Genelde hayattaki seçimlerimizin bazında iki olgu var: sevgi ve korku. Dünya bu iki zıtlığın üzerine kurulu; tüm seçimlerimiz de.
Bir de cesaret denen bir kavram var. Sevginin olduğu yerde cesaret pamuk helva gibi! Kendiliğinden geliyor zaten seninle beraber; dünyadaki her şeyi yapma cesaretin ve gücün oluyor dünya üzerinde. Ne tatlı, ne eğlenceli bir histir o!
Peki korku noktasında olduğumuz zaman hayatlarımızda? İşte o zaman cesaretin ayakları geri geri gidiyor. Hiç bulaşmak dahi istemiyor olaya. Geri planda tutuyor kendisini, şeffaflaşıyor çizgi filmlerdeki hayaletler gibi. Görüp, onu oradan çıkarıp seçmek ve beraber hareket etmek de apayrı kocaman bir şey oluyor bizler için. İşte o da farkındalık gerektiriyor. İçinde bulunduğumuz duruma bakıp, köküne inip, üstüne bir de ne olduğunu anlayıp seçim yapmak gerekiyor. Ve kalbimizi büyütecek seçimler yapabilmemiz için de çoğu zaman da cesaret gerekiyor. Hatta şöyle söyleyeyim: cesareti seçmek için bile cesaret gerekiyor!
Benim hep dualarım arasında yer alır: “Korkularımın üzerine cesaretle gidebilip en hafif ve rahat şekilde sevgiye dönüştüreyim..”
Bence tüm dönüşümler bu noktada başlıyor. Korkularımızın üzerine inatla cesaretle gitmek! Ya da zaten mecbur bırakılıyoruz; hayat bizi istemesek de sürüklüyor oralara. “Sen kalbini genişletmek, ruhunu olgunlaştırmak için geldin buralara kadar madem; sen kendi başına altından kalkamıyorsan cesaretle büyümenin, dur ben senin yoluna azıcık ittireyim seni”. Hayat bunu yaparken bize gıcık olduğundan falan yapmıyor aslında; sadece bizi desteklediği için yapıyor olgunlaşmamız için, hayata gelme amacımızı gerçekleştirebilmemiz için. Hayat da tabii çeşitli kişiler ve olaylar kullanıyor bu durumları bize yaşatırken. Bir ayrılık, ölüm, işten atılma, en yakın arkadaşınla bozuşmak; her şey olabilir.
Bu anlattıklarım bizim bilinç boyutumuzda gerçekleşmiyor tabi. Genelde olayların içinde kayboluyoruz gayet dünyevi şekilde. Biz o anki gözlüklerimizden bakıp sinirleniyoruz, deliriyoruz, isyan ediyoruz. Ama azıcık olayın dışına çıkıp yukarıdan olaylara daha sakin bakabildiğimiz noktada görmeye başlıyoruz. Bu zaman istiyor tabii ki o ayrı. Kesinlikle tatsız bir şey yaşadığımız an olmuyor kabul! Ama zaten ver o zamanı kendine. Evet sinirliyim de, evet öfkeliyim de, evet üzgünüm de, ağla, bağır ama gerçeğin o an ne ise onu yaşa.
Başkaları ‘üzülme’ dedi diye üzüldüğün için kendini aptal hissetme. İnsansın unutma. Sana biri yanlış bir şey yapmış olsa dahi evrende tanıdığın tüm insanlar: ‘Buna üzülme artık bak neler yapmış boşversene’ dese dahi kendini kötü hissetme. O an yaşadıklarını, kalp kırıklığını sadece sen bilirsin ve üzülmeye de hakkın var, sana yapılan saygısız bir şey olsa bile. O hakkı başkaları senden alıyor ama sen sakın kendinden alma! Bak çok ciddiyim bu konuda; hemde sakın alma. Bırak yaşa sonuna kadar o üzgünlüğünü de. Zaten sen izin verdikçe kendi kendine gidiyor..
