Analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung’un 81 yaşında iken hayatını ve anılarını anlatmayı kabul ettiği Anılar, Düşler, Düşünceler kitabını bitirdim şu sıralar. Kitabı okurken beni en çok şaşırtan Jung’un spritüel yönü oldu. Psikolojik kuramlarını oluştururken bilim ne kadar en çok inandığı ve beslendiği alan olmuşsa rüyalarını mitsel hikayeler, simya ile yorumlaması da bir o kadar ilginç geldi. (Astrologların en çok telaffuz ettiği isimlerden olması da bu anlamda biraz anlaşılabilir. Çünkü psikolojik analizlerinde Jung’un astrolojiden de yararlandığı bilinmekte.)
Kitaptan alıntılara geçmeden önce kitaba ve Jung’a dair hoşuma giden birkaç yere değinmek istiyorum.
Jung’un saklı kişiliği : Anılar, Düşler, Düşünceler
Anılar, Düşler, Düşünceler Jung’un kendi ağzından bir yaşam öyküsü aynı zamanda. Onun psikolojisini, görüşlerini daha iyi anlamak ve anlamlandırmak için ilk elden tutulan bir ışık da denebilir kitap için.
Bir sohbet havasında akan kitap, farklı bölümlerden oluşuyor. Hayatının farklı dönemlerini dinliyoruz onun ağzından; çocukluk yılları, üniversite zamanları, psikiyatrik çalışmaları, Freud ile arkadaşlığının başladığı dönem, yapıtlarının oluşumu, bilinçdışını irdeleme, gezileri ve son dönem düşünceleri…
Okurken çocukluğu, meslek arayışı, Freud ile arkadaşlıkları ve bu arkadaşlığın son bulmasına sebep olan fikir ayrılıkları, hepsi muazzam bir okuma serüveni sunuyor. Ve onun bakış açısını anlamaya dair muhteşem ipuçları veriyor.
Kitap Jung’un birkaç yerde üstünde durduğu bir konu ile başlıyor: İçsel deneyimlerin gücü!
“Yaşamımdaki dışsal olayların tümü rastlantıdır. Yalnız içimdekilerin bir niteliği ve kalıcı bir değeri oldu.”
“Yaşamın sorunlarına ve karmaşıklığına içinizden bir yanıt gelmezse, bu olayların sonuçta çok da fazla bir anlamı olmadığını çok önceleri sezdim. Dış dünya, içsel olanın yerini alamaz. Bu nedenle dışsal olaylar açısından yaşamım zengin değil. Onlarla ilgili söyleyecek fazla bir sözüm de yok; anlatsam boş ve içeriksiz oldukları duygusuna kapılırım. Kendimi yalnızca içimde olup bitenlerle anlayabilirim. Yaşamımı benzersiz kılanlar onlar ve özgeçmişim de onlarla ilgili.”
Önsözünde kitap için “ruhun çok derin bir gerçek olduğuna inanan bir insanın zihin dünyasını ve deneyimlerini içeriyor” denmiş. Gerçekten de öyle.
Gelelim kitaptan seçtiğim alıntılara
- “Tutkuların cehenneminden geçmemiş bir insan, hiçbir zaman onların üstesinden gelemez. Çünkü o zaman, o tutkular komşu kapıda pusu kurarlar ve herhangi bir anda kıvılcımlanarak insanın kendi evine saldırırlar. Bir şeyden vazgeçersek ve bir şeyi geride bırakıp onu iyice unutursak, görmezden geldiğimiz şeyin güçlenerek geri dönme tehlikesini oluşturmuş oluruz.”
- “Önyargılar, ruhsal yaşamın dolu dolu yaşanmasını engeller ve onu yıpratırlar.”
- “Geçmiş, ürkünç bir gerçektir ve varlığını sürdürürken tatmin edici bir yanıt bulup canını kurtaramayan herkesi yakalar.”
- “Dışarıda arama gerçek, insanın içindedir.”
- “İnsan, kendisini yargılayamayan bir olgudur ve başkalarının iyi ya da kötü yargılarına bırakılmıştır.”
- “Hiçbir şey bir insanın kendine düşman olmasından daha çok acı veremez.”
- “Bir yaşam biçiminden, yerini dolduracak başka bir yaşam biçimi bulunamadıkça kolay vazgeçilemez.”
- “Karşılaştığım zorlukların en büyüklerinden biri, olumsuz duygularımla başa çıkabilmekti.”
- “İç huzur ve memnuniyet, büyük bir oranda, bireye kalıtımsal olarak geçen tarihsel ailenin günün çevre koşullarına uyum sağlayıp sağlayamamasına bağlıdır.”
- “Duygusal ilişkiler, baskı ve sıkıntıyla yüklü istek ilişkileridir. Başka bir insandan bir şeyler beklenir. Bu da hem o kişinin hem de bizim özgürlüğümüzü yok eder.”
- “Anlamsızlığın, yaşamı dolu dolu yaşamayı engellediği için bir hastalıktan farkı yoktur. Birçok şeyi hatta belki de her şeyi dayanılır bir hale dönüştüren anlamdır.”
- “Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.”
- “Doğduğumuz dünya çok acımasız ama aynı zamanda ilahi bir güzelliği var. Anlamlı oluşunun mu, yoksa anlamsızlığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağlı.”
- “Kabul edene kadar hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Kınamak özgürleştirmez, baskılar.”
- “Sevgi ‘her şeyi taşır’ ve ‘her şeye dayanır.’”
İlginizi çekebilir: Baharın izinde: Taşkent’te unutulmaz bir seyahat