Rahatsızlandım biraz geçen iki gündür. Öyle olunca yatıp dinlemek en iyi ilaç oluyor. Ben de öyle yaptım. Genelde bunu yaparken yatakta izlemediğim dizileri açarım, sabahtan akşama dizileri bitiririm vb. Bu defa öyle olmadı. Açtım dizileri ve gerisin geri kapattım. Beynim, bedenim: “Yok, istemiyorum şu an bu kadar ses, görüntü” dedi. Duydum, dinledim, durdum.
Sonra bir baktım ayaklarım çıkardı beni odadan, balkona yöneldim. (Yazarlar ya da konuşmacılar bu şekilde “Ayaklarım çıkardı beni” gibi söylemlerde bulununca: “Aa öyle mi canım, sen orada değildin galiba?” derdim içimden hafif alaycı bir tavırla. İnsan hiçbir zaman büyük konuşmayacak işte! Aslında zihin olmadan, düşünmeden, içgüdüleri dinleyerek hareket etmek demekmiş meğer. Yani bendeki karşılığı bu en azından. Ben diyeyim de, siz de benim arkamdan öyle düşünmeyin benim gibi…)
Balkonda uzandım, odam yerine tüm gün. Ne telefona baktım, ne bilgisayara, ne dizilere. Sadece nefes aldım, rüzgarın ağaçları dalgalandırmasını izledim, kuşların ötüşünü duydum ve bol bol uyudum.
Telefon, ses, görüntü ne de çok yormuş beni meğer. Ben o an o balkonda var oldum; hiçbir şeysiz. Sessizlikte. Mucize gibiydi! Rahatsız olduğum o gün aslında bana koca bir hatırlatma, koca bir nefes oldu. Dr. Jane Goodall’ın sözünü hatırladım: “Dünyayı kurtarmanın yolu, doğa ile yeniden bağ kurmaktır.” Ben de Goodall’a ekliyorum: İnsanın da kendisini kurtarmasının yolu doğa ile yeniden bağ kurmasıdır. Ağaçlar, rüzgar, esinti, kuşların sesleri, köpek havlamaları, havadaki koku; o gün eminim ki beni iyileştiren bunlar oldu başka hiçbir şey değil.
Asıl mucize ise ben sessizlikte o gün doğayla var olunca kendisini gösterdi. O gün, tüm gün içim rahat yattım ilk defa. Hasta olsam da yatarken hep içimin içimi yediği bir taraf var kendimi bildim bileli. “Neden yatıyorsun? Çok yatmadın mı? Hadi kalk. Şu işi ne yaptın? Bütün gün boş oturdun!” soruları… İşte birçoğumuzun bildiği hani, hiç susmayan o ses. Hiç susmayan, insanı daima yargılayan, küçük ve eksik hissettiren o ses! Öyle tanıdık ki bana! İlk defa o gün yoktu! Suskundu. O gün o balkonda yatmaktan suçluluk duymayı bırakın, keyif aldım. Nasıl olmuştu bu? Şaşırdım.
Ben senelerdir şöyle bir kalıp, inanış, kavram, her ne ise adı, bunun üzerinde çalışıyorum: “Değerli olmak için bir şey yapmama gerek yok. Sadece varlığımla her şeyi hak ediyorum bu hayatta.”
Bu inanış, kavram benim hayatıma tam oturamadı bugüne kadar. Çok inanmak istesem de kalbim hiç orada olamadı bu yüzden, ne kadar zorlasam da senelerdir pek bir işime yaramadı.
Buna yanlış demiyorum; doğru, yanlışa inanmıyorum biliyorsunuz. Etiketlemektense, aksine, sadece baktığım pencereyi değiştiriyorum şu an. Çünkü anladım ki senelerdir buğulu camdan dışarıyı izlemeye çalışıyormuşum. O buğu temizlenerek uçar, gider sanmışım ama bana camın kendisi buğuluymuş. Meğer konu hak ediş değilmiş.
