Bazen hep gittiğin yol, bazen de hep aynı ortam sana iyi gelmeyebilir. Ya da o hep bilindik olaylar hep aynı sonuçlar verdiğinden belki de seni tatmin etmez. İşte bu tatil de bu yönden farklıydı. Salaş bir yer değildi bir kere. 5 yıldızlı bir otel tatiliydi. Beni bilen bilir ucuz tatiller kovalarım. Çok gez az harca mottosu bu. Ama bu sefer bu “bilindik”, kendimce güvenli alandan çıkmak adına, bana uyandan yana olmadım. Hem sevdiğim arkadaşlarım istedi, hem de ben “değişiklik olsun ne kaybederim” dedim. Daha önce de Kıbrıs’ta çok yıldızlı bir otelde kalmıştım ve bu beni çok tatmin etmemişti.”Her şey dahil” olan şeyler bende yoksunluk hissi uyandırıyor. Bir yerde kapalı kalmışım da çıkamayacağım hissi doğuruyor. Ama belki bu da bir ön yargıdır ve yıkılmalıdır dedim ve şimdi bir çok yıldızlı otel deneyimi anlatacağım sizlere.
Antalya’da Haziran başında sezonu açma fikri uçak biletlerimizi birkaç ay önceden alırken iyi bir fikirdi. E oteli de merkezde havaalanına yakın, denize yakin seçtik mi seçtik, tamamdır. Her şey hazır. Sadece zamanı gelince gideceğiz işte. Kafamdaki “acaba”ları susturdum ve Haziran ayını bekledim. Çok sevdiğim dostlarımla her yer keyifli biliyorum ve “2 gece zaten ne olacak” diye düşündüm. Aynen de öyle oldu. Otel gerçekten konum olarak harikaydı. Kaldığımız odanın manzarasını da paylaşacağım sizinle, epey romantikti.
Ramazan olması da etken belki, oldukça boştu Antalya Havaalanı ve Antalya içi. Uçak iner inmez bavullarımızı da çok beklemeden aldık ve kendimizi bir taksiye attık. Burada bindiğimiz taksicinin de ne kadar keyifli ve hoş sohbet olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Hatta bu yazının başlığı için ondan ilham aldım. Keşke adını sorsaydık, kim bilir belki bir gün yeniden karşılaşırız. Sizi yazmıştım derim. Ne de olsa hayat tesadüf sandığımız yeniden yaratılan kurgulardan ibaret.
Biz uçaktan indiğimizde bizi maalesef Antalya güneşi karşılamadı. Gülmeyin lütfen, rica ederim. 🙂 İstanbul’da sen yağmurla boğuş, nasılsa bir Antalya var orada kemiklerim ısınır diye teselli et kendini tüm bahar. İstanbul havasını da meğerse biz cebe koymuş gelmişiz. İşte taksici ile de bu muhabbet devam etti. Geldiğimizin bir gün öncesi yağmur yağmış, “şimdi iyi ama” dedi. Yani 365 günün 300 günü güneşli nadide ilimizin geriye kalan – işte matematik – 65 gününün 3 gününü biz bulmuştuk. Çok yıldızlı pekiyi bize. Aslında bu da olasılık dahilinde bir şans bence. Lütfen gülmeyin, yine rica ediyorum. 65 de 3! Fena değil…
Otelimize bu tatlı ve yağmur konulu sohbet eşliğinde geldik ve hemen odalarımıza geçtik. Hava bulutlu olsa da mayo modumuzu bozmadık. Otel manzarasından anlarsınız; hem deniz, hem havuz varken lütfen yani, moral bozulur mu? Otelin artısı havuzları ve manzarası iken eksisi denize kıyısının olmamasıydı. Olduğu kadar Pınar değil mi?
İlk akşam yemeğimizi fiyata dahil olduğundan otelde yedik ve çok memnun kaldık. Roofbarında güzel vakit geçirdik. Burası da ayrı bir konseptti, ben sevdim. Otel romantikti gerçekten de. Bu bir “sevgililerle de geliniz” mesajıdır.
Oteldeki ilk sabah kahvaltımız çok güzeldi. Sonrası yine deniz ve havuz konseptiyle geçti. Hava nanemolla. Serin. O yine 65 günün biri idi kesinlikle. Gülmeyin. O an insan çok üzülüyor…
Akşamına bir arkadaşımızın önerisi ile Antalya merkezde yemeye karar verdik. “Oley otel sınırlarını aştık” diye sevinen bir ben vardı tabii ki. Arma Deniz Restoranı’na gittik. Yat limanına bakan 19. yüzyılda İtalyanlar tarafından da kullanılmış olan, şimdi ise restoran olarak hizmet veren bu yer gerçekten çok keyifli idi. Manzara ve yemekler şahane. Giderseniz beni de anın lütfen.
Antalya’daki 2. sabahımıza geldik, artık döneceğiz. Hava biraz “yağdı yağacak” gibiydi. O meşhur 65 günün 3 gününü rezerve etmişiz biz onu anladık burada. Ama tatilin gerçekten iyisi kötüsü olmuyor. Son gün hava kötü seyirlerde seyredince biz de çok yıldızlı otelin o zaman hakkını verdik işte. Kapalı yüzme havuzu, sauna vs. bunlar da artı değil mi? Evet yaz günü kapadık kendimizi içeri ama şartlar bunu gerektirdi. Demek ki böyle otellerin artısı da bunlarmış, yazıyorum bir kenara hemen.
Havaalanına dönmek de gelmek kadar kolay oldu. Şehirde trafik yok ya da bu trafik de biz bilmiyoruz. Zira İstanbul diyorum, konuyu siz biliyorsunuz.
Bir çok yıldızlı otel tatili ve Antalya serüveninin sonuna geldim. Sizi tatmin eden bir hikaye mi bilemeyeceğim ama umarım okumaktan keyif alırsınız. Benim fikrimi sorarsanız ben yine “az yıldız çok tatil”den yana olurum. Bu otel güzeldi evet, arkadaşlarımla çok keyifliydi ya da. Ama yine benim pansiyonlarım daha samimi. Benim gibi çok konuşkanlar. Bu tür otellerde görülen az samimiyet, az sohbet benlik değil. Umarım herkes kendine uyana kavuşur. Denemeden bilemezsiniz. Ben artık eminim mesela. “Kendini bil, kendini tanı” dedikleri bu olsa gerek.
Bir sonraki yazı işte o samimi, çok konuşkan, çok sevdiğim bir yerden olacak.
İlginizi çekebilir: Zaman dilimine biraz yaban mersini: Yeşilyurt Köyü, Assos, Kadırga Koyu, Manici Kasrı