“Aynalar türlü türlüdür. Yüzünü görmek isteyen cam’a bakar, özünü görmek isteyen can’a bakar.” –Mevlana Celaleddin Rumi
Başlığı okuduğunuzda ilk düşüncelerinizi duyar gibiyim, nereden çıktı, bu da ne demek? “Yakışıklı işte bildiğimiz yakışıklı, ne olacak nasıl anlatılacak, yakışıklı demek yakışıklı demektir, o kadar işte”… Ben bu yazımda daha önce çokça bahsettiğim mükemmel tesadüf “yani farkındalık” anlarımdan birine sizi götürmek istiyorum. Bana eşlik edin istiyorum ki hepimizin o basitçe yorumlayıverdiğimiz “yakışıklı ne demek” sorusunun cevabını birlikte özümseyelim… Kadın veya erkek olmamız fark etmez, aslında bu hepimiz için bir soru, “yakışıklı ne demek”?
Soru nereden çıktı hemen paylaşabilirim, bu hafta içinde bir arkadaşımın tavsiye ettiği bir kitabı yaklaşık bir saat aradıktan ve ne yazık ki en büyük kitapçılar da dahil olmak üzere baskısına ulaşamadıktan sonra, günün tüm yorgunluğu ile yavaşça kalabalığın içinden yürürken bir sahneye şahit oldum; Küçük bir çocuk (yaklaşık 5 – 6 yaşlarında bir erkek) annesinin elinden tutuyor, arkadan bir “teyze” yaklaşıyor. Çocukla gözleri buluşuyor, teyze dayanamıyor “nasılsın yakışıklı” diyor. Çocuk teyzenin geçmesini bekliyor ve annesine dönüp soruyor “anne yakışıklı ne demek”? Annesi bir süre cevap veremiyor, çocuk bekliyor bunun üzerine, hatta yürümeyi durduruyor, “anne yakışıklı ne demek” diye tekrar soruyor…
Şimdi gelin sizlerle cevaplamaya çalışalım, evet bizler birer çocuk olduğumuzda sadece kendimiz gibi olduğumuzu biliriz. O büyüklerin dünyasındaki “şişman, zayıf, seksi, çekici, yakışıklı” kavramları dünyamızda bulunmaz. İşte hikayemizdeki çocuğun sorduğu noktadayızdır, sadece oluruz, “yakışıklı” olmak gibi bir kaygımız yoktur… Çünkü oluşumuz zaten olabileceğimizin “en muhteşem” noktasıdır, ve ne yazık ki bizler çocuk anlayışımızda bunun farkındayken zaman geçtikçe o “sıfatlar” hayatımıza girdikçe daha da çok unuturuz bu durumu…
Peki sonra ne oldu, bütün hafta düşündüm, eğer anne yerinde olsaydım veya sadece bugünkü Pınar olsaydım, yaşadıklarımla, gördüklerimle ve tecrübelerimle “yakışıklı ne demek” sorusunu nasıl cevaplardım… İşte bu noktada elimden tutmanızı istiyorum, çünkü bu soru benim o yaralarıma da dokunuyor. Yaşayıp gördüklerime, geride bıraktığım evliliğime belki öğrendiğim “erkek” kavramına, sonradan çokça değiştirmeye çalıştığım güven duygusuna ve en önemlisi “aşka olan inancıma”… Şimdi sizin için ben yavaş yavaş cevaplamaya çalışacağım ama inanın sizin burada okuduğunuz kadar kolay değil… Bu yüzden kadın veya erkek olmanız fark etmez sadece düşünmenizi istiyorum sizce yakışıklı ne demek?
Bir kere bence yakışıklı olmak ağır bir durum olsa gerek, çünkü “beğenilmek” egomuzu çok etkileyen bir durum. Örneğin yakışıklısınız, evlisiniz ve birçok kadın sizinle birlikte olmak istiyor, ne yapardınız? İşte bu nokta “yakışıklılık” kavramının tanımları çerçevesindeyse ben yanına dürüstlüğü koymak isterdim… Bence en başta yakışıklı demek dürüst demektir, sonu iyi veya kötü, ayrılık veya birliktelik, ne olursa olsun önce kendine ve sonra etrafındaki herkese ve ayrıca tüm hayatına karşı “elif” gibi dimdik durabilen bir adam derdim, yakışıklılık işte bunu gerektiriyor…
Tabii ki başka bileşenleri de olacak. Bir kere yakışıklılık karizmayı yanında getiriyorken, hayatı hayat olduğu için, kendi hayatını hayatta olduğu için delice seven bir adama yakışıklı derdim. Boyu posu, dış görünüşü bu tanımlardan ayrı tutuyoruz çünkü cevabımız çok daha kolay olurdu, göz rengi, boy uzunluğu, kilo bunlar bir insanı o teyzenin söylediği kadar “yakışıklı” yapıvermeye yetmiyor diye cevaplardım… Peki nedir hayatına aşık olmak, hayran olunacak kadar kendine dönük olmak, kısıtlamamak, yargılamamak ve yaşama aşık olduğu kadar sevgiyi alıp verebilen bencilliği kadar dostluğu bilen olabilmek derdim. İşte gerçek yakışıklı bir adam böyle bir adamdır…
Tuz ve biber gibi gerekli olanlar vardır hani… Biraz çöller aşmış olmalı derdim, yüzünde birkaç çizgi birikmiş olmalı, o “muhteşem” duruş ile olmamasına da biraz düşüp yeniden kalkmanın verdiği yorgunluğu eklerdim örneğin. Kendi gibi olabilmiş, başkaları ne der ne söyler diye düşünmeden kendince hayatının doğrusunu bulabilmiş olsun isterdim bu yakışıklı “diyebileceğimiz” adamın… Örneğin acı çekeceğini bilse de bir şey kalbine değmiyorsa arkasına dönüp gitmeyi bilebilsin isterdim, yıllarca sessizce ölümü beklemesindense… Hayat yolunda birlikte yürüdüğü herkesin gözlerinin içini güldürsün isterdim mesela, güzel olduğu kadar güzel “oldursun”…
Sonra biraz “baba” gibi olsun isterdim. Arkadaş olsun, dost olsun, can olsun. Yargılamadan dinleyebilsin, nerede, nasıl olduğumu anlayabilsin, sadece olsun… En kötü halimde olsam bile yine de içimi görebilsin, orada bir ışık olduğundan ümidi kesmesin… Yanımda olmadığında bile kalbime bir bağı olsun isterdim bu “yakışıklı” dediğimiz tanım içerisinde. Karşılık beklemeden, beklentisizce sadece olduğu gibi sevmeyi bilsin isterdim… Aynı bir “babanın” şefkatiyle yaşayabilsin, bakabilsin, soluyabilsin…
Sonra o an “yakışıklı ne demek” dedi çocuk annesine… Tekrar tekrar sordu çocuk, “anne yakışıklı ne demek”? Annesi düşündü yine cevap veremedi, nasıl anlatsındı değil mi? O bizim tek kelimeye sığdırıverdiğimiz “yakışıklı”, işte öyle kolay olunmayan, belki arkası çokça derin olan ve tekrar bir dönüp düşünmemiz gereken bir kavramdır…
Peki sizce gerçekten “yakışıklı” ne demek?