Geçen gece Paris’in Montmartre bölgesinde yer alan küçük, meşhur ve temiz bir barda otururken duvarda merak uyandırıcı bir poster gördüm. Dayanamadım ve detaylı olarak inceleyebilmek için garsondan posteri duvardan çıkarıp bana getirmesini rica ettim.
Araştırmalarım sonucunda bu posterin feminist bir sokak sanatçısı olan “Miss Tic” tarafından hazırlandığını öğrendim. Öncelikle kendisi oldukça meşhurmuş, eserlerini Paris’in her yerinde görebilmeniz mümkünmüş. Benim merak edip duvardan aldığım poster ise ilgi çekici başlığının yanında (‘8 Mart: O.. günü’ ) sonundaki ilginç başka bir söylemle dikkatimi çekti: ‘Fahişe ve asi’.
Bu çelişkiyi daha somut olarak açıklayabilmek için Beyoncé’yi örnek olarak kullanabiliriz sanıyorum. Beyoncé, cinsel ayrımcılığa eleştirel bir gözle bakmaya çalıştığı şarkısı ‘Who runs the world’ şarkısının klibinde sergilediği seksi dansı, bir o kadar seksi kıyafetleri ve tahrik edici tavırlarıyla olabilecek tüm seksist kavramları bir arada bulundurmuş; ‘Single ladies’ şarkısıyla da yarattığı bu çelişkiyi tüm çarpıklığıyla, bariz bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Aynı şekilde son günlerde popüler olan ‘Drunk in love’ şarkısında da seksist söylemler ve şiddeti çağrıştıran sözler kullanan; fakat şaşırtıcı biçimde gene çok yakın bir zamanda feminist söylemleriyle gündeme gelen Beyoncé’nin ve yarattığı bu çelişkinin basında yer almaması, beni bu konu üzerinde düşünmeye sevk etti.
Aşırı uç cinsiyetçi yaklaşımlar ve feminist söylemlerle üstü kapalı bir şekilde cinsiyetçi mesajlar veren, homofobik söylemleri destekleyen, cinselliği ve cinsiyeti bir güç gösterisi haline getiren yaklaşımlar artık ekonomik ve ideolojik dinamiklerin bir parçası haline geldi. Bu tutumun en önemli sebeplerinden birisi, cinsiyete ve cinselliğe atfedilen güç ve üstünlük olguları.
Günümüzde ön plana çıkan feminist söylemler ya da kadın haklarıyla ilgili yürütülen kampanyalar bile, cinsiyetçiliğin ve cinselliğin bir güç ve üstünlük durumu olduğunu savunan ideolojiler temelinde yürütülüyor ve cinsiyetçilik bu dinamikler doğrultusunda değerlendiriliyor.
Sosyolog Laura M. Carpenter’ın ‘cinsel senaryolar’ (sexual scripts) olarak adlandırdığı olgu da, cinselliğin ve cinsiyetçiliğin heteroseksüel çizgide ilerlemesiyle birlikte değişime uğrayan cinsiyet rolleri üzerinden değerlendiriliyor.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi ekonominin görsel boyutu olan reklamlar, bu değişimi en fazla destekleyen unsurlardan biri. Heteronormatif yaklaşımlar, örnekle açıklamak gerekirse reklamlarda sürekli kaşımıza çıkan yarı çıplak, büyük göğüslü, genelde sarışın, ağzı yarıya kadar açık, konuşmayan, tahrik edici bakışlar atan, kendisine dokunan kadın figürleri artık her reklamın olmazsa olmazı.
Cinsiyet rollerindeki bu yapay modernleşme nedeniyle cinsiyet kavramının beraberinde getirdiği güç dengelerinin değişime uğradığını, hatta cinsel ayrımcılığın toplum dinamikleri tarafından desteklendiğini görüyoruz.
Olayı toplumsal açıdan değerlendirdiğimizde, kültür teorileri üzerine çalışmalarda bulunan Rosalind Gill, feminist ve anti feminist fikirlerin çatışmasının uç noktalara taşınmasıyla beraber nasıl içinden çıkılamaz bir hal aldığını işaret ediyor. Gill ayrıca, pozitif cinsiyet ayrımcılığı üzerine düşünürken 3 noktanın üzerinde özellike durulması gerektiğini savunuyor: ‘kişisel tercihler’, ‘bu trendin nasıl gelişim gösterdiği’ ve ‘bu yaklaşımın farklı kültürlerdeki uygulamaları’‘.
Kadınlar tarafından güç gösterisi haline getirilmiş olan ‘cinselliğe olan ilginin her yerde, açıkça belli edilmesi’ durumu, günümüz kadınının en belirgin özelliklerinden biri. Artık kadınlar cinselliklerini konuşmaktan, başkalarına göstermekten ya da özgürce yaşamaktan çekinmiyorlar. Fakat bu durum, ‘dünyada yalnızca kadınlar olsaydı durum ne olurdu?’ sorusunu da beraberinde getiriyor. Yani, kadınların bu uç davranışlarının en önemli sebeplerinden birisi yıllardır erkek egemenliğinin yaşandığı bir toplumda, cinsellik konusunda bastırılmış olmaları olabilir.
Feminist bir akademisyen olan Janice Winship, bu ideolojinin ve düşünce biçminin kadınları güzellik, cinsellik ve ev işleri konularına her zamankinden daha fazla ilgi göstermeye yönlendirdiği görüşünde.
Bu konuyu daha detaylı inceleyebilmek için maskülen ve feminen kavramlarının tekrar incelenmesi, yeni dünya düzeninde kadına ve erkeğe toplum tarafından biçilmiş olan rollerin irdelenmesi ve kadınların cinsellik algısının araştırılması gerektiğini düşünüyorum.
Aynı şekilde cinsiyet rollerinin değişimi, iki cinsin birbiriyle olan etkileşimi, bu etkileşimi etkileyen dinamikler de kültürel konuları göz ardı etmeden, derinlemesine incelenmeli.
Pozitif ayrımcılığın, feminist yaklaşımların ve cinsiyet eşitsizliğinin bile kapitalizmden nasibini aldığı zamanlarda yaşıyoruz. Her zaman, her yerde olduğu gibi, yine ‘Sex Sells’!
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.