“P4C” terimini ilk ne zaman ve nerede duyduğumu anımsamıyorum. Ama hem bir anne, hem de kendiyle yolculuğu hiç bitmeyen bir kadın olarak, kavram çok ilgimi çekmişti.
P4C’in açılımı, İngilizce’nin küçük kelime oyunlarıyla “Philosophy 4 Children”. Amerika’da Felsefe Profesörü Matthew Lipman tarafından geliştirilen bir pedagoji. 1970’lerde başlayıp, gittikçe benimsenen bu yaklaşım, günümüzde Amerika ve Avrupa’da birçok okul öncesi ve ilk öğretim/orta öğretim yaş grubu çocuklarla uygulanıyor. Türkiye’de yavaş yavaş bazı okullarda ve eğitim kurumlarında farklı seviyelerde deneyimleniyor.
Benzer kelime oyunlarıyla “P4 Communities” olarak da kullanımı yaygın, yani “topluluklar için felsefe”. Çünkü her yaşın, kendine göre ayrı bir keyif ve tat aldığı bir alan…
İçinde “felsefe” geçince, bazı çevreler biraz daha temkinli yaklaşıp, çocuğundan sakınabiliyor ama aslında kasıt “felsefe yapmak” yani “eleştirel düşünme”yi genç zihinlere oturtabilmek. Hem taze beyinleri hem de ne kadar yaş alsa da bu kavramla maalesef yeterince tanışamamış herkesi tanıştırabilmek…
P4C oturumlarında topluluk, eğitimlerini tamamlamış bir kolaylaştırıcı etrafında toplanıyor. Kolaylaştırıcı, topluluğun yaş grubuna göre bir masalı, bir olayı, bir alıntıyı, bir fotoğrafı, ya da bir videoyu “uyaran” olarak sunuyor, yani oldukça objektif bilgilerle, taraf tutmadan, imalardan mümkün mertebe kaçınarak anlatıyor.
Anlatımı bir “açmaz”la bitiriyor, yani bir soru atıyor ortaya; “doğru”su “yanlış”ı olmayan, herkesin kendi zihninden süzerek yorumlayabileceği, ucu bucağı olmayan sihirli bir alan açıyor. Ve herkes “bence” diyerek giriyor söze, en güzel “çünkü”leriyle bağlayıp. İlk güzel “çünkü”den sonra “buna katılmayan var mı?” sorusu geliyor kolaylaştırıcıdan…
“Fikrine katılmıyorum” diyor öteki ve kendi “çünkü”süyle anlatıyor… Her bir “çünkü” adeta yedi kat derinleştiyor “soruşturma”yı… Bildiğinizi sandığınız her şey un ufak oluyor. O kadar, o kadar güzel, değişik, yeni fikirler çıkabiliyor ki, ve öyle hallere bürünebiliyor ki her bir katılımcı… Kendinden şüphe etmeyi de, fikrine adeta canıymış gibi bağlanmayı da, gururu, öfkeyi, dönüşüme yol vermeyi, birbirinden öğrenmeyi, hayranlığı, anlaşmayı radde radde görüyorsunuz.
Kolaylaştırıcı arada diyor ki, “fikrine katılmadığınızı, o arkadaşının gözünün içine bakarak anlatın çünkünüzle”… Bir “soruşturma”nın, kafamızda canlanabilecek bir “tartışma”dan ne kadar farklı ve ne kadar zihin açıcı olabileceğini görüyoruz her bir anında. Gözünüzü ve sözünüzü sakınmadan, ama ayakları hep yere basarak ve birbirimizi duyup, birbirimizden öğrenmeyi hep hatırda tutarak…
Hiç unutmam, iş çıkışı bir eğitimimizde, geceyarısına kadar nasıl hevesle soruşturmuştuk Cırcır Böceği ile Karınca’yı… Kış ortası kapısına gelen arkadaşını içeri alıp almayacağını, o herkesin kendi yaşanmışlığından damıttığı “çünkü”lerini. Aramızdaki karıncaları ve cırcırları keşfetmemizi… Çalışmanın kaç tanımının olabileceğini, düzenin nasıl değişebileceğini, karıncanın bir istifçi olup olmadığını, ihtiyaçtan fazla üretmenin, fazla mesaici zihniyetin ne demek olduğunu. Müziğin gücünü… Ve daha neleri, neleri…
Ve P4C’in en güzel yanlarından biri de, bir sonuca varma telaşının, amacının olmaması. Tek, genel geçer bir doğru aramıyor olması. Bir “galip”, bir “çok bilen”, bir “hep bilen” kutlamıyor olması. Yolculuğun kendine verdiği değeri, birbirimizi anlayarak, anlamak isteyerek dinleyebilmemizi ve “sana katılmıyorum” yerine “fikrine katılmıyorum” diyebilmenin, iletişimi ne kadar değiştirebileceğini göstermesi…
Aslında neden ibaret olduğumuzu, kalp ve zihin dengemizi, “ben” sandığımız her şeyin sınırlarını. “Ben”le “sen”lerin o güzel karşılaşmalarını. “Felsefe”yse bunun adı, hepimize iyi gelir emimim. O yüzden, her birinizin en kısa zamanda P4C ile tanışmanızı temenni ederim.
Aşkla…
İlginizi çekebilir: Çocuklar için Felsefe (P4C) nasıl yapılır: “Felsefe Makinesi” eğitimcilere ve ebeveynlere kılavuzluk ediyor