? Evet, çünkü ben de yıllardır bu rahatsızlıkla savaş veriyorum.) Zihnimde hiç susmayan kötücül bir sesle iyileşmeye ve kendimi beslemeye çalışıyorum. Yıllardır anoreksiya nervozanın lime lime ettiği asıl benliğimi, ondan uçuşan iplikleri arıyorum. Uzaktalar belki ama inanıyorum ki derinliklerde bir yerdeler. Uzun zamandır sahte benliğimle aslında bana ait olmayan bir hayatı yaşamaya çalışıyorum. Yaşıyormuş gibi yapıyorum aslında. Asıl benliğimin çırpındığı o derinliklere inmeye çalışıyorum. Onu yeniden bulup onunla yüzleşip barışabilmek için. 

Yeme bozukları temelde iki yönlü: Bir yandan fiziksel rahatsızlıklar ve daha çok kısıtlayıcı beslenme ve sağlıksız diyetlerle başlıyor. Genetik bir yatkınlığınız da varsa bir süre sonra kendinizi yeme bozukluklarının kısır döngüsüne hapsolmuş bulabiliyorsunuz. Elbette bu rahatsızlıkların yaşanmasında psikolojik ve çevresel faktörler de etkili. Maruz kalınan aşağılanmalar, çocuklukta başımıza gelen kötü deneyimler ya da başarısızlıklarımız olarak algıladığımız her şey… Kendimizi yetersiz ve değersiz zannetmemiz. 

Manken’de Jini evden ve hapsolduğu reklam dünyasından kaçıp özgürce sokaklarda dolanmış, gönlünce yiyip içmiş, istediği saatte uyumuş uyanmış, gün gelmiş otel odasından çıkmamış gün gelmiş bir grup gencin peşine takılıp aşkı yaşamış ve beni de kitabın çevirmeni olarak peşinden sürüklemişti. Kendi içimde yolculuk yapmaya çalışmıştım Derinlikler’de ise bambaşka hisler duydum. Yetu, bence Jini’ye göre biraz daha yaralıydı, daha ağırdı yükü. İkisi de geçmişteki kötülüklerden dolayı bu haldeydiler ama Yetu’nun sırtında koca bir tarih vardı, ırkçılığın ve katledilmenin en korkunç öyküsünü tüm hayatı boyunca tek başına hatırlamak zorundaydı. Ölülerin anılarıyla geçen onca yıl marifetini göstermiş, zihnini ve bedenini en az kendi varlığı kadar gasp eder olmuştu.

Kaçıp gittiğinde “iyi yaptı” dedim, artık benliğini bulacak. Ama öyle olmadı pek. Tanıştığı Oori, ona her şeyi unutmak zorunda olmadığını ve buna rağmen halen iyi olabileceğini, kendisi olabileceğini gösterdi. Acıların onları kabullenerek ve paylaşılarak yük olmaktan çıkacağını, başka ağızlarda başka sözcüklerle yeniden anlatıla anlatıla sağaltıcı bir hale geleceğine inandı Yetu. Kim olduğunun cevabını arıyordu ya, bunu suçladığı geçmişte ve anılarda bulabileceğini, o kederi halkıyla paylaşırsa üstesinden birlikte gelebileceklerini gördü. Unutmak zorunda değildi hiçbiri; yaşanan yaşanmıştı ve yaralamıştı ama çare unutmakta değil, onları kendini iyi etmek için yeniden hatırlamaktaydı. 

Böyle yapmalıyız belki bizim gibi yaralı olanlar? Eleştiren, hiç susmayan o yargılayıcı sesi ve yankıyı susturamıyorsak -ki bunun çok zor olduğuna inandım artık- o ses konuşurken biz bizi iyileştirecek adımları atmalıyız. Bu gerek geçmişle yüzleşmek gerek onu başkalarıyla paylaşmak olsun. Kim olduğumuzu uzaklarda değil de, kurtulmak istediğimiz ve unutmak için her türlü çabayı verdiğimiz mutsuzluklarda buluruz belki. O kederi kabullenip yavaş yavaş kazıyarak derinliklere iner de, orada büzüşüp kalmış asıl benliğimize kavuşuruz kim bilir. 

Yetu’yla ve onun dünyasıyla birlikte geçirdiğim günler boyunca böyle bir sorgulama içindeydim işte. Bu yazıyı yazarken kapım çaldı ve Türkçeye çevirdiğim bu kitabın yayınevinden beklediğim kopyaları geldi. Kitabın sayfalarını çevirdikçe sanki her cümle beni Derinliklerime çağırdı yine. Sen hastalığın değilsin dedi. O da bir parçan belki, ne var ki kopup gitmesi gereken bir parça. Vedalaşmayı bekleyen. Ve bunun için onu yadsımak, ona sövmek zorunda değilsin; geçmişi unutmak zorunda değilsin. Yetu’nun Hatırlayışlar gününde halkına seslendiği gibi “Hatırlayın. … Ne kadar derinlere gideceğimizi hatırlayın.”

Gerçek beni hatırlamak ve derinliklerimdeki hazineleri keşfetmek için tek başıma çıkmam gereken bir yolculuk var. Daha fazla ertelersem sonunu göremeden nefessiz kalacağım bir yolculuk. Bir süreliğine nefeslerimi sadece kendime (belki bir de arada buradaki cümlelere) saklıyor, bana kucağını açan uplifers.com ailesine şimdilik hoşça kal diyorum. 

Sevgiler…

>İlginizi çekebilir: Tıkanırcasına yeme bozukluğu ile diyetler arasında nasıl bir ilişki var?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale