Hepimiz şu cümleyi duymuşuzdur; ‘Artık bu şehir hayatını bırakıp güneye yerleşeceğim ve kendi işimi kuracağım.’ Bu cümle genellikle havada kalır, gerçekleştirenler de genelde başarılı olurlar ise ortaya çıkıp konuşurlar. Start-up bir iş yapmanın zorluğundan kimse bahsetmez. Bu zorlukları en iyi bilen belki de Uplifers’ın kurucusu Eda’dır, değil mi Eda?
Yazılarımı takip edenler bu yıl Antalya’ya taşındığımı biliyorlardır. Burada müthiş bir spor ve wellness potansiyeli var. Şehir adeta bu iki unsur için konumlandırılmış. Ben de elimden geldiğince faydalanmaya çalışıyorum. Yeni insanlar ile tanışırken yolumuz Deniz Bayraktaroğlu Ar ile kesişti. Kendisi şehir hayatını bırakıp güneye yerleşen ve kendi start-up’ı Lokal Sofra’yı kuran bir kadın girişimci, başlayalı da çok olmamış. Bunu duyunca; ‘Hemen seninle bir röportaj yapalım ve hem işini hem de kurması kolay bu cümleyi gerçekleştirmenin aslında nasıl bir şey olduğunu konuşalım’ dedim. O da sağ olsun kırmadı.
Direkt konuya giriyorum. İstanbul’dan ve kurumsal hayattan çıkıp böyle bir start-up kurmaya nasıl karar verdin?
Çok önceden beri hayalimdi zaten. İçimde hep olduğu için de İstanbul’un keşmekeşinden çıkıp Antalya’ya döndüm. İstanbul’da kalsaydım şu an çarkın dişlilerinden birisiydim. Bu olsun istemedim. Doğal, sade ve keyifli bir hayat istedim. Bu tarz bir hayatı sürdürmek metropollerde neredeyse imkansız. O yüzden de Antalya’ya döndüm. Şimdilerde yaşadığım olumlu ve en olumsuz şeyleri alt alta toplayıp baktığımda benim zaten burada olmam lazımmış diyorum.
Peki Antalya’yı seçiş hikayeni, Lokal Sofra’yı, blog ve yemek işini anlatma ister misin?
Yemek işi çok klişe gibi olacak ama gerçekte küçüklüğümden beri aklımda vardı. Bir şeyler yapıp yedirmeye bayılıyorum. Kendim yemeye bayılmıyorum ama yedirmeye bayılıyorum. (Gülüyoruz.) Bir şeyler yaparken doyuyorum herhalde ki, sevdiklerimin yemesi beni daha mutlu ediyor. Büyük sofralar ve kalabalık aile. Öyle büyüdüm zaten. Yemek, ailemde çok önemli bir kültürdür. Büyük sofralar, aile toplanmaları… O sofranın etrafı aile demektir. Sofra demek güzel yemek ve iyi sohbet demektir. Sonra bir baktım ki, blog yazmaya başlamışım.
Bir yandan yapıyor bir yandan da yazıyorsun. Bazıları restoranları gezip gezip sonra blog yazıyor. Sen ise işin aynı zamanda mutfağındasın. Kendin yapıp, yazıyorsun.
Herkesin kendi tarzı var tabii. Ben düzgün olsun istediğim için kendim oluşturuyorum tarifleri ve kendi mutfağımda yapıyorum. Evde ufak bir jürim var. Önce onlara tattırıyorum. Onlar beğenir ise ve ben de beğenirsem tarif olarak paylaşıyorum. Bu şekilde oluyor.
Jürinin beğenmediği ama senin beğendiğin ve bloga koyduğun bir şeyler oluyor mu? Jüri kimlerden oluşuyor? Nasıl bir profil?
Oluyor. Jüri ailemden ve dostlarımdan oluşuyor. Eşim, kardeşim, babam ki hepsi de damak zevklerine güvendiğim insanlar. Ondan sonra dostlarım geliyor. Tabii ki benim çok beğendiğim, ama onların beğenmediği şeyler de oluyor ama kendim beğeniyorsam ve birileri beğenir diye düşünüyorsam mutlaka o tarifi de sitede yayınlıyorum; çünkü çok spesifik bir şey damak tadı. Senin ve benim damak tadım uymayabilir ama dışarıda mutlaka uyan birileri vardır.
Peki ilham aldığın birileri var mı?
İlham aldığım birçok kişi var: İlki Julia Child. Benim için inanılmaz bir kadın. Bir toplumun yemek alışkanlıklarını değiştirmiş bir insan, o yüzden inanılmaz saygı duyuyorum yaşadığı hayata ve güttüğü amaca. O benim için en önemli ilham kaynaklarından bir tanesi. Sonrası da çok geniş aslında, çevremdeki herkesten ilham alıyorum. Çünkü yemek bir sanattan çok da farklı bir şey değil. O gün mutlu oluyorsan eğer çok mutlu bir tarif oluşturuyorsun ve onu yiyen insanlar da mutlu oluyor. O yüzden herkesten ve her şeyden ilham alıyorsun.
Günümüzde bütün kadınların yaptığı ilk şey kalori hesabı. Sen de kalori hesabı yapıyor musun?
Yapmıyorum. Gerçekten yapmıyorum.
Tariflerinde kalori hesabı yapmadan mı çalışıyorsun?
Tariflerimde dikkat ettiğim şey;
- Tarifin yapay olmaması ve doğru sonuç vermesi,
- Tüm malzemelerin doğal olması,
- Sağlığa zararlı bir madde içermemesi,
- Mümkün olduğu kadar unu, şekeri az olsun,
Ve bu tarifleri uygulayan insanlar mutlu olsun, iyi hissetsin derdindeyim.
Plaza diliyle konuşacak olursak clean eat yani?
(Gülüyoruz.) Evet, kesinlikle.
Granola ve power bar da yapıyorsun. Şahsen bunlar benim kelime dağarcığıma son yıllarda girmiş kelimeler. Dalga geçtiğimiz plaza dili gibi koşucu dili diye de bir dil oluştu. Tabii hepsinin özünde iyi yaşam şekli var. İstanbul’da bu iki ürünü yapan kişiler var. Fakat bildiğim kadarıyla Antalya’da bir tek yapan sensin, öyle değil mi?
Sanırım. Aslında mutlaka yapan vardır. Genelde pasta yapanlar var. Benim gibi doğal malzemeler üzerine yemek yapıp yazan var mı gerçekten bilmiyorum.
Yöresel yemeklere çalışıyor musun? Antalya mutfağı gibi bir durum var mı yoksa dünya mutfağı üzerine mı çalışıyorsun?
Blogun adı zaten Lokal Sofra. Atıyorum İspanya’da zamanında yediğim ve çok beğendiğim bir lezzeti bugün kendi ülkemde, kendi şehrimde Akdeniz’in malzemeleri ile nasıl yaparım diye düşündüğün zaman sen zaten lokalleşiyorsun. Küresel bir tarifi yerele indirgemiş oluyorsun.
Devşirme gibi olmuyor mu o zaman?
Buna devşirme de diyebilirsin yeniden yorumlama da, yaratma da; ama zaten güttüğüm amaç da bu; malzemeler lokal olsun, tarif küresel olsun. Fakat ben herhangi bir ülkenin herhangi bir tarifini akşam yemeğe gelmiş bir arkadaşıma soframda yedirebileyim. Bunu da yerel malzemeler ile benim ülkemin ürünleri ile yapabileyim. Benim kendi pazarımdaki köylünün taptaze malzemeleri ile ya da benim arayıp bulduğum organik bir et ile, güzel bir deniz balığı ile kendi malzemelerim ile yapabileyim.
O zaman tamamen organik çalışıyorsun?
Tamamen organik çalışmaya çalışıyorum diyelim. Pazarlarda alışveriş yaptığım üretici köylüler var. Onlardan alışveriş yapmaya çalışıyorum. Pek çoğu babaannesinden kalan tohumları yastıklarının altında saklayıp bugünlere getirmiş ve üretime devam eden insanlar; ama bu karmaşa içerisinde bu şekilde davranamayan insanlar da vardır. O yüzden elimden geldiğince tohumundan itibaren organik ürün almaya çalışıyorum diyelim. Aldığım ürün pazardaki üreticiyi mutlu etsin her şeyden önce. O organik tohumu devam ettirebileceği bir imkan verebileyim ona öncelikle. Ben buna mutlu ürün diyorum. O mutlu üründen çıkan tarif de mutlu bir tarif oluyor ve yiyeni de mutlu ediyor böylece.
İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde yeni firmalar açılmaya başladı. Kişiye özel yemek yapıyorlar. Diyetisyenler ile çalışıp kişiye neredeyse günde 3-6 öğün yemek gönderiyorlar. Böyle bir girişim düşünüyor musun? Antalya bölgesinde var mı böyle bir iş yapan?
Bildiğim kadarıyla bölgede böyle bir iş yapan yok. Zaten varsa da yaygın değil ki bilmiyoruz. Şu an için böyle bir projeksiyonum yok. Fakat hayat ne getirir ise sevgi ile kabul ederim. Birinci hedefim Lokal Sofra’yı sağlıklı yaşam hareketinde, insanların güvenerek başvurabilecekleri bir kaynak haline getirmek ve bir tohum paylaşım platformu kurarak temiz, organik, Anadolu’nun o gerçek tohumlarını başta üreticiler ve dileyen herkesle paylaşabilmek. Düşünsenize o yamuk yumuk yaralı bereli pembe domateslerin ya da mis gibi fesleğenlerin, kekiklerin balkonunuzun bir köşesinde büyümeye başladığını…
Takip ettiğimiz diğer blog yazarları çeşitli kafe ve restoranlara danışmanlık yapıyorlar. Reçeteler veriyorlar, menülerini düzenliyorlar. Oldu mu böyle bir deneyimin ya da halihazırda yapıyor musun?
