Büyük bir soru: Haklı mı çıkacaksın, mutlu mu olacaksın?
“Kim haklı?” tartışmalarında bayrağı en önde taşıyanlardandım. Karşı tarafla ateşkes yapsak bile, içimden haklı olduğumu hep bilirdim. Ya da öyle sanardım. Bir noktadan sonsuz doğru geçerken, elbette herkesin bakış açısı kendine göre en doğru. Ve kendi yaşanmışlıklarımıza bakılırsa çoğumuz haklıyız. Mevlana, “Doğru ile yanlışın ötesinde bir yer var. Orada buluşalım” derken bir bildiği varmış. Enerjimi ve vaktimi haklı çıkmaya harcamak yerine, okları kendime çevirerek mutluluğa ulaşmak en büyük dileğim.
Herhalde kahrımızı en çok çekenler koşulsuz sevgi aldığımıza inandığımız kişilerdir. Aslında en büyük öğretilerimiz, kaybetme korkumuzun olmadığı kişilere yansıttığımız hallerimizde gizli. Deneyimlediğim kadarıyla gerçek özümüze en yaklaştığımız anlarımız da, yine o kişilerleyken çıkıveriyor. Bakış açımıza bağlı olarak, en büyük şifa da aslında bizi en çok zorlayan ilişkilerden gelebiliyor.
Herkesle o kadar kolay olmayabiliyor bu kadar derinden iletişim kurmak, kalbini açmak ve seni anlamalarını beklemek. Ola ki benim kadar şanslıysanız, kendi üzerinde çalışan dostlarınızdan biriyle mütemadiyen didişiyorsunuzdur. Üstelik dostluğumuz öyle kardeş seviyesinde ki atsam atamam, satsam satamam. İkimiz de ilişkilerin en büyük ayna olduğunu, kızdığımız, üzüldüğümüz her durumun bizim verdiğimiz tepkiyle değişebileceğini bildiğimiz için en fazla birbirimiz üzerinden gelişiyoruz.
Ben onu dışladığımda, bilmişlik yaptığımda, kendimi ondan üstün gördüğümde, o beni kıskandığında, benimle kendini kıyasladığında, bana gıcık olduğunda ve daha birçok durumda birbirimizle paylaşıyoruz. Hani kendinde fark ettiğin ama henüz sindiremediğin için dışarıya çaktırmadığını sandığın birtakım özelliklerin vardır ya. İşte o özelliklerimiz bu ilişkide su üzerine çıkmak durumunda kalıyor.
Bir düşünce ayrılığında birbirimize karşı yükselebiliyoruz ve tonumuzu yumuşatamazsak kırıcı olabiliyoruz. Bu durumu; anatomik olarak amigdala gaspı, mekanik olarak motorun su kaynatması gibi de örneklendirebiliriz. Dolayısıyla bir tartışma sonrasında kendimizi, en az bir 20 dakika kadar soğumaya bırakmak verimli olabiliyor. Sonrasında birbirimizi suçlamak yerine, oku kendimize çevirip neyi daha iyi yapabilirdik ona bakıyoruz. Ve geri dönüp olayı tüm çıplaklığıyla, birbirimizi yargılamadan tartışıyoruz. O kendi tarafını anlatıyor, ben kendi. Duygularımızdan, beklentilerimizden, ihtiyaçlarımızdan ve sınırlarımızdan konuşuyoruz. Yargılanmadan dinlendiğini bildiğin zaman öyle güzel açıyor ki kalbin, kendin bile şaşırıyorsun dilinden dökülenlere. Henüz aydınlığa çıkaramadığın düşüncelerinle de sevilebileceğini ve hissettiklerinin ne kadar insanlığa dair olduğunu bir de dışarıdan dinliyorsun.
Özellikle yüz yüze tartışmalarda 20 dakika ara verme durumu olmayabiliyor. Tansiyon yükseldiğinde, uygulamaya çalıştığım taktiklerden bazıları; farkındalığımı nefese getirmek, bedenime dokunmak ve etrafı incelemek. Böylelikle, nefesimi tuttuğumu, omuzlarımı sıktığımı ve avuçlarımın içinin karıncalandığını fark edebiliyorum. Ve durum haklı çıkma çabasından kendime dönebiliyor. Karşımdaki adına varsayım yapmak yerine, soru sormaya başlıyorum ona. Ben tonumu yumuşatınca, karşımdaki de yumuşayıveriyor. Bunu havalı havalı anlatmama kanmayın. Yeni dikkat etmeye başladım bu duruma. Henüz yapabilmişliğim bir elimin parmaklarını geçmez.
Uzun uzadıya süren “kim haklı?” tartışmalarının sonu yok. Dünya üzerindeki her insan birbirinden farklı olduğu gibi, doğru/yanlışlarımız da ayrı tellerden çalıyor. Şimdi eğer vaktimiz bolsa sabahlara kadar birbirimizi yiyelim. Ya da tartışmalarımızı, kavgalarımızı birer fırsat olarak görelim ve onlardan büyümeye çalışalım. Bire berber haklı değil, gel beraber mutlu olalım.
Not: Yukarıda bahsettiğim can dostum, bu hafta 30 yaşına giriyor. Dilerim ellerimiz buruş buruş olunca da bugünkü kadar zorlarız birbirimizi. Ve birlikte büyürüz.
İlginizi çekebilir: Gelişmeniz için harika bir fırsat: Eleştirilmekten korkmayın