Yeryüzünde, kuzey yarımkürede resmi olarak sonbahar mevsimi yaşanıyorken, yazı özleyen biri ne yapmalı? İşte bu haftaki yazımı bu soruya cevap olarak yazıyorum. Daha önce yazdığım bir yeri yazıyorum size yeniden. Sizin için bir farkı olur mu bilmiyorum ama benim için asla aynı değil.
Hafta içi yoğun tempo çalışıp İstanbul’da o karmaşık trafik, kara bulutlar ve her yere yetişmeye çalışan sürünün içinde sonbahar serinliğiyle geçen 5 günün ardından hafta sonu kaçtık Dalyan’a.
Dalyan’da bir pazar sabahındayım, tarihler Ekim ayının 3. Pazarını gösteriyor ama evrene göre buraya hala yaz hakim. Yazı bir mevsim olarak saymaya karşıyım zaten. İsteyen için Kasım aylarına kadar uzatalım hatta yazı. İnanın ki bir yerlerde hep yaz…
Sabah çok da erken saatte olmayan bir uçakla, öğle saatlerine doğru Midas Pansiyon’a vardık. Okuyanlar hatırlar, buraya geldiğimde hep aynı yerde kalıyorum, aileden gibiler benim için. Şehirdekiler için pastırma sıcakları olarak bildiği ama buralıların “sonsuzyaz” dediği bir hava karşıladı bizi. Şort atlet ikilisine yeniden kavuşanlar olarak şaşkın ve mutluyuz.
Geldiğimiz gibi odalarımıza geçtik, mayoları giydik ve klasik gidiş yolumuz olan motor dolmuşları bekledik. İztuzu Plajı’na gidiyoruz. Yol 25 dakika sürüyor, amaç Dalyan Gölü’nü geçmek. Hava masmavi ve yemyeşil. Bu arada burada geçirdiğim 30 saat boyunca internetim kapalıydı ve telefonum sadece aramalara açıktı. “Ne var bunda” diyenleri denemeye davet ediyorum. Ama bir kez bile açıp kapamak yok… “Nasıl bir his” diyenler için birazcık bahsedeyim. İlk birkaç saat hissedilen yokluk hissi yerini nasıl rahatlamaya bırakıyor. Bir şeyler paylaşmadan durabilmenin, “ben buradayım bakın” deme zorunluluğu hissetmemenin huzuru inanılmaz… Bunu sık sık denemeye karar verdim. Kaybolup kendini bulmak gibi bir his. Sadelikle küçülme hissi. Sadelik nasıl anlam yüklü bir kelimedir benim için. Benim hayatımın odağı bu ara bu.
Cumartesi günü İztuzu Plajı’na saat 2 civarı geldik, bu sahil kasabasında deniz, kum ve güneş üçlüsü ile başladı gün. Pek fazla Türk’e rastlamadık, gelenler de dolanmaya bakınmaya gelmişlerdi. Bir biz, bir de yabancı turistler denizin tadını çıkardık gün boyunca. Burada takvimde belirtilen zamanla değil kafadaki zamanla yaşamaya yaklaşırsan kazanıyorsun. Zaman hep “yaz” çünkü. Bazı yerlere başka mevsim yakışmıyor…
Biz plaja gitmişken günün olaysız geçmesi neredeyse imkansız tabi. Ne mi oldu? Arı istilası! Gerçekten yaşadık bunu… Çok acıktığımızdan denize geçmeden yemek yemek istedik. Ama bir anda yüzlerce arı yemeklere öyle bir saldırdı ki anlatamam. Bu yaz az yağmur olmuş ve Eylülde yerlerinden çıkan arılar aç kalmış. Dolayısıyla biz de arı istilasına maruz kaldık. Sürülercesi yemeklerimize saldırdı ve biz aç kaldık. İkinci kez yemek söyledik, bu sefer plaj çalışanlarının arı istilası için buldukları çözüm bir hayli ilginçti; soyunma kabinleri. Evet yanlış okumadınız. Gidip soyunma kabinlerinde yiyebilirsiniz dediler. Biz de ikinci kez aç kalmayı göze alamadık ve soyunma kabinlerine doğru yol aldık. Buradan okurken gülüp dalga geçenlere sesleniyorum; biz bir dram yaşadık… Trajikomik bir dram. Neyse bu olayı atlatıp karınlarımızı da doyurduktan sonra plajda biraz yürüyüş yaptık ve deniz kenarına geçtik. Sevgili Temmuz ve Ağustos ayları böyle sıcak deniz sunmamıştı bize açıkçası, pek güzeldi. Çıkınca da üşümedik. Arısı dışında olumsuz bir durum yaşanmadı yani… “Daha ne olsun” diyenler de olabilir ama beni biliyorsunuz, olaylara iyi yönünden bakmak huyumdur benim.
Denizden sonra akşamüstü saat 5 gibi son motor dolmuş seferi ile pansiyonumuza geri geldik. Akşam, fasıl geceleri düzenleyen Casa Nova adındaki bir balıkçıya geçtik. Göl kenarındaki keyifli masamızda, uygun fiyatlı bir yerde güzel bir Cumartesi akşamı geçirdik. Senin “hissettiğin” evrende zaman farklı işliyor. Sonsuz mutluluk ve arınmışlık hissi, netlik, rahatlama. Bu paha biçilemez hisleri bu kadar zamana sığdırmak insanoğluna has bir beceri. Zamanı nasıl değerlendirdiğin hayatta en önemli olan şey. Fasıldan hemen sonra kahve içmek için Dalyan’daki klasikleşmiş mekanlardan biri olan Dalyano Cafe’ye geçtik.
Keyifli uzun bir Cumartesiydi bizim için. Takvimsel olarak Dalyan’da 10 saat geçirip Cumartesi gününü huzurlu bir şekilde kapattık. Sizce de 10 saate sığmayacakmış gibi değil mi onca yaşanan? Ben size sırrını söyledim, bir daha söyleyeyim; kendi evrenimizde zaman durmuş gibi geliyor, ondan.
Pazar sabahını sizin için anbean yazıyorum. Saat sabah 9’da uyandım. Kaldığımız pansiyon göl kenarında, kahvaltımızı da göl kenarında yaptık. Pazar kahvaltısı ardından, yine birkaç arı uğradı yanımıza ama o kadar zorlamadılar bu kez. Ardından yine İztuzu Plajı’na gittik ve güzeller güzeli denizimize kavuştuk. Yavaş yavaş sona geliyoruz, eee akşamüstü dönüş yolu bizi bekler. Yolculuğumuz yine İstanbul’a. Hesaplarıma göre 220 gün yazdan uzak kalacağız…
Artık net sayılar koyuyorum önüme. Yıllarla işim yok. Daha yakın zamanların ve kalıcı planların peşindeyim.
Teoride güzel ve huzurlu bir 30 saat geçirsek de hissedilen sanki birkaç hafta gibiydi bizim için. Bu güzel tatilin ardından bir şeyin farkına vardım; kalkıp bir kağıda kocaman harflerle ERTELEME yazmalı çünkü hava her gün böyle güzel olmuyor. Bu söz canım Ozan Önen’den. Ertelememek adına düşündürücü bir hafta sonu oldu benim açımdan. Netlik kazanan şeyler de cabası. Flu olan ne varsa dağılsın ömrümüzde. Bu haftanın temennisi de bu olsun…
İlginizi çekebilir: Akılda kalan eski Bodrum’a, çocukluğuma ve canım arkadaşlarıma selam olsun