Birçok öğreti; yepyeni bir hayatımızın olabileceğini, eğer gerçekten istersek hayalimizdeki her şeye kavuşabileceğimizi söylüyor.
Biz faniler de çok şey istiyor, istediğimizi söylüyor, bir kısmını deniyor, büyük bir kısmını da sonuçlandıramıyoruz. Bir daha deniyor, yine düşüyoruz. Ve işte o anda, hayallerimizi kutulara kitlemenin tekrar denemekten daha az acı verici olduğuna karar verip, hayallerimizi orada öylece bırakıp gidiyoruz.
Bir tarafta yapılabileceğini söyleyen binlerce kişi varken, neden çoğumuz kalbi kırık çocuk-yetişkinler olarak geziyoruz?
Sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz; ama içten içe başka şeyler istediğimizi biliyor, nedense bu şeylere ulaşmayı denemiyor, hatta deneyebileceğimizi ve bilerek denemediğimizi bile fark etmiyor ve kendimizi ‘günlük hayat’ dediğimiz döngüye hapsediyoruz.
Hayata ve ‘Yapamazsın’ diyen çevremizdekilere karşı hırçınlaşırken kendi kendimizle iletişim kurmayı, içimizdeki çocuğa ne istediğini sormayı ve dahası kendimizi sevmeyi unutuyoruz. Tatmini çok başka şeylerde aramaya başlayıp, kendimizi güvende hissetmek için olabildiğince çok şeye sahip olmaya, kendimizi oyalamak için ise türlü aktiviteler içinde kaybolmaya çalışıyoruz.
Amacım kendim ve çevremden gördüğüm 2-3 örnekle Freudien çıkarımlar yapmak değil. Sadece son dönemlerde bütün bu örnekler beni değişim söz konusu olduğunda en çok nerede takıldığımı(zı) sorgulamaya itti.
- Ne istediğimizin farkında mı değiliz?
- Kendimizle konuşmuyor muyuz?
- Diyelim ki, istediğimizin ne olduğunu biliyoruz. Bu sefer bizi tutan nedir? Cesaretsizlik, imkansızlık, kararlı olmamak mı ya da çok başka bir sebep mi?
Bu üç soru ekseninde dönerken fark ettim ki, her şey bir yana, en önemli konu aslında istediğim bir şeye ulaşmak için şu anki ‘ben’in bir parçasını geride bırakmam gerekiyor. Vedalaşma hali. Elveda demeliyim, bir daha görüşmemek üzere. Şimdiye kadar benimle olduğun için teşekkür ederim ama yenilenen Duygu’nun artık sana ihtiyacı kalmadı, demeliyim o parçaya.
Teoride çok kolay, 21 gün boyunca niyet edecek, buna uygun yaşayacak/imgelemeler yapacağım ve sonra, hop nöronlarım yeni alışkanlıklarıma göre şekillenmiş olacak. Eski Duygu gidecek, yenisi gelecek. Ne güzel!
İyi de, ben 21 gün dayanamıyorum ki! Ya da 21 gün değil 221 gün dayansam da aynı yerlerde kaldığım konular oluyor. Zaten değişmek istemeyen bir yanım var, o hep bir bahaneyle süreci baltalıyor!
İşte kilit nokta burada, ‘Değişmek istemeyen yanım’.
Osho der ki; ‘İlk yapman gereken bastırdığın gerçeğini bedenine söylemek, bunu kabul etmek.’
Değişmek için ilk adım değişmek istemeyen yanınızı kabul etmek
Değişmek istemeyen, kabullenemeyen, başarısız olmaktan (ki toplumca yaptığımız başarısızlık tanımı da apayrı bir konu başlığı), konfor alanından çıkmaktan ve bilmediği şeylerden korkan, hayata teslimiyetle yaklaşamayan yanının varlığını kabul etmek sanırım ilk adım.
Kendi kendine komplolar düzenleyen şeytanlarını ve onları besleyen kibrini görmekse ikincisi.
İlgili yazı: Hatalarımızdan ders çıkarmamız ve değişmemiz mümkün mü?
Bu iki adım öyle farkındalıklar yaratıyor ki insanda… Bu sefer istediğim şeyi gerçekten ben mi istiyordum yoksa sağlıksız egom/kibrim mi diye düşünüp, içimdeki çocuk ne diyor, O’nu en çok ne mutlu ediyor diye kafa yormaya başlıyorsun. En keyiflisi de bu kısım!
Osho’nun önerdiği gibi kendi gerçeğinizi kabullenmekte başlangıçta zorlanabilirsiniz. En zor şeylerden biri kendine karşı dürüst olmak. Bu süreçte pozlarda nispeten daha uzun kalarak, kişiyi kendiyle temas halinde olmaya zorlayan Hatha ve Yin yoga ile devamındaki meditasyon seansları en büyük destekçiniz olacaktır.
Keyifli bir yol ve bol şanslar dilerim!
Sevgiyle, ışıkla kalın,
Namaste