“Sizin rızanız olmadan kimse kendinizi değersiz hissettiremez.” -Eleanor Roosevelt
Birçoğumuz için belki yeterince üzerinde düşünmüş olduğumuzu varsaydığımız bir kavramdır değer bilmek. Bu yazımda sizlerle birlikte aslında “değer” vermek kavramını sorgulayalım istiyorum. Bizler hayat boyu çok sayıda şeye değer veririz değil mi? Şimdi gelin bir kendimize soralım, nelere değer vermekteyiz; ailemize değer veririz, sevgilimiz, eşimiz hayatta aşk ilişkisi ile bağlı olduklarımıza değer veririz, çocuklarımız bizim canlarımızdır onlara değer veririz, arkadaşlarımız, dostlarımız hayatımıza eşlik ederler onlara değer veririz. Başka diyeceksiniz hemen saymaya devam edelim, işimize değer veririz, paraya değer veririz, giydiğimiz belki yediğimiz şeylere değer veririz, yeni bir araba almış olabiliriz veya bir ev bunlara değer veririz.
Peki bu akış içerisinde sizce bizler ne kadar sorgularız? En çok değer verdiğimiz şey, kavram veya konu nedir? Ben hemen sizin için soruya cevap vermeye çalışayım; diğer kişiler yani hayatımızda olan eşimiz veya sevgilimizdir genellikle, veya ailemizi “diğer” kavramından gelenleri ilk sıraya koyarız. Kimimiz “çocuklarım” diyebiliriz ve yine aynı noktaya getirir bizi bu cevaplarımız… Diğer kişiler, onlar, dışta olanlar, bir araba, bir ev, bir sevgili belki bir eş bizim “en değerlimizdir.”
Peki ya kendimize verdiğimiz değer?
Gelin şimdi yeniden soralım bizler bu derece “dışımızda” olan kavramlara değer verirken, onları saklayıp gözetirken veya delicesine severken aslında “kendimiz” ile ilişkili olarak aynı derecede “değer” verebiliyor muyuz? Bir düşünelim örneğin en yakın arkadaşımız kırılacağımız bir şey yaptığında onu affedebilirken, veya özür dilediğinde “aynı” değer seviyesinde ilişkimize devam edebilirken, biz hayatta bir hata yaptığımızda kendimize nasıl davranıyoruz? Kendimizi aynı kolaylıkla affedebiliyor muyuz yoksa düşüncelerimizde odağımız “bak yine başarısız oldun, yine hata yaptın, bir şeyi doğru düzgün başaramıyorsun” gibi kendimizi yargılamaya devam ettiğimiz, böylece kendimize “aynı” değeri veremediğimiz bir akışa mı sürükleniyoruz?
Veya annemizin bir tatili kendisiyle geçirmek için vicdanımızda oluşturduğu baskı yüzünden, çok istediğimiz o tatili erteliyor muyuz örneğin? Sonrasındaysa “gerçekleştirememiş” olduğumuz hayallerimiz için hayatı mı suçluyoruz? Ya da içten içe annemize karşı gizli bir “anlaşılamamış olmanın” da verdiği hayal kırıklığı mı beslemeye başlıyoruz?
Kendimize veremediğimiz değer ya da değersizlik hissi
İşte aslında hayatta seçimlerimizi ve önceliklerimizi belirleyen kavram “diğerlerine” yani dışarıdakilere verdiğimizden çok “kendimize” veremediğimiz değer veya kendimize verebildiğimiz “değersizlik” hissimizdir. Bu noktada biraz daha derine gitmemiz gerekiyor aslında, “kendimize veremediğimiz değer” nedir? Duyar gibiyim; Pınar şimdi ben nasıl kendime değer “verememiş” olabilirim? Ben hemen samimi bir örnekle bu sorunuza biraz olsun açıklık getirmek isterim. Kendimize veremediğimiz değer noktasının kendimce en uç noktasına evliliğimin son aşamasında ulaşmıştım. Evet, açıkça bildiğim halde ve gerçekten çok üzüldüğüm halde bağımlılık duygum o derece yüksekti ki, bitirmem gereken ilişkimi bitirebilmek cesaretimi bir türlü toplayamamıştım. Sonunda öyle bir noktaya vardım ki tek hissedebildiğim bu resmin parçası olmadığımdı, ihanete uğramış yine de “kendime dürüst olamamış” ve “kendi değerimi hiçe sayarak” hiçbir şey yokmuş gibi evliliğimi sürdürmeye devam etmiştim… Ve tabi ki sonunda çok üzülerek de olsa “kendime vermem gereken” değer yollarımı kesip yapmam gerekeni yapma vaktimin çoktan geldiğini bana açıkça göstermişti…
