“Kim seni bütünüyle koşulsuzca kabul ederse değişmeye başlarsın. O’nun kabulü sana böyle bir cesaret verir.”
OSHO
Birkaç yazımda bahsettiğimi hatırlıyorum: Bu cümleyi okuduktan sonra sessizliğe gömülüp, halka halka etkisini hissetin mi, yine? Bilmiyorum ama, bendeki etki böyle oldu. Denize bir taş attım sanki ve halkalar büyüdü. Usul usul…
Yani söz ruha varana kadar, bir süre aldı. Ve demlendi oracıkta. Bu kadar derin olmasının sebebini belki kendi içime dönerek bir soracağım. Eğer bir his belirdiyse, mutlaka derinlerde bir sebebi vardır, bakmak lazım. Sizde de benzer hisler çıktıysa gün yüzüne, haydi sonraki satırlarda biraz başka bir perspektiften bakalım.
Kabul etmek…
Kabul etmek denildiğinde bu senin için ne ifade ediyor? Kabul etmek demek nasıl bir hâl? Her şeyi kabul etmek derken, buna haksızlığı da kabul etmek dahil mi? Ya da herhangi bir şeyi, varolduğu hali ile, yorumlamadan, sınıflandırmadan ve değiştirme çabasına girmeden, tamamen oluğu haliyle kabullenebilmek mi? Sonucu ne olursa olsun… Sonucu görmeden, sonucu hesaplamaya girişmeden, sonuca müdahale etmeden ve sonuca duygusal bir tepki vermeden… “Evet, kabul ettim, peki ya şimdi?” diyebilmek.
Çoğu zaman istediklerimiz ve yaşadığımız gerçekler arasında bir uçurum oluyor. Hayat işte. Peki böyle zamanlarda nasıl tepkiler veriyoruz? Bir bakalım… Durumu gerçekçi olarak ele almak yerine zihnimizde bir kılıfa sokuyoruz ve kendi istediğimiz hale getirmek için, süreç önümüze çatışmalar, huzursuzluklar mı sunuyor? Evet, eğer ki orada bir mücadele varsa bu sonu kendi ısrarlarımızla hazırladğımızı fark etmiyoruz bile ve bu sonuca kızacak enerjiyi kendimizde bulabiliyoruz! Ve çoğu zaman tamamen otomatikleşen bir eylem olarak, farkında bile olmadan…
Kabulün olduğu yerde, çatışma, huzursuzluk barınmıyor. Kabul olduğu zaman, bir sonraki adım olmuyor. Bir sonraki adım için kafanda binbir düşünce, yapmayı planlayacağın binbir eylem kurgulamıyorsun. Çünkü kabul. Gerisi sessizlik. Gerisi akış. Ve olması gereken.
Çok zor ruh hallerinin içindeyken, dışarıdan çok zorlayıcı tetiklenmeler sana doğru yönelmişken bile, bakıp, sadece izleyip, yorumlamadığında geçmesi aslında her şeyin… Mesela düşün, şu an kolunda ufak bir yerde bir kaşınma hissettin. Kaşırsan geçecek. Belki acıyacak bile. Ama kaşımazsan da geçecek. İzle onu, nasıl geçtiğini. Eğer sen ona bir anlam, sıfat, yargı eklersen, kelimelere dönüşürse aklına üşüşen harfler, işte o zaman ona tam olarak “sen”ce, senin dilince, senin yaşam tecrübence bir anlam yüklüyorsun. Dışarıda, diğer pencerelerde olan biteni görmeden, ki görmeyi bırak, fark etmeden…
Ve tüm bu koşulsuz kabullenmeler, değişim ve cesareti getirir… Ve aslında yarattığımız halkaların ne yöne evrileceğini, yani aslında, temelde neyi istediğimizi bilmekten geçiyor. Bir davranış varsa sonucunda varılmak istenen bir yer var demektir. Ve madem bir yer var varmak istediğin, neden istediğin sonuca seni yürütecek bir yol çizmeyesin kendine? Ve işte bu noktada, kabul, cesareti getirir. Ve cesaret, ve huzur, ve sevgi… Ne lazım bu hayatta başka?
İlginizi çekebilir: Mutlu son beklemek yerine sonsuza gidelim mi?