Çekim yasası: Kendine güvensizlik, kendine güvenmeyenlere çekiyor bizi
Kendine güvensizlik, kendine güvenmeyen bir diğerlerine çekiyor seni ya. Onların üzerinden kendine söyleniyorsun;
Beceriksiz,
Anlamaz!
Ezik!
Ve o eziğin yanında, onu yok sayarak, itibarsızlaştırarak veya başka şekillerde “nasıl ezik olunmaz”ı sunuşa başlayarak kendi içindeki ezikliği “görmezden” geliyorsun. Onu ezerek kendine güvenli hissediyorsun bir taraftan ama diğer yandan kendini görmezden gelişini ortaya döküp, sana da nasıl davranılacağını karşındakine öğretiyorsun.
Cevaplar her zaman sorunun içindedir.
Cevabı bilinmeyenin, sorusu oluşmaz.
Aslında kendini eziyorsun, kendine şefkatsiz davranıyorsun.
“İşte böyle sevmiyorum seni!” diyorsun
“İşte böyle bir öfkeyle eziyorum seni!”
Kendine duyduğun öfke,
Toprağın kilometrelerce altında kambur yürüyen köstebek gibi, söylene söylene kendine; yüreğini yakan, ne olduğunu çoktan unuttuğun şeyin yasıyla dolanıp duruyorsun. Başın güneşin sırma tellerine dokunamıyor bir türlü. Çıkamadıkça, orada karanlıktan ve ıslak topraktan başka bir şeyin kokusunu alamadıkça öfken büyüyor.
Ve bu ıslak toprakları sana hatırlatan her ne ve kim ise, onu cezalandırıyorsun! Seni oraya sokan oymuş gibi…
Tam unutmak üzereyken, tam kendine tamam dediğini sanırken, köşe başından çıkagelen “münasebetsiz” seni tekrar o dünyaya geri atıveriyor.
Ve bir başka yüzleşilmesi gereken durum “kendini kandırma” hali ile birlikte. Kutsal kaçışın işbirlikçisi, tanrı Loki!
Böylelikle kendini karşısında görmekten deliren yara, “sensin” der! Tam karşısındaki de ona “sensin” derken… Bu sonsuz bir savaştır.
Ancak bir gün karşındakine “sensin” demeyi bırakırsan…
O zaman her şey sakinleşir, savaş biter!
Diğer “sensin” diyen de kendi kendine sayıkladığını fark ettiği gün, karşılıklı şifa gerçekleşir.
Karşındakine “suçlu sensin” demek için yaptığın, sunduğun davranışları bir gözlemle.
Neler yapıyorsun?
“Amaaan, şuursuz” deyip yok mu sayıyorsun?
Tepkisizlik ile sessiz bir gerilim mi yaratıyorsun?
Kavga mı çıkarıyorsun?
Akıl oyunları ile aptal durumuna mı düşürmeye çalışıyorsun?
Senden beklenenleri yapıp, uyumlu görünmek için tüm kara suyunu yerlere akıtıp gerçeğini saklıyor musun? Ne almak için?
Açıkmış gibi davranıp, işine gelen birkaç duyguyu açık edip, asıl sorumluluğun karşındakinde ait olduğuna mı ikna etmeye çalışıyorsun kendin hızlı adımlarla ardına bile bakmadan sokağın köşesini dönerken?
Ağlayıp isyanlarda veya
“Hiç acımadı ki!” naralarında ufku seyre mi dalıyorsun, içindeki sinsinin gözü etrafı kolaçan ederken?
Yoksa değer verip, kendi hislerini mi dile getiriyorsun?
Hani her şeye rağmen…
Kendine de aynısını yapıyorsun.
Nasıl mı? Yaşamı kullanarak! Yaşam da sana aynısını yapıyor. Seninle aynı dilde iletişim kuruyor. Sen nasıl iletişim kuruyorsan o da öyle…
Kavga çıkarıyorsan, kavga çıkarıyor.
Aptal durumuna düşürüyorsan, o da seni aptal durumuna düşürüyor.
Bir iletişim dili geliştiriyoruz yaşamla aramızda.
Sen kendine değer verirsen, o da veriyor.
Görüntüde bir değer verirsen, o da -mış gibi bir değerle geliyor önüne.
Güvenmiyorsan kendine, o da sana güveni vermiyor. Kimselerde bulamıyorsun. Hiçbir maddi koşulda doyamıyorsun, olmuyor.
Çünkü hayata “ben kendimi böyle seviyorum” demişsin. O da sana “seni seviyorum” derken, senin ona öğrettiğin şekilde konuşuyor. Seni cezalandırsın diye değil, sen öyle seviyorsun sanıyor…
Doğrusu da bu, öyle istiyorsun!
O öfke, o acı kalsın istiyorsun. Aksini istediğimiz her durum için neler yapabildiğimizi hepimiz biliyoruz. Çok susadığında, rüyanda şelalelerden su içmek gibi bu.
Sanırım önce, girdiğimiz bu hapishanelerden memnun olduğumuzu kabul edeceğiz. Bu hapishanelerde duruyoruz çünkü burada bize bedava ekmek var!
Az çabayla sevgi, sorumluluk almadan sürdürülen hayat, risk almadan ilerleme… Suya sabuna dokunmadan, diğerlerini alaşağı ederek kendini yüceltme -çabasız başarmışlık hissi, seçim yapma sorumluluğundan kaçıp kader algısı içinde sorgulanmamış bir teslimiyetin huzuru, kendine acıyıp “tembel cesaretini” huzurla uyutmaya devam etme gibi çoğaltabileceğimiz çavdarlı, tam buğdaylı, beyaz unlu ekmeklerimiz mevcut!
Güvensizliğin en alt katmanlarında, sorumluluk almayı istememek var. Sorumluluk almak, kendi varoluşunu tüm gerçekliği ile kabul edip sunmakla oluyor. Bundan kaçmamak, kendi duygularına açık ve dürüst olmak. O zaman o sorumluluğun yükü olmaz. Ağız burun kıvırarak elimizin tersi ile ittiklerimize, kendimizi güvende hissetmediğimiz her durum ve kişi karşındaki hislerinize bir bakın. Orada neyin sorumluluğunu almaktan korktunuz? Oradaki ne sizi, kendinizi açık etmeye itiyor? Korkup yukarıda bahsettiğimiz oyunlara girmek yerine, bu sefer duygularınızı ifade etmeye çalışın.
Şefkat budur çünkü ve hepimizin çok ihtiyacı var. O güzel kalbinden geçen dikenli öfkenin görülüp sarmalanmaya çok ihtiyacı var. O “pis” dediğin kambur köstebeğin soluklanıp kucaklanmaya…
Yaparsın arkadaşım, korkma.
Yapa yapa inanacaksın, düşe kalka güveneceksin. Hepsi olacak, hepsi gelecek, hepsi geçecek. En sonunda biz bir yazının iki ucunda el ele şahitlik edeceğiz.
Kendini kandırmayacak kadar kendine şefkatli, gerçeğini dile getirecek kadar saygıda mısın?
Şüphesiz samimiyettir dileğim, aynı ekmeğin ucundan paylaşıyorsak senin için de dilerim!
Rüzgara karşı yürürken içimde bu parça çalıyor, ayaklarımda dalgalar, dostlarım etrafımda yürüyoruz bir tepeye…
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Kendi kendinin hazine avcısı olmak: Önce kendi değerini bileceksin