Cappadox’ta yorulduğumu zannettikçe enerji bulduğum bir Columbia deneyimi
“Güneş doğar, güneş batar ama insan uyumaz bazen düşünür.” diyor mikrofondaki ses. Evet, MFÖ konserindeyim, Caddebostan’dayım. Evet, deniz kenarındayım ve evet, uçsuz bucaksız gökyüzüne, ufka bakıyor, ufkuna doyamadığım ve hiç uyumak istemediğim son birkaç günü düşünüyorum.
Kapadokya’daydım geçtiğimiz hafta. Uplifers’ın aktif, dinamik, heyecanlı ekibi ile birlikte Columbia’nın davetlisi olarak ilk kez gittim oraya ve tam anlamıyla büyülendim. Dolu dolu geçti 3 gün, bazen zor koşullar sıcakla birleşti ve “Hayatta bitmez bu yol!” denilen mesafe, karşıma çıkanlarla birlikte hop diye bitiverdi. Tadı damadığımda, güzelliği gözlerimde, sesleri zihnimde kaldı.
İlk günümüz yürüyüşle başladı. Oldukça kısa bir mesafe, uzunca bir sürede dolu dolu yaşanarak bitirildi. Detaylar Beril’in yazısında.
İkinci günümüz sabah 07:00’de, Aşk Vadisi’ndeki Pranayama ve Meditasyon seansı ile başladı. Üzerimizde balonlar uçarken nasıl bir huzura erdiğimizi varın, siz hayal edin.
Günün diğer aktivitesi 20 km’lik bisiklet yolculuğuydu. Binenler bilir; bu mesafe bisiklet için hiçbir şey değil aslında. Değil ama düz yolda değil:) Öyle yokuşlardan tırmandık, öylesine rampalardan aşağı indik ki, mesafeyi 3 belki de 4 ile çarpmak gerekti. Coraline en başı çekip, zorlu yokuşları tırmanarak Uçhisar Kalesi’ndeki finish çizgisine ulaşan ilk kişi oldu. Ardından da ben geldim. Kışın art arda yaşadığım rahatsızlıklardan dolayı idmanlara ara vermiş ve ‘Bırak koşmayı, hareket edemiyorum, belki de artık deneyimlerimi yazmaktan vazgeçmeyelim.’ diye düşünmüş biri olarak, yolda kendime dedim ki; “Bak, bu vücut, bu halde bile, yokuşları bile çıkmana yardım ediyor ya; hastalanmış ve ara vermiş olabilirsin ama arayı kapatmak da senin elinde. Aman ha şımarıklık yapmaya kalkma! Sonra intikamın acı olur kendi kendine.”
Neyse, etkinlik muhteşem bir manzaraya hakim pek çok farklı zeminde gerçekleşti. Eylül ayında Afyon’da koşarken rastladığım deniz kumuna benzer, volkanik bölgelere özel yumuşak toprak vardı bazen tekerlerin altında. Daha önceden o yollardan geçmemişseniz eğer, o kuma saplanmak hatta belki de benim gibi düşmek kaçınılmaz bir hale geliyor. Düştüm, çamura bulandım ancak üzerimdeki Omni-Shade teknolojili tişörtüm hemen kurudu ve ayakkabım bir parça bile çamur tutmadı. Arazi koşuları için biçilmiş kaftan işte, daha ne isterim ki… Önümdeki ilk yarışı iple çeker durumdayım.
Peki, bu zorlu bisiklet yolculuğu Coraline’i ve beni kesti mi? Elbette hayır! Önce güzel bir yemek yiyip, ardından da köyümüze yürüyerek dönmeye karar verdik. Herhalde bunun için kolay olan rotayı seçecek değildik. Kısacık yolu vadilerin içinden geçip, kendimize çeşitli sürprizler yaratarak 10 km’ye çıkartmayı başardık. Sonu olup olmadığını bilmeden girdiğimiz dehlizler, neyse ki bizi ışığa kavuşturdu ve köyümüze ulaştık.
Gün bitmiş miydi artık bizim için? Elbette hayır! 15 dakika içinde duşumuzu alıp hazırlandıktan sonra bu sefer araçla, yürümeye başladığımız Uçhisar’a geri döndük. (Normal olmadığımız kesin!) Peş peşe 2 konser dinledikten sonra da, yine köye dönüp yumuşacık yataklarımızda bulduk kendimizi. Aslında hala enerji doluydum; gece koşusu olsaydı, ona da vardım. Ama yine de arsızlık etmeyelim de bir sonraki gün gerçekleşecek 10 km’lik koşuya kadar dinlenelim dedik ve uyuduk.
Demek ki böyle oluyormuş Cappadox ve Columbia deneyimi. Coştukça coşuyor, enerji kaybettikçe, daha fazla kazanılıyormuş.
Koşu ile ilgili detayları da kesinlikle Coraline’den okuyun.
Önümüzdeki yıl Cappadox’ta görüşmek dileğiyle…