Bir soruna dikkatinizi verdiğinizi düşünelim. Çözüm için öncelikle bilgimiz üzerinden yola çıkarız. Eski deneyimlerimiz, var olan kurallar, yaşadıklarımız… Belki biraz araştırma. Bazı sorunlar bizi öyle bir noktaya getirir ki çözümden daha çok kayboluruz. Sanki bir labirentte dönüp durmaktayızdır. Her kapı başka bir kapıya açılır ama çıkış yolu olmaz.
İşte böyle bir sarmala girdiğimiz anlarda aslında ne yapmalıyız? Bugün bu yazımda sizlerle birlikte özel veya iş hayatımızda sıklıkla karşılaşabileceğimiz böyle bir durumu nasıl çözeriz, nasıl daha iyi bir yaklaşım uygulayabiliriz, bunu değerlendirelim istiyorum.
Bu yukarıda belirttiğimiz noktalarda birçoğumuz egonun denizlerinde savrulmaya başlamaktayız bir süre sonra. “Ben bu sorunu kendim çözerim. Ben bu konuyu çok iyi biliyorum, kimseden danışmanlık almaya gerek yok.” Çözümü bulmaktan çok onu kimin bulacağına odaklanırız. Artık sorunumuza bir sorun daha eklenmiştir! Ve işte bizler, “Ben bu konun üstesinden gelirim” der durur ve o bitmeyen sarmalda dönmeye, yani çözümsüzlüğe devam ederiz.
Böyle anlarda neden gözümüzün önündeki çözüm bizden uzaklaşır? Basit olanı görmek bu kadar zor mudur? Onca yıllık uzmanlık, tecrübe bir sorunu çözmeye neden yeterli olmaz? O kadar yoğun bir şekilde çözümsüzlüğe odaklanırız ki istediğimiz ipucu bir türlü gelmeyecektir. Bir türlü ilerlemek mümkün olmayacaktır. Devam eden bu çözümsüzlük dönemleri tam da bu anlarda bizi daha da derin ümitsizliğe sürükler.
Peki böyle anlarda bize gerekli olan en temel şey nedir? Bu sorunun cevabı aslında çok basit: Bir dış göz. Hem de sorunumuzdan oldukça uzak, belki o konuyu bile bilmeyen bir dış göz… Evet, tam olarak doğru okudunuz, bu anlarda bir dış gözün, bir diğer kişinin fikri veya sorunu basitçe yorumlaması, belki o aradığımız çıkış yolu için bir türlü ulaşamadığımız kapıları önümüzde açıverir. Aslında o dış göz bizi kaybolduğumuz yan yollardan tekrar ana yola, yani çözüm yoluna taşıma işlevini görmektedir.
Bu hafta okuma listemde olan çok önemli bir eserden konuyla ilgili kısa bir bölümü paylaşmak istiyorum; sevgili David Epstein’in “Çok Yönlü, Başarı İçin Neden Çok Şeyle İlgilenmeliyiz?” bir parça…
“Pegau, ‘Bazen elinizi kafanıza vurup, ‘Nasıl oldu da ben bunu düşünemedim?’ dersiniz. Eğer sorun sektörden insanlar tarafından çözülseydi, sorunu sektördeki insanlar çözmüş olacaktı,’ diyordu. ‘Sanırım bu kabul etmek istediğimizden daha sık oluyor, çünkü meselelere kendi sektörümüzden edindiğimiz bilgiler ışığında bakmaya eğilimliyiz ve bazen bu bizi çıkmaza sürükleyip duvarlara toslatan bir yola sokar. Geriye dönüp bir başka yol bulmak zordur.’ Pegau aslında Einstellung etkisinden bahsediyordu. Bu, sorunlara çözüm arayanların daha iyi seçenekler olsa bile sadece bilinen yöntemleri kullanmasıyla ilgili psikolojik bir terimdir. Davis daha sonra tüyleri alan bir ürünle ilgili yardıma ihtiyaç duyan soruna çözüm üreterek bir başka para ödülü kazanmış; küçük bir çocukken bacağında sakız yuvarlamakla ilgili anısı onu çözüme götürmüş.”
Bu örnekte gördüğümüz gibi, bazen çözüm sadece belirli bir alandaki uzmanlardan veya o alanda yıllarını vermiş deneyimlerden çıkamayabilir, bir sorunu tam anlamıyla çözüme götürebilmek için tarafsız, ilişkisiz, farklı deneyimler veya farklı bakış açıları adeta çığ düşmüş yolları açan kurtarıcı araçlar gibi tüm tıkanıklıkları temizleyerek, yolu berraklaştırabilir.
Bu yazımda bana eşlik ediyorsanız, çözümsüz anlarınızda konuyla hiç ilişkisi olmayan güvendiklerinizden destek almanızı öneriyorum. Ben de güncel hayatımda eğer bir konuda kritik bir sunum yapacaksam, hazırladığım içeriği konu ile hiç ilişkisi olmayan kişilere anlatmaya ve sunum içeriği hakkında onlardan yorum almaya çalışıyorum. Fark edemediğim o kadar fazla şeyi yorumluyorlar ki bazen sunum son haline geldiğinde, yaptığım değişiklikleri görünce ben bile şaşırıyorum.
Bu yüzden, her sorununuza tez çözüm için, bir dış göz her daim sizinle olsun dilerim!
İlginizi çekebilir: Çok yönlülük: Hayatta değişimlere ayak uydurabilme sanatı