Okul; çocukların güzel ve tatmin edici bir hayat yaşamaları için gerekli olan araçları sağlayarak bilgili ve bilinçli bireyler yetiştirmeyi amaçlar. Ancak dünyanın birçok yerinde okullar, çocukların böyle bir hayat yaşayabilmeleri için gerekli olan dersleri öğretmekten çok uzaklar.
İşte çocukların okullarda öğrenmediği, ancak her bireyin bilmesi gereken bu derslerden 10 tanesi:
1- Bilgi, anlamak değildir
Okulda öğrendiğimiz en zararlı şeylerden biri, bir şeyleri bilmenin onları anlamakla aynı olduğu. Dolayısıyla çoğumuz, eleştirel düşünme yetimizi nasıl geliştireceğimizi ve düşüncelerimizi kendi deneyimlerimiz ve etrafımızı nasıl algıladığımız üzerinde temellendirmeyi öğrenemedik. Bunun yerine öğrendiğimiz şey ise öyle bilinegelmiş şeyleri, durup doğru olup olmadıklarını düşünmeden kabul etmekti. Bu da bizi gerçek öğrenmeden ve daha bilgili bireyler olmaktan alıkoydu.
2- Unvanlar insanları önemli kılmaz
Çok küçük yaştan itibaren çocuklara, ne kadar baskı altında kalacaklarının önemi olmaksızın, bir üniversite derecesi kazanmanın onları önemli kılacağı ve bu şekilde kendileriyle gurur duyabilecekleri öğretildi. Fakat doğru olan, derecelerin ya da unvanların bize kendimizi önemli hissetmede asla yeterli olmadığı. Varoluşumuz itibariyle asıl özlemini çektiğimiz şeyler bir şeyler üretmek, anlamlı ilişkiler içinde olmak ve iç huzuru sağlamak. Unvanlar sadece geçici egoist zevkler sağlama konusunda yararlıdır ve işin sonunda bizde bıraktıkları his her zaman boşluk ve güvensizlik duygusu olacaktır.
3- Hatalar iyi olabilir
Birçok insan çocukluğunda hata yapmaktan korkar. Okullarda ise hata yapmanın herkesin korkması gereken yanlış bir şey olduğu ve kötü şeyler yapmak pahasına hata yapmaktan kaçınmak gerektiği öğretiliyor. Ama hatalar aslında bize yanlıştan yola çıkarak doğruyu gösterdiği için hata yapmaktan korkmak, yeni şeyler deneyip başarmaktan alıkoyabilir. Bu ise kişisel gelişimi engeller.
4- Hiçbir şey yapmamak, zaman kaybı değildir
Çocuklar herhangi bir üretken faaliyette bulunmaktansa sadece dinlenmeyi, düşünmeyi ya da oynamayı istediğinde, ebeveynler ve öğretmenler bunun bir zaman kaybı olduğunu söyler. Dolayısıyla çocuk, daha çok küçük yaştan itibaren boş zamanın anlamsız ve yararsız olduğu; sürekli meşgul ve üretken olmanın hayatın asıl anlamı ve amacı olduğu fikriyle büyür. Bu durumsa strese, zihinsel ve duygusal yorgunluğa ve diğer psikosomatik rahatsızlıklara yol açmakta. Hiçbir şey yapmayıp rahatlamak için zaman ayırmak, bize anın tadını çıkarma, kendimizi yenileme, yaşamlarımızı gözden geçirme ve hayatta neyin önemli olduğuna odaklanma imkanı tanır.
5- Sıkılmak, sağlıklı bir işarettir
Modern toplumda sıkıllmış olmanın kötü bir şey olduğuna ve sıkılan insanların hayatta yapacak daha iyi şeyleri olmadığına inanıyoruz. Fakat sıkılmak aslında baskının neden olduğu bir belirtiden başka bir şey değil. Okula giderken derslere girmemiz konusunda baskıya maruz kaldık, doğal olarak sıkıldık ve derslerden hiç keyif alamadığımız için yaramazlıklar yaptık. Ne var ki, oyun oynamamız ya da kendimizi ifade edebileceğimiz yaratıcı bir şeyler yapmamız için verilen zamanlarda hep enerji dolu ve tamamen kendimiz olmanın getirdiği mutlulukla son derece aktiftik. Dolayısıyla sıkılmak, bireyin hala tutkularını takip etmek isteyen duyarlı biri olduğunu gösteren bir işarettir.
