Cinsel fetişizm, bilimsel anlamda ilk olarak Alfred Binet tarafından Le fétichisme dans l’amourde olarak tanımlanan ama kökeni daha eskilere dayanan, cansız bir nesnenin veya bir beden parçasının tahrik edici olarak algılanmasına verilen isim olarak tanımlanabilir.
Fetişizmin normal olarak kabul gören cinsel davranışlardan farklı olması, zaman zaman şiddet içermesi ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından davranış bozukluğu olarak nitelendirilmesi akıllara, bireyin fetişist oluşunun doğuştan mı geldiği yoksa zamanla yaşanan deneyimler ve çevresel etmenlerle desteklenerek sonradan mı oluştuğu sorusunu getiriyor.
Bireydeki cinsel davranışlarla ilgili çalışma yapan bilim insanlarının bir kısmı fetiş fantezilerin ve fetişist cinsel davranışların doğuştan geldiği yönünde. Bu görüşün savunucuları, fetiş cinsel davranışların bireyin yaşamının çok erken yıllarında başladığı ve kişinin fetişist düşünce yapısını kontrol edemediği, yani bunun bir çeşit cinsel eğilim olarak adlandırılabileceği görüşünde.
Ancak deneysel çalışmalar, kişinin spesifik bir nesneye ya da vücudun bir organına olan yoğun cinsel arzusunun doğuştan geldiğini değil, sonradan kazanıldığını gösteriyor. Yani fetişist bireylerin genlerinde ya da biyolojik özelliklerinde, normal cinsel davranışlar sergileyen bireylerden herhangi bir farklılık gösterdiklerine dair bilimsel bir bulgu mevcut değil. Ancak, bireyin doğuştan getirdiği ve sonrasında deneyimleriyle zenginleştirdiği yaşantının, fetiş cinsel davranışlara olan yatkınlığını etkilediğinin de altını çizmek gerekiyor.
Kişilik oluşumu ve fetişizm
Fetişizmin sonradan kazanıldığını öne süren bilim çevreleri, bazı kişilik özelliklerinin fetiş davranışlara olan yatkınlığı artırdığını söylüyor. Örneğin, yetişkin erkek katılımcılarla yapılan bir araştırmada, anormal cinsel davranışlar sergileyen katılımcıların daha içe kapanık ve duygularında tutarsızlık olan bireyler oldukları sonucu ortaya çıktı. Ancak bu durum, fetiş cinsel davranışlar gösteren kişilerin psikolojik sorunları olduğu anlamına gelmiyor. Yalnızca kişilik özelliklerindeki bu farklılık nedeniyle ilişki kurma süreçleri, normal olarak tanımlanmış bireylerden daha farklı gelişiyor.
Kişilik oluşumunda çevresel faktörlerin oldukça etkili olduğunu biliyoruz. Ancak en az çevresel faktörler kadar bireye kalıtsal olarak aktarılan ve doğuştan getirdiği bazı özellikler de kişilik oluşumunda oldukça etkili. Bu nedenle, bir noktada bireylerin bazı kişilik özelliklerini göstermeye daha yatkın olduklarını (aşırı utangaçlık gibi), dolayısıyla da fetiş cinsel davranışlar geliştirmeye de daha yatkın oldukları sonucuna varabiliriz.
Fetiş davranışların çevresel faktörlerle oluştuğunu savunan bir başka görüşe göre ise, bu davranışların geliştirilmesi koşullanma ile oluşan bir öğrenme süreci. Örneğin, ayakkabılarını cinsel bir uyarıcıyla (çıplak resim gibi) ilişkilendirmiş biri, bir süre sonra çıplak resim olmasa bile ayakkabılarını gördüğünde cinsel uyarılma yaşayabiliyor.
Sonuç olarak, fetiş cinsel davranışların kalıtsal olarak bireye geçmediğini, yani doğuştan var olmadığını ve sonradan öğrenildiğini söyleyebiliriz. Bireyin yaşantısının erken dönemlerinde de olsa öğrenilmiş olan bu davranışlar, doğuştan gelen ve çevresel faktörlerle şekillenen kişilik özelliklerinden etkilenebilirler.