X

Değişimin başlangıç noktası: Kendiniz olma alışkanlığını kırmak

Bilinçaltındaki kalıplaşmış düşünce ve hislerin ötesinde düşünmek… Değişebiliriz!

Etrafımızdakilerin beklentilerini fazlaca önemsiyor ve bu uğurda kendimize sürekli hedefler koyuyoruz. İnsanın hedeflerinin olması elbette güzel bir şey, ama “Bu hedefler aslında ne kadar kendi arzularımı yansıtıyor?” diye sormaya başladığınızda işin rengi değişiyor. Çalışır çabalarsınız, uzun ve zor bir yolun sonunda hedefinize ulaşırsınız ama büyük ihtimalle daha o an bir sonraki hedefi düşünüp strese girmeye başlarsınız. Bu en azından benim için hep böyle oldu…

İlkokula başladığımda dersleri, öğretmenlerimin yorumlarını, ailedekilerin ağzından duymaya alıştığım “Yine takdirle geçersin tabii, tersi mümkün mü?” türünden cümleleri, arkadaşlarımla ilişkilerimi ve atışmalarımı çok önemsedim. Sonra hangi liseye gireceğim kaygısı geldi. Lisede de sınavları ve notları her şeyin öncesine koymama rağmen güzel arkadaşlıklar kurdum ama kaybettim. Ne de olsa üniversite sınavına hazırlanmak ve gecelere kadar kurslardan çıkmamak daha önemliydi! Üniversiteye girdim ama hâlâ rahat değildim. Vizeler, finaller, sunumlar, bitirme tezi, gelecek kaygısı, yurtdışında yüksek lisans hayalleri…

Bu sırada yine uzun ömürlü olabilecek arkadaşlıkların kıymetini bilemedim tabii. Şimdi de çok farklı değilim; stres kaynaklarım biraz değişti ama önceliğim hiçbir zaman kendim ya da sevdiklerim olamadı. Anlayacağınız hep kaygı havuzunda kulaç atan biri oldum. Bu dayatmacı, yetinmesini ve mutlu olmasını bilmeyen kişiliğim yetmezmiş gibi, bir de üzerine anoreksiya nervoza eklendi. Yedi senedir mücadele ettiğim anoreksiya yüzünden stres kaynaklarım hızla çoğaldı, kaygı havuzu yetmedi, engin kaygı denizine açıldım. Psikoloğuma bir keresinde, “Anoreksiya benim için yalnızca kısıtladığım yiyecekler, verdiğim kilolar, eriyen kaslarım ve kemiklerim değil; beynimde hiç durmadan ‘hak etmiyorsun’, ‘yeterli değilsin’ diye bağıran ses de aynı zamanda,” demiştim. Anoreksiya benim için kendi hislerime ve isteklerime rağmen başkalarına hayır diyememek. Vücudumun ve ruhumun çığlıklarına kulak tıkayıp onu beslemeyi şiddetle reddetmek.

Anoreksiyanın basitçe “zayıflık tutkusu yüzünden az yemek” olmadığını, insanın belki kendisinin bile bilemediği bir boşluğu doldurmak için tutunduğu çürük bir dal olduğunu anladığımdan beri tedavi sürecime de daha bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşıyorum. Şayet anoreksiya beni değil de, ben onu yeneceksem bu sürenin sonunda sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da sağlığıma kavuşmalıyım. Hayati fonksiyonlarım için hızla ve çokça kilo almam gerektiğini biliyorum ama anoreksiya nervozadan iyileşmek sadece bununla sınırlı olamaz. Beni anoreksiyaya iten boşluğun ne olduğunu da keşfetmeliyim. Kişiliğimin kaygıya, kontrole ve katı kurallara yatkın taraflarını törpülemeliyim. Kontrol edemediğim durumların bedenime ve zihnime işkence etmesine izin vermemeyi öğrenmem gerek.

Kısacası dönüşmek… Bilinçaltıma kök salan olumsuz düşünceleri ve yaşantıları beni iyi edecek olanlarla değiştirmek. Geçtiğimiz haftalarda okuduğum Joe Dispenza’nın Breaking the Habit of Being Yourself adlı kitabını bu düşüncelerle boğuştuğum sırada okuduğum için şanslıyım. Çünkü Dispenza bu kitapta temel olarak kendimiz olmayı nasıl bırakacağımızdan ve nasıl daha iyi bir benlik yaratacağımızdan bahsediyor.