Bir süre sonra olayların dışına çıkıp biraz daha objektif bir yerden görmeye başlamak birçok şeyi farklılaştırıyor aslında demin yukarıda da bahsettiğim gibi. En delirip, asla affedemem dediğin bir olayın üzerinden bile öfke sıyrılmaya başlıyor. Bir bakıyorsun sen o deneyimlediğin korkunç durumla beraber bambaşka güçlü, kuvvetli bir insan olmuşsun farkında olmadan. Büyümüşsün. Aslında senin hayat amacın yolunda; kalbini büyütmek, ruhunu olgunlaştırmak adına; sana baya baya hizmet etmiş. Tabii ki gidip sarılmak zorunda değilsin ama içten bir teşekkür ediyorsun işte bunu görmeye başladığın an. ‘Teşekkür ederim beni bugünkü ben yapmakta olan basamaklardan biri olduğun için’ diyorsun yaşadığın duruma veya kişiye. Herkesin ve her şeyin bir sebebi var ve hiçbir şey tesadüf değil ya. İşte o sebep…
Biliyor musunuz? Olayı buradan görmek istemek bile bir cesaret aslında.. Bazen hatta çoğu zaman affetmek bile cesaret gerektiriyor.
Aslında affetmek insanın kendi üzerinden yük alması demek. O negatif duygularla barınmaması, kendisini hafifletmesi demek. Affetmek karşındaki kişiyi affetmek olarak algılanıyor ama benim de demek istediğim daha çok senin büyümene hizmet ettiğini bilerek affetmek aslında. Canım, cicim demeye de gerek yok bu yüzden. O tatsız, yük yapan duygulardan arınmak için diyorum ya.. Neyse ben bu konuda ahkam kesemeyeceğim şu an. Bir gün içinde bulunduğum durumu tüm kalbimle affedebilirsem o zaman neler olduğunu, gerçekten affetmenin nasıl bir his olduğunu; insanı nereden nereye taşıdığını yazarım zaten.
Bir de son dönemlerde yaşadıklarım, duyduklarım, gözlemlediklerimle şunu görüyorum: biz daha cesaretli varlıklarız kızlar! Çok net söylüyorum. Erkekler çoğu konuda kendini kral sanıyorlar ya, bu cesaret konusunda minik bir kediye dönüşüyorlar. Gıkları çıkmıyor. Enteresan değil mi? Bizim doğamız anlayamıyor ama onların da başka bir doğası var herhalde. Ne bileyim bu konuyu ben de pek anlamıyorum ama gurur duyun kendinizle. Onun için diyorum… Böyle bizi duygusal, zayıf varlıklar olarak görüyor ya hani çoğu; sadece gülün. İspatlamaya çalışmaya falan girmeyin hiç kendinizi. Gerçeği bilin ve sadece gülümseyin.
Cesaret ile başladım nerelere dalıp çıktım yine ben. İnsanın kendisini olduğu gibi kabul etmesi, hüznünü yaşaması, affetmesi… Hepsi birbirine bağlı. Hepsi cesarete bağlı. Hepsi ne kadar cesur olmayı seçtiğimize bağlı yaşamımızda.
Unutmayın; zor olsa da her birimiz için cesareti seçmek çoğu zaman, bize yepyeni kapılar açan hayatta. Hep o istediğimiz fırsatları, hep o istediğimiz “güçlü / kuvvetli biz”i yaratan o. Korkuyu seçip orada kaldığımız müddetçe aynı hayat döngüsünde debelenip durmaya devam edeceğiz. Doğanın kanunu bu. Gelin kırabildiğimiz kadar kıralım zincirlerimizi. Seçimler yaparken elimizden geldiğince cesaret bizimle olsun. Dönüp durmayalım artık olduğumuz yerde. Öylesi aslında çok sıkıcı değil mi?
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Sabır aslında ne demek: Hayatlarımızda ne için sabrediyoruz?