Bütünleşme arzusu ve varma sanrısı insan olma yolculuğunda unuttuğumuz bir şey var. Evet tam da bu unutma halimizi unutuyoruz. İnsan olmak aslında olduğumuz gibi tam olmaktır. Daha iyi ya da daha kötü versiyonumuz hangi yaşımıza, dönemimize, çevremize göre değerlendirilebilir ki? Belki de tam oluşumuz, o zamandan, kendini eksik gördüğün ve kırgın olduğun anlardan geliyor.
Biz zamanda yolculuk yapan gezginleriz. Her geçen gün bir sonraki değil, bir başka dairedir aslında. Döngülerle iç içe bir yaşamdayız. Bazı döngüler uzun sürerken bazıları kısa sürer. Bazen hep aynı döngüde oluruz ki o dersi iyice öğrenelim. O döngülerde küçük halkalar vardır, içini doldururuz adım adım. Ve döngü elbet serbest kalır, tabii ki biz gördükçe…
Aslında derinlerdeki bütünleşme arzusu budur. Bazı döngülerimizi tamamlamak, bazen çıkmak için acele ederiz. Ama bu döngü tam sana göre, senin haritan, yaşam yoluna göre gelmiştir. Her şey bireyselde başlar ve kolektife seker.
Diyebiliriz ki bu toplumda “hep aynı döngüdeyim.” Toplumu bıraktığın anda, sen neredesin, hayatında yaptığın aynı döngüler, aynı bakış açıları, aynı can sıkan tekrarların var mı? Bazen de görmeyiz. Göremeyiz. Bu da böyle bir tamlıktır. Bizim dairemizde olan alan şimdi ve şuan bu kadardır.
Hepimizin daireleri, döngüleri aynı olsun isteriz. Aynı bilinçte olalım, aynı yolda olalım, aynı yaklaşımda olalım. Aslında tamlık arayışımızın arkasında içten içe aynılık arayışı da vardır. Tabii ki yakın hissettiğimiz kalpten bağ kurduğumuz alanlarda tam hissederiz. Çünkü kalbimizdeyizdir, ona odaklanmışızdır. Zihni burada dışlamaya gerek yok fakat, bazen sadece ona yatırım yapmak, dünyaya ne için geldiğimizi öz amacımızı unutturabiliyor. Öz amacımız hepimizin aynı, insan olmak. Bu yolculuktan geçmek. Tek bir kıta, tek bir tür, tek bir bitki olmadığı gibi. Bütün renkleri görmek, yaratımdan geldiğini bilmek.
Bizler zaten bu seçimi yapmıştık. Bilinç seviyesini bildiğimiz bir yere biz gelmeyi seçtik. Düşledik ve buraya geldik. Fakat düşlerimizi hatırlamamak da bir seçimdi, yoksa bildiğimiz bir yolu yürümek, gerçekten derin bir bilinç yolculuğuna girmek olmazdı. Bu yüzden başlangıçta zaten tamdık ve hep tamız, sadece burada ışıldamak isteyen bir potansiyelimiz var. Kendi ışığını hatırladıkça, yansıtmak istediğin yanlar var. Sana ve diğerlerine iyi gelmediğini gözlemlediğin yerler var ya da bunu göremeyip tekrar tekrar yaşadığın…
Her yaşam bir bilgidir, yaşam için arşivdir. Bu yüzden bu yaşam yolunda bir beklenti ile yürümek bizi sadece illüzyon algısında tutar. Varılacak yere zaten vardık. Dünyaya vardık, şimdi burada neler yapıyoruz, neleri görmeyi seçiyoruz, hisleri nasıl kabul ediyoruz, kendimizi nasıl gözlemliyoruz. Aslında yapılacak çok iş vardı ki buraya geldik. Varma sanrısından çıkıp, yola 360 derecede bakmaya ve kendimize inanarak ilerlemeye devam etmeliyiz. En derin ihtiyacımız hep yollar ve döngülerdi. Girip çıktığımız dairelerdeyiz. İlişkilerimiz, ilişkilerimizin içi, işlerimiz, hobilerimiz, her şey bizi beslemek ve içimizi dışımıza çıkarmak için geldi, gitti ve bazıları kaldı.
İnsan insana hep öğretti, bazılarımız öğrenemedi, bilinç yolculuğu ve tamlığı şu an bu kadarına izin verdi. Bireysel döngülerimizden çıktıkça kolektifteki döngüde değişir. Biz ne kadar yeni bir daireye hazırız? Her daire her döngü yeni geldiği gibi, doldurmak istediğimiz o minik boşluklarıyla da gelir.
Bireysel hayatımızda yoga yaparken, meditasyon yaparken tam olduğumuzu hissedip sadece buraya yatırım yapma ihtiyacı hissedebiliriz. Ama biri yemek yaparken tamdır, biri bahçe işleri ile uğraşırken tamdır. Tamlık aslında senin o an içinden geleni, ruhunun içinde yer almaktan zevk aldığı şeyleri yaparken gerçekleşir. Ama zevk aldığımız her şeyin zorluğu da vardır. Cesaret ve korku bazen el eledir. Bu yüzden tek bir tam ve bütünlük tanımı arayacaksak o da yaşamla dolup taştığın anlardır. Yaşamsa her şeydir. O tıkanmalar, zorluklar, yükselmeler, düşmeler, sancılar, ışıldamalar…
Tamlıktan şunu da çıkarmamalıyız; kontrolcü biriysek eğer, bu da bana dahil demek tamlık tanımı değildir. Evet belki farkında olmadan önce öyleydi, ama ya farkındaysak? Biraz kontrolcu muyum diyorsak ya da dışardan böyle dönüşler alıyorsak? Ya da egomuzu beslemek adına dışardakileri ayrıştırıyorsak, “aynı değiliz ya” özerkliği ile hala egomuzu besliyor olabilir miyiz? Diğerleriyle iletişimden çekiniyorsak, “ben biraz asosyalim” cümlesinin altına giriyorsak. Evet belki de onları seçtik o zaman fakat tam haline tamam olma hali de var. İşte sana iyi gelmeyen, artık seni beslemeyen ve dışarıya kolektife de katkıda bulunmadığını gördüğün yanlarına tamam dediğinde, bir döngüden çıkma ihtiyacı gelmiştir. Ve tamamdır, bütünleşme yolculuğu bitmez, çünkü bütün o iç içe dairelerle, gelen ve daha gelmeyeni ile bütünü seçtin zamanında.
Şimdi sadece bildiğin ama hatırlamadığın o lunaparktaki keşiflerine devam ediyorsun. Bu yüzden varma sanrısını bırakıp, zevk aldığın kadar korktuğun yerleri de görebilirsin. Varma sanrısını bıraktığımızda korkular, sevinçler, yükseliş ve düşüşlerin hepsine de kalbimizi açıyoruz. Bir final çizgisi aramadığımız için, kalbimiz, ruhumuz genişliyor. Ruhumuz genişlerken korkularımız azalıyor, biraz daha merkezde ve kalpten yaklaşıyoruz. Biz tam bu noktada kendimizden taşıyoruz. Kendimizi de böyle beslemeye başlıyoruz. Ve tabii kendini besleyen kişi herkesi besleyebiliyor. Herkesle olduğumuzu unutmayalım.
Ben kendimle bütünüm, seninle bütünüm, toplumla bütünüm, dünya ile bütünüm. Burada sevmediğim şeyleri değiştirebilme potansiyelim de var. Fakat buna varalım algısı ile değil, inancımızı görerek, kendimizi ifade ederek yolu yürümek bizi merkezleyecek. Merkezde olmadan ne kendimizi biliriz ne ihtiyaçlarımızı görürüz. Sadece bir düşünceye kapılır gideriz.
İnsan olmak düşünceler ve hislerle dans etmektir. Bazen gelenin bir his ve düşünce olduğunu görebilir misin? Her gelen hisse izin verebilir misin? Ya da nereden geldiğine bakabilir misin? Ya her şey hikayeyse gerçek ne? Tüm dünya bir düştü, bir hikayeydik. Sen bir hikayesin. Her şey hikayeyse yine böyle mi hissederdin? Okuduğun bir kitapta kötü karakterleri çıkarmak ister miydin, sana iyi hissettirmeyenleri? Peki çıkardığında o kitap artık o kitap mı olurdu?
Belki de gerçekliğimize hikaye boyutundan yaklaşmak, tek bir gerçekliğe tek bir sanrıya tutunmamak bizi özgürleştirecek olan. Özgürleşmek isterken hala tutunduğumuz şeyler neydi? Bunlara bakabilir misin? İhtiyaçlarını görebilir misin? Sana iyi gelmeyenleri bırakıp kendinde yeniye yer açabilir misin? Zararlı bir alışkanlık yerine iyi ve sağlıklı olanı koymak sancılıdır, kolay değildir. Çaba ve sabır ister. Kendini bu sabırlı suya bırakabilir misin? Ortak salondaki halının altını eleştiriyorsan, kendi odandaki halının altını da görebilir misin?
Ve soruları kalp merkezinde hissettiğin kadarına yer açabilir misin? Buradan TAM da aldığım kadar bugün tamım, zaten tamdım deme vakti belki de.
Sanrılar, illüzyonlar ve unutuşlar hep olacak. Bazı şeyler kolay, bazı şeyler zor gelecek. En önemlisi yolculuk böyle yaşanacak. Bu yüzden sanrılarımızı bırakıp, yolda yabani otlar kadar güzel ayçiçeklerinin olduğunu da görme vakti. Ve belki de bazılarımız için sanrıları sürdürme vakti. Çünkü herkesin dairesi çok özel. Herkesin dairesi bu hikayeyi destekliyor, ama hepimiz bu hikayelerinde yaratıcılarıyız, hepimiz yarattık veya sürdürüyoruz. Her şey bir dalga ve kendi ritmi içinde hareket ederdir, durağan değil değişkendir, sadece zaman algısı ile illüzyon yaratılır. Her şey elbet değişir ve dönüşür. Bazı şeylerse senin beklentine göre değişmez. Büyük değişimler büyük daireler demektir. Herkes o dairelere girip boşluklarını doldurma cesaretinde olmayabilir. Hikayenin diğer karakterleri de böyledir. Kendi yolumuzu etkilemesi için yazdığımız hikayeler var. Onlar olmasaydı değişemezdik. Zaten her şey sancılı bile olsa hep değişim için yazıldı. Bu yaşama eşlik etmekti, yolda her zaman her renk vardı.
İlginizi çekebilir: Kendini kabul etme hali: “Olanı olduğu gibi görmek”Kendini kabul etme hali: “