Bu soru bu şekilde sorulduğunda bir çoğumuzun aklından “Elbette insanları tamamıyla tanımamız mümkün değildir” düşüncesi geçebilir. Peki bu kişiler en yakınlarınızsa -anneniz, kardeşiniz, sevgiliniz, eşiniz, dostunuz- yine de insanları bütünüyle tanımak mümkün değildir, diyebilir miyiz?
İnsanlar içlerinde pek çok şeyle cebelleşirlerken dışarıdan oldukça konforlu bir yaşam sürdükleri düşünülebilir. Genellikle insanları kendi sınırlı ve çoğu zaman da yanılgı içeren bakış açımızla tanımlama ve onlara dair önyargılarda bulunma eğiliminde oluruz. Bu durumu çift yönlü ele alırsak: Birincisi karşımızdaki kişi, kendini bize olduğundan tamamen farklı sunuyor olabilir. İkincisi bizim karşıdaki kişiyi sahip olduğumuz sınırlı bakış açımızla değerlendirmemiz sonucu kişiye dair gerçekten son derece uzak çıktılarda bulunabiliriz. Her iki türlü de burada tam anlamıyla tam bir biliş halinden bahsedemeyiz.
İlk yaklaşımı biraz daha derinleştirirsek, kişi, gerçek duyguları kabul görmeyeceği ya da onaylanmayacağı endişesi içinde genellikle saklamayı seçer. Bu noktada her insanın içinde taşıdığı farklı karakterler olabileceğini belirtmek gerektiğini düşünüyorum.
İlki bilinçli ya da bilinçsiz olarak dışarı gösterdiğimiz yüzümüz, diğeri insanların görmesini istemediğimiz, saklamayı seçtiğimiz yüzümüz ve bir diğeri ise beklenmedik anlarda ortaya çıkıveren, alışkanlıklarımızdan da derinde var olan, doğamızın gerçek yansıması olan yüzümüz. Buna bir refleks eylemi de denebilir. Burası genellikle keşfetmediğimiz ya da keşfetmek istemediğimiz yönümüzdür. Buraya kralın bir ucubeye, tırtılın bir kelebeğe dönüşebildiği yer de diyebiliriz. Bizler bu üç unsur arasında salınarak sürekli bir karakter dönüşümü ortaya ortaya koyarız.
Kültür olarak kendimizi ifade etmek, gerçek duygularımızı ortaya koymak desteklenmediğinden ve bunun üstüne bir de eğitim sistemindeki çarpıklık geldiğinde kendimizi olduğu gibi ortaya koyma cesaretimiz sekteye uğruyor. Ancak bu demek değildir ki böyle olduğu için kendimizi ortaya koymayacağız ve bu böyle gidecek. Kendimize dair her an yeni bir karar alma, yeni bir seçim yapma potansiyelimizin mevcut olduğunu bilerek davranmak kendi sorumluluğumuzu almak anlamına geliyor.
Hepimiz karşımızdaki insana dair hemen bir yargıda bulunma eğilimindeyizdir. Bunu da belirli davranış kalıplarına, kurallara, sosyal normlara, etik standartlara göre yapar ve bunlara bağlı kalırız. Ancak karşımızdaki insanı tam anlamıyla derinlemesine anlamak gibi bir şansımızın olduğunu düşünmüyorum. Her insan kendi yaralarını, acılarını, kayıplarını ve belki de anlatamayacağı konuları kendisi bilir. Ve tüm bunlardan bihaber olduğumuz halde, hangi koşullarda hangi durumlarda yaşadığı, çocukluğunun ne şekilde geçtiğine dair hiçbir şey bilmeden karşımızdakine dair yargılarda bulunuyoruz.
Kişiler hakkında bilgi sahibi olabilir, hangi yemeği, rengi, şehri en çok sevdiğini, yapmaktan en çok keyif aldığı şeyin ne olduğunu bilebiliriz. Ne tür müzik dinlediğini, hangi tür kitaplardan, filmlerden hoşlandığını da bilebiliriz, ancak tüm bunlar bir kişiyi tam manasıyla anladığımız ve tanıdığımız anlamına gelmez. Herkesin kendi gizli gerekçeleri, katlanılamayacak karakter özellikleri ve paylaşamayacağı hikâyeleri vardır.
Tüm bu nedenlerden ötürü, becerebildiğimiz ölçüde, yargılamayı bir kenara bırakarak ve hiçbir zaman bir insanı tam manasıyla tanımayacağımızı bilerek çevremizdeki insanlara her seferinde yeni bir gözle bakmayı deneyebiliriz. Her şeyin sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olduğunu düşünürsek, insanların da değişmeksizin hep aynı kalmasını beklemek bir ütopya olur. Kim bilir belki de bir kişiye yeni bir gözle baktığımız her an, ilişkilerimizde görünenin ötesindeki derinliği yakalamak için üzerimize düşen özeni göstermiş oluruz.
İlginizi çekebilir: Acele etmeyi neden bırakmalıyız: Yavaşlamayla gelen huzur