Bazen aradığımız sadece bir alan, kapsayıcı bir boşluk. Kıymetli yoga hocam Serpil Öztürk’ün anlattığı gibi “Önce boşluk vardı, sonra diğer elementler ve evren oluştu.” O yüzden bir şey yaratabilmek veya yaratılan herhangi bir şeyi tam olarak deneyimleyebilmek için o boşluklara ihtiyaç duyuyoruz. Sanırım zaman zaman bunu yakın ilişkilerimizde de fark ediyoruz. Bazen aradığımız ne bir teselli, ne bir motivasyon, ne de bir çözüm önerisi oluyor, sadece o alanı paylaşmak istiyoruz. İçimizde duyumsadığımız acıyı birlikte yaşayabilmeye, bağ kurmaya ihtiyaç duyuyoruz. Tara Brach Buda’nın Kalbi kitabında tam da bunu anlatıyor; “Gerçek şefkat birlikte olmak, birlikte hissetmek ve birlikte acı çekebilmektir” diyor. İçinde olan biteni, hiçbir şey yapma zorunluluğu olmadan sevdiğin ve güvendiğin biriyle gözlemlemek, sende uyandırdığı her duyguya birlikte alan açabileceğini okumak kulağa nasıl geliyor?
Günümüzde bazı kavramların karıştığına ve anlamlarından farklı kullanıldığına inanıyorum. Mesela şefkat acımayla, şükretmek bizden daha iyi veya daha kötüsüyle bir kıyaslamayla, koşulsuz kabul de toksik bir pozitiviteyle iç içe girmiş gibi görünüyor. Meditasyon ve farkındalık pratiklerinin özünde olan kabul halinin çok kıymetli olduğunu biliyorum o yüzden bugün ben kabulü nasıl anladığımdan bahsetmek istiyorum.
Kabul etmek temelde tepkisizlik demek. Kalbini kıran bir davranışla karşılaştığında karşılık vermek de, “Olsun, kötü bir niyetle yapmadı” veya “O da öyle biri, ne yapalım” demek de kabul etmeye örnek olmuyor. Kabul etmek sabah uyandığında havanın durumuna bakmak, giyeceklerini ve günün akışını ona göre planlamaya benziyor. Üzerine bir yorumda bulunmadan, itmeden veya bir şeylerin peşinde koşmadan, olanı olduğu gibi kabul ederek yaşamak, hayatı hafifletiyor. Yoksa her uyarıldığında, iyi veya kötü her şeye hazırcevaplıkla karşılık veren bir zihinle yaşamak yorucu olabiliyor. Gördüğü, hatırladığı, planladığı her şeye eleştirel bir yerden yaklaşan zihni tatmin etmeye çalıştıkça, yetersizlik hissetmenin meylini sanırım çoğumuz biliyoruzdur.
Peki ne oluyor da kabul etmek yerine daha iyisini aramaya yöneliyoruz? Neden hava o gün yağmurluysa yazı özlüyor, sıcak bir günse karı istiyoruz? Tara Brach’in kitapta bahsettiği gibi (ki benim farkındalık yolculuğumun da önemli açıklamalarından biriydi), Buda “Yaşam ıstıraptır” diyor. “Yaşam doğası gereği tatmin vermez. Hayatımızdaki her şey, ruh halimiz, bedenlerimiz, işimiz, sevdiğimiz insanlar ve içinde yaşadığımız dünya değişken olduğu için rahat değiliz. Hiçbir şeye tutunamıyoruz çünkü her şey gelip geçici. O yüzden devamlı olarak daha iyi olmaya, bu anda olandan farklı bir şey deneyimlemeye çekiliyoruz.” Oldukça açık bir ikilem değil mi? Sonsuz bir döngü bu.