6- Çalışmak eğlenceli olabilir
Okullarda, çocuklara zamanlarını ve çabalarını feda etmeleri, iyi bir iş bulup hayatlarını kazanmaları için bir diploma kazanmak adına kendilerini yıllarca baskı altına almaları gerektiği öğretilmekte. Bu da onların zihninde çalışma hayatını baskı ve feragat ile bağdaştırmalarına neden oluyor. Okullarda öğretilmeyen önemli derslerden biri de eğer severek yapılırsa iş hayatının son derece güzel olabileceği. Kalbimizden ve zihnimizden filizlenmesi durumunda çalışmak, en keyifli deneyimlerimizden biri olabilir. Fakat sadece zorunlu olduğumuz için yapıyorsak, sahip olduğumuz iş gözümüzde angaryadan öteye gitmeyecektir.
7- Rekabet yararlı değildir
Çocuklar okula başladıkları andan itibaren rekabetin yararlı bir şey olduğuna, daha iyi öğrenmeyi sağladığına inandırılırlar. Bu nedenle zihinlerinde, rekabetin hem bireysel hem de toplu seviyedeki ilerlemeye katkı sağladığı inancı oturur. Ancak araştırmalar, çocukların rekabet ederken değil işbirliği yaparken daha iyi öğrendiğini ortaya koymakta. Ayrıca, aynı şekilde, çalışanların da işbirliği yaparken daha yaratıcı olduğu kanıtlanmış bir gerçek. Dolayısıyla rekabetin yararlı olduğu inancı, bir efsaneden ibaret. Aslında etrafımızda gördüğümüz rekabet ve savaş zihniyeti, medeniyetin ilerlemesine şimdiye kadar birçok noktada engel oldu. Bugün de modern toplumlarda her gün yaşanan strese ve şiddete neden oluyor.
8- Sınavlar zekayı ölçmez
Okullarda çocukların bilgisi ve kavrayışı sınavlarla ölçülüyor. Sınavlarda iyi not alan öğrenciler öğretmenleri tarafından saygı görürken, diğerlerine tepeden bakılıyor. Bu ise öğrencilere, sınavların zekalarını ölçmek için yeterli bir ölçüt olduğu izlenimini veriyor. Fakat hepimizin bildiği şey, sınavların, çocukların zekasını ölçmekten çok uzak olduğu. Okul sınavları aslında öğrencilerin mezun olduktan sonra tamamen unutacakları bilgileri ezberlemelerini sağlayan hafıza testlerinden başka bir şey değil.
İlginizi çekebilir: Okulda öğretilmeyen 10 altın kural
9- Para, mutluluğu satın alamaz
Çocuklara neden okula gitmeleri gerektiği anlatılırken sıklıkla açıklanan neden, okula gitmeleri durumunda ileride mutlu ve iyi bir hayat yaşamak için çok para kazanabilecekleridir. Bu durum çocukların, paranın hayatlarının temel amacı olması gerektiğine ve mutluluk ile başarıya bu şekilde ulaşabileceklerine inanmalarına sebep oluyor. Ekonomik sistemimiz gereği yemek ve barınma sağlamak için ihtiyacımız olsa da, paranın mutluluk alamayacağını biliyoruz. Araştırmalarsa mutluluğun esasen insanlarla kurulan sağlıklı ilişkilerden kaynaklandığını ve fiziksel ihtiyaçlarımız karşılandığı sürece para ile hiçbir bağlantısı olmadığını gösteriyor.
10- Ayak uydurmama, iyi bir şeydir
Her insan benzersizdir. Ne var ki küçüklüğümüzden beri bize topluma ve kurallara uymamız, başkalarının hazırladığı yollarda yürümemiz gerektiği söylendi. Okulda öğretmenimizin otoritesine boyun eğmemiz ve bize öğretilenleri inanıp benimsememiz beklendi. Fakat yeryüzüne gelen bütün büyük zihinler, ayak uydurmamayı, inançtan ve otoriteden şüphe duymayı ve kendileri için düşünmeyi seçtiler. Başkalarına ayak uydurmamayı seçmek, kuşkusuz kolay bir yol değil; ancak tamamen özgür ve tatmin edici bir hayat yaşamanın tek yolu.
Kaynak:
the-open-mind.com