Değişimi durduramayız ama ona yön verebiliriz
Yine çok radikal bir değişimin içinde bulduk kendimizi. Değişim bazılarımızın istediği yönde oldu, bazılarımızın ise istemediği şekilde gelişti ama sonuç olarak hepimiz epey yorgun düştük. Öncelikle, ne olursa olsun şunun farkında olmalıyız ki, biz bu kadar büyük değişimler içinde bile yaşamaya devam edebilecek kadar güçlü, üretmeye devam edebilecek kadar cesuruz. Biz, böyle doğduk ve bu kadar güçlü olduğumuz için bu kadar zorlukla baş edebildik. Yüzyıllardır bu böyle.
Coğrafi konumumuzun avantajları, yeraltı madenlerimiz, doğuyu-batıya bağlayan bir köprü oluşumuzla biz yüzyıllardır bitmeyen değişimlerin merkezi olduk. Bu merkez bizim evimiz. Ondan nasıl vazgeçebiliriz ki? Üstelik bu kadar derin bu kadar zengin bir kültür de bu bitmeyen değişimlerin bize mirası değil mi?
- Değişim bitecek mi? Ya da hep aynı yönde mi seyredecek?
- Değişim nedir? Nasıl bir doğası vardır?
- Değişim, ben istemediğimde duran bir akış mıdır? Yoksa, durduramayacağım kadar büyük bir güç mü?
- Büyük değişimler bir günde mi gerçekleşir? Yoksa, biz bir günde gerçekleştiğini sanarak onu çok mu yanlış anlamışızdır?
- Değişim sadece yılın belirli günlerinde olan bir etkinlik midir? Yoksa her an her saniye değişim olur ama biz sadece yeterince büyük olanları mı fark edebiliriz?
- Etrafımızda yaşanan değişim bizim varlığımızdan bağımsız mı gerçekleşir? Yoksa, en küçüğümüzden en büyüğümüze kadar herkesin her gün yaptıklarının bir sonucu mudur?
- Ben hangi değişimlerden sorumluyum? Sadece kendi hayatımdakilerden mi? Yoksa kendi hayatımda yaptığım seçimler aslında ben farkında olmasam da yaşadığım toplumdaki değişimin sonucunu da etkiler mi?
Bu yazımda hayatımızın vazgeçilmezi değişimi ve onun doğasını anlattım, çünkü o hep bizimle olmaya devam edecek ve sadece onu tanıyanlar ona yön verecek.
Her an değişim içinde olduğumuzu fark etmek
Her an, her saniye biz ve etrafımızdaki her şey değişiyor. Hayat ve biz değişimin ta kendisiyiz. Bu yazıyı yazmaya başlayan ben, yazı bittiğinde bambaşka biri olacağım. Yazarken bambaşka şeyler keşfediyor ve bu keşiflerle değişiyorum. Bedenimiz bile sürekli var olan değişim sebebiyle yaşlanıyor. Saçımıza rüzgar değiyor ve rüzgarla arasındaki etkileşim onu değiştiriyor. Gördüğümüz ya da görmediğimiz en küçük zerrecikle bile sürekli bir etkileşim içindeyiz.
Sevgililerimiz ve arkadaşlarımızla ilişkimiz de bu fark edemediğimiz her gün olan minik değişimler sebebiyle ileride bir gün ayrılık veya birleşme ile sonuçlanıyor. Bu minik değişimler ve her gün yaptığımız minik seçimler birleşiyor ve ilerleyen günlerde bir “tam”ı oluşturuyor. Değişim, biz onu göremediğimizde bile hep var olsa da, biz onu ancak o “tam” oluştuğu zaman fark edebiliyoruz.
Hayatımıza giren her insan, yaşamayı seçtiğimiz her olay bizi değiştiriyor ve hayır diyemediğimiz ya da maruz kalmayı seçtiğimiz her şey ve herkes bizi istediğimiz ya da istemediğimiz bir sonuca gün be gün yaklaştırıyor.
Büyük değişimlerin bir gün değil her gün yaptıklarımızın bir sonucu olduğunu anlamak
Değişim gözle görülür şekilde ortaya çıktığında aslında doğum gerçekleşmiş oluyor. Uzun bir süredir birileri bu gerçekliği yaratmak için gün be gün çalışmış, sabretmiş ve birlik olmuştur. Aynen doğada olduğu gibi, hiçbir elma bir günde agaçtan düşmüyor. Çiçeklenme, meyve oluşumu ve olgunlaşma dönemlerinden geçiyor.
Biz de doğanın bir parçasıyız, dolayısıyla biz de bu sürece tabiyiz, değişim de. Hayatlarımızda istediğimiz yönde bir değişim yaratmak için bunun bir günde olmayacağını anlamalı, sabır, kararlılık ve her gün çalışarak doğumu gerçekleştirmeliyiz.
Değişime direnmek veya ona yön vermeyi seçmek
İnsanın değişim ile üç tip ilişkisi olduğunu gözlemliyorum; değişimi durdurmaya çalışmak, değişime yön vermek ve değişimle sürüklenmek.
Hayatı durduramayacağımız için değişimi de durdurmamız mümkün değildir. Ancak, kendi yaşamımızın sorumluluğunu almak, istediklerimizi ve istemediklerimizi açıkça ifade etmek, bizi ona yön verenlerden biri yapabilir.
Değişimi durdurmaya çalışmak veya onunla savaşmak engel olduğumuz şeyi güçlendirmekten başka bir sonuç vermeyecektir. Tıpkı bir nehrin içine attığımız taşın üzerinden geçen suyun daha coşkulu akacağı gibi… Su, yoluna devam edebilmek için önüne çıkan taşı aşabilecek kadar güçlenmek zorundadır. Bizim de hayat içinde başımıza gelen şey aynen bu. Sudan öğrenmemiz gereken şey ise kendimize güvenmek ve ne olursa olsun yolumuzda akmaya devam etmektir. Siz suyun hiç “ben bu taşı aşabilir miyim” diye tereddüt ettiğini gördünüz mü? Etmez, aşacağını bilir, aşmak için ne yapması gerektiğini bilir ve aşar.
Değişimle sürüklenmek ise ümitsizliğe saplandığımızda olur. Ümitsizliğe kapılmak, yorgun düştüğümüz için yoldan vazgeçmektir. Bence bu bir insana yakışmayacak bir seçimdir, çünkü ümitsizliğe kapılan insan değişim istemediği yönde aksa bile onunla sürüklenmeyi kabul etmiştir. İnsan bir poşetle aynı kaderi yaşayamayacak kadar değerlidir. Bu yolu seçmiş biri, kendi gücünden uzaklaşır.
Eğer, değişime yön verenlerden olmak istiyorsak bir an önce ayaklarımıza dolanan ve bizi etkisiz hale getiren ümitsizlik duygusundan, panikten ve kurban psikolojisinden kurtulmalı ve kendimize şunu sormalıyız: Gerçekleşmesini istediğim değişim için bundan sonra her gün ben ne yapabilirim? Sürdürülebilir ve yaşamımızda sevgiyi büyütecek her şey, her minik adım bu sorunun cevabı olabilir ve biz yarın yaşamak istediğimiz topluma her gün attığımız bu minik adımlarla ulaşacağız.
İlginizi çekebilir: Değişim yolda… Değişim kapıda!