Bizler işte bu örnekte de gördüğümüz üzere “kendi” değerimizi bilmediğimiz her durumda aslında “kendimize” vermemiz gereken değerden feragat ederek başkalarının egolarını onurlandırmaktayızdır. Bu örneğe devam edecek olursak zamanını sevgili beni, “kendi” değerinden daha fazla, o ne düşür, üzülür mü, devam etmek ister mi, onun için özel olan nedir şeklinde düşünmüştür, fakat hep birlikte görüyoruz ki bu düşünce tarzı “kendimizi aldatmaktan” ve “kendi öz değerimizi” yani aslında zamanın Pınar’ının kendi kendisine vermesi gereken değeri azaltmaktan başka bir sonuca çıkmamıştı… Bu tecrübede kendime vermem gereken değerden o kadar çok ödün vermiştim ki, sonunda güveneceğim ve yoluma nasıl devam etmem gerektiğini bana gösterecek bir iç pusulam dahil kalmamıştı, sanki dünya üzerindeki “oluşumun” anlamı yoktu. Dışarıdan alamadığım ve sürekli dışarıdan almayı beklediğim “değer” bana ulaşmadıkça adeta bir bağımlı gibi giderek daha da bitkin hale gelmiştim. Ve sonunda öyle bir dip noktasına vurdum ki, dışarıdan beklediklerimin asla gelmeyeceğini ve bunu kendi içimde sadece yine “ben” istersem yapılandırabileceğimi anladım… Herhangi biri veya dünya üzerindeki tüm insanlar bana en büyük değerleri veriyor olsalar da “ben kendi değerimi” anlamadıkça ve bunu “kabul etmedikçe” aynı tatminsizlik ve değersizlik bilinci hayatım boyu beni güçsüz düşürmeye devam edecekti…
İşte bu örnekte de olduğu üzere aslında bizler hayatımızda pek çok noktada “kendimize verdiğimiz” ile sınanmaktayızdır, ve genel olarak tavrımız “insanlar bana değer vermiyor” şeklinde olur. Yine aynı örnekten devam edecek olursak ben “diğer” kişinin beni değersiz gördüğünü, beni aldatabildiğini, başka bir kişiye benden daha fazla değer verebildiğini ve bu durumda bana çok büyük bir “değersizlik” hissi yaşattığını düşünmüştüm. Fakat bu noktada sorgulamamız gereken şudur “ben kendi kendime gerçekten değer veriyor muydum, kendi değerimi biliyor muydum, hislerimi dile getiriyor muydum, hayatta tercihlerimi yine en değerli olan bana göre şekillendirebiliyor muydum, ben kendime dünyanın en değerli varlığı olarak bakabiliyor muydum” yani başka birinden beklediğim tüm bu “değer görmek” ihtiyacını aslında en basit şekilde kendi kendime verebiliyor muydum?
Değersizlik hissimizin temeli bu yüzden tamamıyla kendi kendimizin değerini bilmek ve kendimize değer vermek kapasitemize dayanmaktadır. Bizler kendi değerimizi bildiğimizde, hislerimizi açıkça paylaşabilir, öz değerimiz ile çelişecek durumlarda cesurca aksiyon alabilir ve böylece hayatımızda “pişmanlık” olarak atfedebileceğimiz her durumu da ortadan kaldırmış oluruz. Kendi değerimizi bilmek, uçsuz bucaksız bir okyanusta daima doğru yönü gösteren bir pusulaya sahip olmak gibidir; gece de yol alıyor olsak, fırtınalı bir denizde savruluyor da olsak, her daim gideceğimiz yönü bize gösterebilecektir. Kendi değerimizi bildiğimizde dünyamız da buna göre şekillenecektir. Burada ego veya bencillik ile karıştırılabilen kendi değerimizi bilmek kavramı aslında bu duygulardan çok daha üstündür; durum bazlı var olmamaktadır, hayatımızın değişmeyen bir parçası ve bizim bu hayattaki en “değerli” yol arkadaşımızdır…
Bu derece değersizliğin derinlerine sürüklenmiş olan ben, daha sonra hayatımda “kendine değer” üzerine yepyeni bir sayfa açtım ve halen bu yeni sayfalara sadece “kendime verdiğim değeri” onurlandırmak üzere yepyeni bir hayat yazmaya çalışıyorum. Öncelikle otuzuncu doğum günümden bu yana her doğum günümde “kendi kendime” muhteşem doğum günü hediyeleri vermeye çalışıyorum, en çok sevdiğim şeyi yapıyorum, çok uzak ülkelere tek başıma seyahat ediyorum… Bu kadar zahmete de gerek yok, sabahları sadece “kendime çok değer” verdiğim için sabah beşte spora gidiyorum ve yine mutlaka kendime verdiğim değer akışında keyif kahvemi içiyorum… Kendime verdiğim değer hafta sonu bana sadece kitap okumamı fısıldıyorsa tüm yoğunluğa karşı onu dinliyorum, onunla dost olarak, başka hiç kimsenin eşliğine veya onayına ihtiyaç duymadan sadece “kendine değer vermenin” muhteşem bilinciyle hayatımda başka tecrübelere değişmeyeceğim tecrübeler edinebiliyorum…
Bu yazımda bana eşlik eden sizler, bugün gelin hep birlikte kendi kendimize soralım; bizler bu hayatta aslında en değerli hazinemiz olan “ben” kavramından önce o değerliler listemize neleri koyuyoruz bir erkek arkadaş mı, çocuklarımız mı, annemiz mi veya dostlarımız mı? Gelin listemizi yeniden yapalım ve en başta “ben” diyerek başlayalım… Hayata bize verilmiş olan en değerli kavram “yine kendi varlığımızdır”, bizler bu hazinenin değerini bildikçe evren de bunu yansıtmak üzere bizlere mutluluk ve neşe içinde eşlik edecektir; çünkü şu an dünya üzerinde bu yazıyı okuyan “sen” çok değerlisin…