Altını çizdiğim bölümlere bakınca Dispenza’nın fikirlerini daha çok yeme bozukluğumla ilişkilendirerek okuduğumu fark ettim. Fakat eminim ki bilinçaltını kazıyıp oraya daha mutlu ve daha yaratıcı bir benliğin tohumlarını atmak isteyen herkes bu kitaptan yararlanabilir. Söz gelimi, ilk vurulduğum fikir Dispenza’nın “zihinsel prova” olarak adlandırdığı ve değişime hazırlık olarak düşünebileceğimiz evre oldu. Zihinsel prova, Dispenza’nın belirttiği üzere, kendimiz olma alışkanlığını kırmak için önemli bir araç. Diğer her şeyi devreden çıkarıp sürekli olarak yalnızca belli bir şey üzerine odaklanırsak, bir süre sonra bu düşünceyi yaşantı haline getirebiliriz. Diğer bir deyişle, sinirler arasındaki bağıntılar, söz konusu düşüncenin gerçek hayatta tecrübe edildiği hissini yaratacak şekilde yeniden düzenlenir. “Düşünme şeklimizin beynimizi ve böylece zihinlerimizi değiştirmeye başladığı an burasıdır.” (Kitaptan alıntı)

Yıllar boyu belli düşüncelere bağlı kaldığımızda bu düşüncelere paralel şekilde hisseder oluyoruz ve bir süre sonra düşüncelerimiz ile hislerimiz birbirine eşitlenerek “kalıplaşmış” bir benlik hali oluşturuyor. “’Hep tembel olmuşumdur; gergin bir insanım; kendinden emin biri değilim; değerli olup olmadığım konusunda sıkıntılar yaşıyorum; çabuk öfkelenirim ve sabırsızım; çok zeki sayılmam,’ gibi cümleler kurduğumuzda,” diyor Dispenza, “düşüncelerimiz kalıplaşmış duygular şeklinde mizacımızda yer bulur.”

Değişimin sırrı da burada gizli aslında. Hislerimizden daha aşkın şekilde düşünemediğimizde, asla değişemeyiz. “Değişmek, hislerimizin ötesinde düşünmektir. …Değişmek, ezberlenen benliğin alışıldık hislerini aşarak düşünmektir.” (Kitaptan alıntı)

Benliğin anlamlarının keşfedildiği ilk bölüm değişimin mümkün olduğunun ve insanın kendini yeniden yaratabileceğinin altını çizerek sona eriyor. Dispenza’ya göre yıllardır sürdürdüğümüz düşünce ve duygu şekilleri öylesine benliğimize katılmış ve kalıplaşmıştır ki onları sorgulamayız ve otomatik olarak davranışlarımıza ve bedenimizin tepkilerine yansıtırız. Bilinçaltına köklenen bu düşünce ve duygu şekillerini (tabii bunları değiştirmek istediğimizi varsayıyoruz) önce gözlemlemeliyiz. Ancak farkına vardıktan sonra bunları unutmak için adım atabiliriz. Sonrasında, beynimizi yeni şekillerde düşünmeye sevk etmek için sorular sormaya, böylece sorgulamaya, tasarlamaya, olasılıkları değerlendirmeye başlarız. Dispenza akıcı bir bilinç halinin yaratılması için açık uçlu soruların sorulması gerektiğini belirtiyor. Örneğin, unuttuğum –ezberimizden çıkardığımız da diyebiliriz– bu kalıplaşmış düşünce ve duyguların yerine ne koymak istiyorum? Kim olmak, nasıl biri olmak istiyorum? Tarihten hayran olduğum kim var ve bu kişinin beni cezbeden özellikleri neler?

