“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
..
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.”
Orhan Veli’nin bu şiirini veya bu şiirden bestelenen şarkıyı bilmeyen yoktur. Hayatını, İstanbul ve Ankara’da geçiren Orhan Veli, bu şiirini büyük şehir hayatının stresinden kaynaklı mı yazmıştır bilemeyiz. Fakat bugün metropol insanının sıkıntısını en iyi anlatan dizeler belki bunlardır.
Peki Orhan Veli’nin şiirinde bahsettiği çiçekleri gürültü ile açan dünyalar beynimizi nasıl etkiliyor?
Şehirleşme, Antik Yunan’dan bu yana süregelen bir kavram olsa dahi, şehirleşmenin etkilerini dünya tarihinin hiçbir döneminde bu kadar yoğun hissetmedik. 1800’lü yıllarda dünya nüfusunun sadece %3’ü şehirlerde yaşıyordu. Bunu takip eden 200 sene içerisinde bu oran hızla %50’lere yükseldi. Birleşmiş Milletler’in raporuna göre 2050 yılına geldiğimizde dünya nüfusunun %66’sı kırsal hayatı terk etmiş ve şehir hayatına geçmiş olacak. Asya ve Afrika kıtalarında ise bu oranın %99 olacağı öngörülüyor.
İnsanoğlu, tarih boyunca ayağını bastığı toprakla bağlantısını kopartıp, şehir hayatının asfaltına adım attığı günden bu yana astım, depresyon, kanser gibi hastalıklarda artış görülmeye başladı. Modern şehirlerin Faraday kafeslerine* kapatılan ve gerilimini toprağa akıtamayan insanda, bedensel rahatsızlıkların yanında zihinsel rahatsızlıklar da görülüyor.
2010 yılında yapılan bir meta araştırmada, şehirde yaşayan yetişkinlerin, kırsal bölgelerde yaşayanlara göre %39 oranında daha fazla duygudurum ve %21 oranında daha fazla endişe bozukluğuna sahip olduğu gösterildi. Ayrıca büyük şehirlerde travma sonrası stres bozukluğunun da (PTSD) daha yoğun olarak gözüktüğü biliniyor. Ölümün kıyısında yaşanan savaştan dönen askerlerde gözüken bu bozukluğun büyük şehirlerde gözükmesinin sebebi sadece can damarımız olan topraktan kopmak mı yoksa başka sebepleri de var mı?
Küçük alanlarda toplu yaşamak bunun sebeplerinden biri. İnsan yoğunluğunun artması ve sosyal medya ile iletişimin hızlanması, dar alanda kısa paslaşmaların artmasına sebep oluyor. Böylece herhangi bir olaydan duyulan kaygı salgın gibi hızla yayılıyor. Sosyal bulaşma denilen bu durum, beynimizin daha kısa sürede kaygı bozukluğuna benzer etkiler göstermesine sebep oluyor. Sosyal bulaşmanın sebebi tam olarak bilinmese de en olağan şüpheli ayna nöronlar olarak duruyor. Ayna nöronlar, bir davranışı biz yapmasak bile, sadece o davranışı gözlemlememiz halinde bile beynimizde aynı davranışı yapıyormuşçasına etki yapan nöronlardır. Esneyen birini görünce bizim de esnememize sebep olan bu nöronlardır. Bu sosyal bulaşma etkisi en iyi ülkenin bir kısmını etkileyen doğal afet, terör gibi olaylarda görülür. Örneğin 1999 depreminde asıl etki İstanbul-İzmit çevresinde olmasına rağmen, bu şehirlerden 800 km uzakta bulunan Antalya’da bile benzer kaygılar görüldü. Depremi yaşamayan insanlar, deprem olduğu düşüncesi ile evlerinin pencerelerinden atladılar.
Peki bu şehir yaşantısı daha gelişken ve esnek bir yapı olan çocuk beynini nasıl etkiliyor? Tavuğun bile özgür olanının yumurtalarını almaya dikkat ederken, şehirlerde özgürce gezemeyen insanın, yavrularını bu ortamda doğurup yetiştirmesi ne kadar uygun?
İngiltere Kraliyet Akademisi, 2232 ikiz çocuk ile yaptığı deneyle bu sorunun yanıtını bulmayı hedefliyor. Yarıya yakın kısmı şehirde, kalan kısmı kırsalda doğan ve büyüyen çocuklar önce 5 yaşında iken daha sonra 12 yaşında iken bir takım testlere tabii tutuluyorlar. Çalışmanın sonucuna göre şehirde büyüyen çocuklarda 12 yaşına geldiklerinde psikotik semptomların görülme oranı kırsalda yaşayanlara göre iki katına çıkıyor. Psikotik semptomlar, düşünce ve duyunun ağır oranda bozulduğu zihin durumu olarak tanımlanır. Çocuklukta yapılan çalışmaların ilerleyen yıllarda takip edildiği çalışmalarda ise, çocukluğunda bu semptomları gösterenlerin ilerleyen yaşlarda başka zihinsel bozukluklar da gösterdiği bulundu.
Şehirlerde büyüyen çocuklarda beynin sosyal stresle başa çıkabilme yeteneği bozuluyor olabilir. İnsan türü, diğer canlılar arasında bakıma en çok muhtaç tür olduğu için normalde ergenlikle beraber değişmesi gereken sosyal devreler, daha erken yaşlarda değişime maruz kalıp çocuğun bilişsel durumlarında bozulmaya yol açıyor olabilir.
Strese hangi yaşta maruz kalırsak kalalım beynimizin dış kabuğunda küçülmeye sebep oluyor. Beynimiz, son 5000 yılda değişen yaşam koşullardan dolayı %5 küçülmeye maruz kaldı. Şehir hayatının getirdiği bu erken yaslardan başlayan stresle daha hızlı olarak küçülüp küçülmediğini ilerleyen yıllarda yapılan çalışmalardan göreceğiz.
İstanbul gibi büyük bir şehirde doğan Orhan Veli’nin bu stresten bilişsel olarak ne kadar etkilendiğini bilemeyiz. 36 yaşında belediyenin açtığı çukura düşüp ölmesi ise büyük şehirde yasamanın her dönemde güç olduğunun göstergelerinden biri.
*Faraday kafesi, elektriksel alanın içeri girmesini veya dışarı çıkmasını engelleyen bir kapalı metal kafestir. İdeal bir Faraday kafesi kesintisiz çok iyi iletken bir kabuk gibidir.
İlginizi çekebilir: Teknolojiyle birlikte hayatımıza giren en yeni korku: “Hayalet titreşim sendromu”