Oldu. Kontakta olduğum firmalar var. Kaleiçi’nde bir restoranın danışmanlığını yaptım. Tuttu onlarda ve işlerine başarılı bir şekilde devam ediyorlar. Oluyor zaman zaman, yani restoran ve cafelere konsept ve menü danışmanlığı veriyorum.
Şu an yiyorum ve gerçekten çok iyi power bar ile granola yaptığını görüyorum. Peki bunları tüketen bizler gibi spor yapıyor musun? Spor hayatında ne kadar var? Benim için en önemli nokta bu aslında: Bu yaptıklarını kendin kullanıyor musun?
Tabii ki kullanıyorum. Kendim tüketmediğim hiçbir şeyi tarif olarak paylaşmam zaten. Tempolu yürüyüş yapıyorum, yüzüyorum, pilates ve yoga yapıyorum. Bu bütüncül bir hayat felsefesi zaten sen de biliyorsun. Temiz yaşamak, sağlıklı yaşamak ve bu konsepti, içerisinde spor olmadan düşünemezsin. Bir yandan temiz yaşamaya çalışırken bir yandan da bedenime iyi bakmaya çalışıyorum. Bunları yaparken de bu granolalar, enerji barları gerçekten büyük yardımcım oluyor. İyi hissetmeye ve iyi yaşamaya çalışıyorum.
Okuyucularımız için de bir iki tarif verebilir misin?
Enerji barı
Malzemeler
- 2 su bardağı yulaf ezmesi
- 2 çorba kaşığı susam
- 2 çorba kasığı keten tohumu
- 6-7 adet kuru erik
- 6-7 adet kuru kayısı
- 1 su bardağı fındık
- 1 kahve fincanı pekmez
- 1 çorba kaşığı bal
- 1/2 kavanoz fıstık ezmesi (340 gr. kavanozun yarısı)
- 1 çay kasığı tarçın
- 2 çay kasığı zencefil
- 1 paket vanilya ya da 1 tatlı kaşığı vanilya özü
Yapılışı
Fırını önceden 190 dereceye ayarlayın. Fırın tepsisini yağlı kağıt ile kaplayın. Tepsiye yulafı, küp küp doğranmış kuru meyveleri ve iri parçalar halinde dövülmüş fındığı yayın. Üzerine susam ve keten tohumunu ekleyin. On beş dakika boyunca, fındıklar renk değiştirip kavrulmaya başlayana kadar fırınlayın. Pekmezi, balı, fıstık ezmesini, tarçını, zencefili ve vanilyayı bir sos tenceresine aktarın. Hepsi ısınıp koyu bir bulamaç haline gelene dek, kısık ateşte sürekli karıştırarak pişirin. Fırından çıkardığınız yulaflı karışımın üzerine, ocaktan aldığınız pekmezli karışımı sıcakken dökün. Malzemeleri fırın tepsisinin içinde karıştırın. Tüm malzemeler karışınca bir kaşığın arkasıyla ya da spatulayla düzleştirip düzgün bir şekil verin. 7-8 dakika daha, tüm malzemeler iyice pişene dek fırınlayın. Fırından çıkarttığınızda henüz sıcakken dilediğiniz şekilde kesip porsiyonlara ayırın. Fırın tepsisini oda sıcaklığına gelene dek bekletin, daha sonra buzdolabına kaldırın. Ortalama bir iki saat sonra enerji barlarınız hazır olacak. Enerji barlarını bir ay kadar buzdolabında ve on beş gün kadar oda sıcaklığında saklayabilir, cheesecake tabanı olarak kullanabilir ve yoğurdunuzun içine ufalayarak da tüketebilirsiniz.
Granola
Malzemeler
- 2 su bardağı yulaf
- 1 su bardağı kuru meyve karışımı (Hangilerini seviyorsanız, küp küp doğranmış)
- 1 su bardağı fındık, badem, ceviz ve kaju karışımı (Kabaca dövülmüş)
- 2 çorba kaşığı keten tohumu
- 2 çorba kaşığı hindistan cevizi
- 1 çay kaşığı tarçin
- 1 çay kaşığı zencefil
- Bir kahve fincanının ⅔’u kadar pekmez (Tatlıyı seviyorsanız bu miktarı biraz daha artırabilirsiniz)
Yapılışı
Fırını 190 derecede ısıtın. Fırın tepsisini yağlı kağıt ile kaplayın. Tüm malzemeleri bir kap içerisinde karıştırın.
Fırın tepsisine yayın ve on beş dakika fırınlayın. Fırından çıkardığınız tepsiyi oda sıcaklığına ulaştıktan sonra, granolanın biraz daha sertleşmesi için bir sure buzdolabında bekletin. Sertleşen granolanızı bir kavanoza aktarın ve buzdolabında saklayın. Granolayı yoğurt ve süt ile tüketebilirsiniz.
Soru, görüş ve önerileriniz için bana Twitter ve Instagram hesaplarımdan ulaşabilirsiniz.