İlkokula geçiş dönemi, çocukların hayatlarında önemli bir dönüm noktasıdır. Bu geçiş döneminin olabildiğince sorunsuz gerçekleşebilmesi, çocukların güven, dayanıklılık ve olumlu benlik duygusunun gelişimi açısından önem arz eder (Ebbeck, 2012). Bu dönem, çocukların okul yaşamına uyumlarını ve okul hayatına tepkileri de şekillendirir. Bu süreç sadece çocuk ve ailesini değil toplum ve kültür ile ilgili değişiklikleri de içerir (Dunlop & Fabian, 2007). Bu yüzden, aile ve öğretmen iş birliğinin yanı sıra toplum hizmetleri ve eğitim uygulamaları gibi makro düzeyde uygulanarak, çocuklar için ilkokula geçiş döneminin zorlayıcı ve stresli olmaması için çalışmalar yapılmalıdır.
Singapur, Jamaika dahil dünyanın farklı yerlerinden çocukların seslerini, deneyimlerini, düşüncelerini, duygularını dikkate alarak geçişle ilgili yazılar okuyorum. Benzerlikler ve farklılıklar nelerdir ve çocukların inanç ve tutumlarını etkileyen kültürel değişiklikler var mı diye merak ederek, 1. sınıfa geçiş dönemi yaşayan son sınıf iki öğrencimle bir röportaj yapmaya karar verdim. Anaokulu ile ilkokul arasındaki farkın ne olduğunu sorduğumda, “İlkokulda daha katı kurallar var; tuvalete gitmeden su içmeden sormalıyız… Mesela yere oturamıyoruz, her seferinde aynı yere oturmak zorunda kalıyoruz. Bu benim için iyi değil.” Diğer çocuk, diğer Jamaikalı veya Singapurlu çocukların sözlerine benzer şekilde, “Okul öncesi döneme göre daha çok ödev ve akademik çalışma var, özgürce oynamayı özlüyoruz.” ve ayrıca “Ders uzun ama teneffüs çok kısa.” dedi. Diğer çocuk ise White ve Sharp’ın (2007) Sak (2016)’dan aktardıklarına benzer şekilde “Öğretmenim derste onu dinlemesi bekleniyor ama ben sıkıldım, uykum geldi.” demiştir. Üstelik ‘akademik’ ve ‘çalışma’ ‘ödev’ vurgusu (Wing, 1995; Sharp 2002) aslında bana göre baskı; Jamaikalı ve Singapurlu çocukların yanı sıra Türk çocuklarında da görüş ve duygularını yansıtırken gözlemlenebilmektedir.
Kültürel farklılıklardan bahsettiğimde, Türk ilkokul öğretmenlerinin devlet okullarındaki öğretmen-çocuk oranı açısından daha dezavantajlı olarak algılanabileceğini fark edebiliyorum. Singapur’da birinci sınıfta 25-30 çocuk varken Türkiye’de bu oran bir sınıfta 40-60 çocuk arasında değişiyor. Bu durum onları okul öncesi öğretmenlerine göre çocuklara karşı daha otoriter olmaya yönelten dış etkenlerden biri olarak görülebilir.
‘Okula hazırlık’ yerine ‘Hazır Okullar’ önem vermek istediğim bir diğer nokta olabilir. Öğrenci geçişinden kimin sorumlu olduğunu düşündüğümüzde ‘sorun başlıyor ‘(Clark, 2013). Yukarıda bahsettiğim gibi, çocuklar, hükümet, milli eğitim bakanlığı, yöneticiler, politika yapıcılar, öğretmenler, veliler, akademisyenler, toplum çalışanları ilkokula sorunsuz geçişten sorumludur. (Bütünsel yaklaşım gereklidir./Brofenbrenner’ın dediği gibi makro meso-exo-mikrosistemler işbirliği içinde çalışır). “Hazır okullar” yaratmak için, okulun fiziki ortamını ihtiyaçlar ve gelişimsel yetenekler dikkate alınarak daha çocuk dostu ilköğretim okulları olarak tasarlamak zorundayız. Ayrıca, ‘hazır okul’ kavramının uygulanabilmesi için okullara yönelik oryantasyon politikasına (Williams, 2013) ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca hazır okullar, kültürel farklılıklara da duyarlı olmalı ve ayrımcılığa yol açmamaya özen göstererek farklı geçmişlerden gelen çocukları, deneyimleri kabul etmelidir.
İlginizi çekebilir: Duygusal farkındalık: Duyguları tanımak ve altında yatan ihtiyaçları fark etmek