Değişim bir günde olmuyor: Hayatın ritmine ayak uydurmaya hazır mısın?
Geçen gün sabırsızlıkla yemek yaptığımız bir anın içindeki dersi görme şansı yakaladım, bugün de ondan ve bendeki yansımalarından bahsetmeyi istedim. Hızlıca pişirmeye çalıştığımız tencereyi en büyük ocağa, en yüksek ateşe koyduk, sanki tek etkenler onlarmış gibi. Oysa o yemeğin içindeki yağın yayılmaya, sebzelerin suyunu önce salıp sonra çekmeye ve tüm tatların birbiriyle karışması için bir sürece ihtiyaçları var. Kendi kontrolümüzde olan etmenleri harlayarak istediğimiz sonuca ulaşamadığımızı hatırladım tekrar; her şeyin kendine özgü ritmine saygı duymamız gerektiğini.
Hayat da böyle akıyor. Biz o ritmin farkındaysak, üzerimize düşeni gerçekleştirip sonrasını bırakırsak her şey yerli yerine oturuyor, tadı o zaman geliyor. Bir yerden terfi bekliyorsan da, bir dileğinin gerçek olması için gün sayıyorsan da… Ritme ayak uydurdukça uyumu yakalıyoruz; dirençler, isyanlar ve sorgulamalar sessizleşiyor. Yok “ben üstüme düşeni yaptım neden hala olmuyor” diye ayak diretiyorsak, hayat hiç üslubunu bozmuyor bildiği hızda dönüşmeye devam ediyor. Bizse yıpranabiliyoruz.
O yüzden bugün değişimin bir günde olmadığını, büyülü ve büyük bir an’ı beklemenin mevcut bakış açımızı yanıltabileceğini hatırlatmak istedim. Hepimiz şu anki yaşımıza günbegün geldik, geçen ekimde tohuma kaçan kabaklar şimdi tekrar filizleniyorlar. Her an diğerinin ardına ekleniyor, zaman oluşuyor, bu zamanın içinde biz evriliyoruz, hayatımız da dönüşüyor. O yüzden çok ısı, çok güneş, çok su ne bir tohumu büyütüyor ne de bir yemeğin tadını olduruyor.
Şimdi hayatının ritmine baksan aceleyle sabırsızlıkla dolduğun veya boşvermişlikle biraz saldığın yerleri fark edebilir misin? Senin tepkilerinden tamamen özgür bir akışın olduğunu ve sana dokunduğunu fark ettiğinde nasıl hissediyorsun benimle paylaşmak ister misin? Farkındalık bazen bir blog yazısında, bazen mutfaktaki bir yemekte, bir sokak hayvanında… kalbimize dokunuyorsa, paylaşıyorsak ne mutlu.