Konu benim için eril-dişil enerji dengesiymiş. Yavaşlamak, sakinlemek, durmak; kendine yumuşacık yaklaştığın bu alanlar dişilin tekelinde. Peki bu sırada eril ne yapıyor? Hayat dengeden ibaret, hayat dengede akıyor ya hani? Ben işin bu tarafını hiç görememişim, hatta düpedüz unutmuşum bugüne kadar. Kendin gibi var olmayı sadece oturarak var olmak zannetmişim. Halbuki kendin gibi var olmak ne kadar da o anlama gelmiyormuş, şimdi görüyorum!
Ben pandemi sırasında İlkgün Amitabha’dan aldığım dişil-eril seansıyla keşfettim kendimde tüm bunları. Yeniden hatırladım İlkgün aracılığıyla. Dişil önemi, dişil gücü diye diye, erili küçücük bırakmışım meğer. Dişiyi besleyip erili görmedikçe o da iç rahatsızlıklarıyla konuşmaya çalışmış aslında hep benimle. O olduğunu anlamamışım. İyi haber: Dönülmeyecek bir yol değil hiçbir şey. O günden sonra ilk önce bu durumu algılamam ve kabul etmem bir, iki ayımı aldı sonrasında o erili büyütmek için nereye gidip ne yapacağımı bilmediğimden bu konuda sapasağlam olan canım arkadaşım Ceylan ile seanslar aracılığıyla çalışmaya başladım. Özellikle bu isimleri veriyorum ki; ihtiyacı olduğunu fark edenlerin onları bulmasını öneririm. Benim kendi tecrübem çok kuvvetli oldu. Bugün buraya yazdığım tüm farkındalıklar; bu çalışmaların uzantısıdır. Bu vesileyle de ikisine de tekrar çok teşekkür ediyorum. Hayatımın çok kıymetli bir dönüşüm noktası. Sağ olun, var olun.
Ben o gün balkonda yatarken zihnim ilk defa beni yemedi çünkü ben bir süredir erilimi de besliyorum. Hareketteyim, aktifim, hedeflerim, sınırlarım var, disiplinliyim. Bir süredir kendimi hem aktif hem durağan pencerelerin ikisinden de deneyimliyorum. Farkettim ki benim o gün rahatsız olmamamın, beynimin beni kemirmemesinin sebebi erilin aslında rahatlığıymış. Haftanın diğer günleri o da beslendiği için; artık hayatım daha eril-dişil dengesinde hatta dansında olduğu için; var oluşum bu dengede artık gerçekleştiği için; artık madalyonun iki tarafıyla da ilgilendiğim için seve isteye; o yattığım gün ne bir suçluluk duygusu vardı ne de ne yapacağını bilememe hali. O gün bedenim de beynim de sadece yatıp bolca uyuyup rüzgarı dinlemeye seve isteye razıydı. Eril de dişil de kendisinden pek memnundu. İkisi de beslenmiş, tatmindi hayatta! İlk defa! Hala inanamıyorum, öyle büyük bir anki bu benim için!
Yani, kendin olmak sadece öylece durmak değilmiş hayatın içerisinde. Kendin olmak kendi potansiyelinin peşinden gitmekmiş. İhtiyacın kadar olan egoyu, hırsı yanına yoluna kolaylaştırıcı yapıp, aynı zamanda ihtiyacın olan zamanda öylece yoldaki çiçekleri koklamak, gökyüzüne bakmakmış. Kendin olmakta durmakla beraber koşmak da sana ait, sana dairmiş. Hepsi dengeymiş. Hepsi benmiş. Yaşam denilen kavram her şeyin birbiriyle iç içe, savaşmadan ama birbirini destekleyerek, sırasını bilerek, yumuşakça dansıymış.
Bunları görebilmeye, yaşayabilmeye şükürler olsun. Beraber nice farkındalık dolu anlara. Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Olduğu gibi sevmek: Kendinizi evrene bırakabiliyor musunuz?