Sürekli olarak ulaşmak istediğimiz ya da kaçınmak istediğimiz arzular nedeniyle, olanı kabul etmekte zorlanıyoruz. Kelimelerin etimolojik açıklamaları çok ilgimi çeker. Bu kitapta da arzu (desire) kelimesinin kökünün “bir yıldızdan uzakta” olduğunu öğrendim ve beni oldukça etkiledi. Tara Brach bunu gerçek doğamızı gerçekleştirmenin, bir yıldıza ait olmanın özlemini çektiğimiz şeklinde yorumluyor. Bense bunu okuduğumda arzuların hiçbir zaman doyurulamayacağı gerçeğini hatırladım ve bir yıldıza ulaşmak kadar imkansız olduğunu düşündüm; çünkü “Arzu güçlendikçe farkındalık uçup gidiyor.” Peki hangi yol bizi arzulardan uzaklaştırıp kabule yaklaştırıyor?
Benim kendi deneyimlerimden ve birlikte çalıştığım insanlardan edindiğim gözlemlere dayanarak farkındalık pratikleri yapmak ve bu pratiklere devam etmek diyebilirim. Öncelikle güvende hissetmek çok kıymetli. Tekrar hatırlatmak isterim ki koşulsuz bir kabul, sınırsızlık demek değil. Buda’nın Kalbi’nde hatırlatıldığı gibi “Zararlı dürtülerimize göre hareket etmeye veya bize zarar verebilecek dış koşullara evet demiyoruz: Biri bize kötü davranıyor, istismar ediyorsa kesinlikle güçlü bir şekilde hayır demeli ve gelecekte kendimizi korumak için akılcı sınırlar koymalıyız. Ama böyle bir durumda bile, içimizde yükselen korku, öfke veya kırgınlık hislerine evet diyebiliriz. Evet, düşüncelerimizin ve duygularımızın doğal olarak belirip sonra geçip gitmesine bilerek izin verdiğimiz bir içsel kabul etme uygulaması.” Buda’nın dediği gibi bu hayatta her şey geçici, tüm duygu ve düşüncelerimiz gibi. Zaten durum buyken kabul etmek yerine bize iyi gelen başka bir alternatif var mı dersin?
Kabul etmek için önce bir alan yaratmak gerekiyor, hatta ilk adım fiziksel bir alan yaratmak. Bize ait, rahatsız edilmeyeceğimiz bir zaman ve bir yere ihtiyaç oluyor. Ve sonra içe dönüp orada bir boşluk, bir sessizlik yaratılıyor. Eğer meditasyon ile bu alanı açmak istersek bu kitaptaki yönlendirmeli meditasyonlardan bazılarını deneyebiliriz. Veya gözlerimizi içe çevirip zihnen verdiğimiz cevapları biraz “izne çıkarıp” kabule yer açabiliriz. Veyahut sevdiğimiz ve güvendiğimiz birini bu alana davet edebilir, olan bitenle, uyanan duygu ve düşüncelerle birlikte sadece durmayı deneyimleyebilir, şefkati yakından tadabiliriz.
Örneğin bir ayrılık acısı yaşandığında tepkilerimiz ne oluyor? Belki o acı gerçekten kabul edildiğinde içimizden geçip gidiyordur, ne dersin? O acının uyandırdıklarını görmenin, terk edilmenin acısına tepkisizce izin vermenin, geride kalan hüzne dirençsizce yaklaşmanın, tek başınalığa evet demenin, yani koşulsuz kabulü denemenin, deneyimimizi içsel olarak değiştirdiğine inanıyorum. Yoksa sanırım kimse sadece kısa bir tatile gittiği, arkadaşlarıyla vakit geçirdiği veya güzel müzikler dinlediği için bunun üstesinden gelmiyor, çoğunlukla görünenin altında bir şeyler değişiyor. O duyguların uyandırdığı hislerden kaçmamak ve onların içinde boğulmamak gibi bir seçeneğin de olduğunu hatırlamak kalplerimize iyi geliyor, hayatın sadece sebep-sonuç ilişkisinden ibaret olmadığını hatırlatan alanlar açılıyor.
Bu kitapta da bu kavramlar öyle yalın, açık ve arkadaşça anlatılıyor ki bende uyandırdıklarını paylaşmak istedim. İçimizdeki koşulsuz kabul, şefkat ve sevgiyle temas etmek için yollar açan, ilham veren herkese, her söze ve kalbe sonsuz teşekkürler. Beni Instagram hesabımdan da takip edebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Karanlıktan korkmalı mıyız: Gerçeği sadece zihinle değil, kalple de kucaklamak