Elbette kitabı okurken zaman zaman şüpheye kapılmadım değil. Bilinçaltına yerleşmiş düşünce ve duyguların farkına varılsa bile bunları değiştirmek, yani beyni yeni şekillerde düşünmesi için yeniden “yapılandırmak” mümkün müydü? Yukarıdaki soruları sormak işe yarayacak mıydı? Dispenza, bu sorulara gerçekten içten olarak cevap verdiğimizde beynin yeni biçimlerde çalışmaya başlayacağını ve bir süre sonra zihnimizin kendiliğinden yeniden şekilleneceğini belirtiyor. Yeni bir benlik için ne kadar fazla zihin provası yaparsak, bedenimizin tepkileri ve yeni şekillenmekte olan zihnimiz de birbiriyle aynı derecede uyumlu hale gelecektir. Diğer bir ifadeyle, beynimiz de, hayatımız da gittikçe değişecektir. (Kitaptan alıntı)

Anoreksiya hastası olduğumu kabul edip tedavi sürecine başladığımdan beri hem hastalığımla, hem de kişiliğimle ilgili öyle şaşırtıcı gerçekler keşfettim ki aslında Dispenza’nın bahsettiği bilinçaltına yerleşen düşünce ve hislerim yüzünden ezbere yaptığım, kendime ve çevreme zarar veren davranışlarımı fark eder oldum. Beynim iki parçaya bölünmüş gibi. Tepkilerimin çoğunu anoreksik tarafım yönetiyor ve onun kalıplarına göre hareket ediyorum. Bunların çoğu da zarar verici davranışlar. Hâlâ makul düşünebilen ve iyiliğimi isteyen tarafın sesi ise çok cılız kalıyor. Dispenza’nın kitabını okurken gözlemleme-fark etme aşamasını tamamladığımı ama bir türlü o soruları soramadığımı, benliğime kattığım anoreksiyadan kurtulup değişmek yönünde “eylemsel” bir adım atmaya cesaret edemediğimi fark ettim.

“…Geçmişinizle olan kökleri koparmadığınızda, yeni bir gelecek yaratmak imkânsızdır,” diyor Dispenza. “Ancak bahçedeki (zihindeki) izleri sildikten sonra yeni bir hayat için yeni düşünce, davranış ve duygu tohumları ekerek yeni bir benlik oluşturabilirsiniz.” (Kitaptan alıntı)

Cümlelere döküldüğü ölçüde kolay olmasa gerek. Çabalamak, zorlu ve uzun bir yolu kat etmek gerekiyor. Benim için bu yola çıkalı yedi sene oldu ve özellikle son iki senedir köprü çıkışlarını fark edip yanlış çıkışa yönelmemek için çabalıyorum. Anoreksik yanımın sinsiliğini gittikçe daha iyi fark ediyor, onun dayattığı düşünce ve davranış kalıplarını kırmak için –anoreksiyaya karşı gelerek yediğim bir bisküvi bile olsa– adımlar atıyorum. Yoga ve meditasyonla bedenimi yeniden hissetmeye, onu sevmeye ve tanımaya çalışıyorum. Bence kaygılarımız ve yeme bozuklukları gibi zihinsel rahatsızlıklarımız da bedenimizle ruhumuzun birbirini duymayı unutmuş olmasından kaynaklanıyor. Dönüşüm sürecinde derin derin düşünmeye, derin derin nefes almaya ihtiyacımız var. Çünkü değişmek mümkün. Daha iyi bir ben olmak; kendimize daha iyi gelecek bir benlik inşa etmek mümkün.

Not: Yazıda Dispenza’nın kitabına ve fikirlerine atıf yaptığım yerlerin çevirisi bana aittir. Kitap Türkçe olarak Butik Yayınları tarafından “Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak” adıyla yayımlanmıştır.

Kaynak:
-Dr. Joe Dispenza, Breaking the Habit of Being Yourself: How to Lose Your Mind and Create a New One, Hay House Publications.
-Dr. Joe Dispenza’nın Youtube Kanalı
-Dr. Joe Dispenza’nın İnternet Sitesi
Okuma önerisi:
-Brené Brown, The Gifts of Imperfection: Let Go of Who You Think You’re Supposed to Be and Embrace Who You Are
(https://www.amazon.com/Gifts-Imperfection-Think-Supposed-Embrace/dp/159285849X)
-Osho, Yoga – Bireyin Doğuşu, çev. Nilüfer Epçeli, Omega Yayınları.

İlginizi çekebilir: Yeme bozukluklarını tanıyın: Bu tür bir rahatsızlık yaşayan birine nasıl yardımcı olabilirsiniz?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale