Demokrasi dediğimiz şey her cenahtan kişinin kendini temsilcileri ile sözünün duyulur olması ile halkın kendi kendini yönetmesi şeklidir.
Fakat gözlemlediğimiz demokrasi anlayışı, görünür olmayanların ve/veya görmek istemediğimiz gerçek topluluklarında bizim yönetimimizde söz sahibi olması durumunda her birimizin içindeki hiyerarşik yapının tetikleniyor olması.
Hepimiz neredeyse istisnasız bir monarşik düzen taraftarıyız.
Kendi isteğimiz doğrultusunda bir seçim sonucu olmadığında, kendi geçici kralımız yönetimde olmadığında diğer krallara ve onun tebasına saldırıyoruz.
Meclise giren, “geri kafalı” “bu yüzyıla uymayan” “çocuk tacizcileri” diye adlandırdıklarımız da bizim ülkemizde yaşayan varlığı azımsanmayacak bir topluluk.
İşin ilginç tarafı onlar, sayılarının azlığına bakmaksızın verdikleri yaralar bakımından çoğunluk etkisindeler.
“Onlar mecliste olmasın!”
Ama onlar ülkemiz topraklarında yaşayan insanlar.
Birliği savunurken, birlikten bahsederken “birlik aynı zamanda hazır olmayan toplumlarda ve bireylerde başta kaosa neden olur” diyorum.
Her parçasını özümseyip kabul etmemiş bir birey veya toplum, birlik olamaz.
Birlik her parçanın bir aradaki harmonisi ile mümkündür.
Arasından seçip çıkaracağımız parçalar, bizi eksik bırakır. Bütünümüz özellikle dünyanın diğer ülkelerinden çok farklı iken.
Övündüğümüz şey, hediyemiz olan aynı zamanda lanetimizdir de…
Bizler çoğul kültürlü olmayı zenginliğimiz olarak ifade ederken, aynı sebepten bunun zorluklarını da yaşıyor ve buralardan sınanıyoruz.
Kendi içsel birliğimizde de, “karanlık” taraflarımızı örtmeye çalıştığımızda, güdüsel olarak bir şekilde ortaya çıkan hallerimizle kabul etmediğimiz ve ona şefkatle bakmadığımız sürece savaşıyoruz.
Bazı hallerimizi nasıl sevmeye sebep bulamıyorsak, kabul edemiyorsak toplum içindeki bazı inanışlara da aynı şekilde şefkat ile bakmaya sebep bulamıyoruz.
Ancak bu reddediş, olanı yok etmiyor.
Olan mutlaka ortaya çıkıyor.
Bu yüzden ilk aşama “varlığını kabul” etmek.
Kendi karanlığımızın ve/veya kültürel karanlığımızın.
Kabul etmediğimiz hiç bir parçamıza hakim olmaz ve dönüştüremeyiz.
Her şeyi bir anda çözmek ve süreci görmezden gelmek ile ilgili paternimiz de devreye giriyor burada. Küskünlüğümüz, “hapçılığımızdan” olabilir mi?
Aslanlar gibi, tek atımlık kurşunumuz var. Ateşimizi harlayıp sonuna kadar kullanıp bitiriyoruz. Oysa sürdürebilmek için, enerjimizi doğru kullanmayı öğrenmeliyiz. Yani, amaçlarımız için bireysel veya toplumsal, sabırla sistemli bir şekilde işlemeye devam etmeli bu sürede genişlemeliyiz.
Bir ülkenin televizyon kanallarındaki reklamları izleyerek toplumun zihinsel kültürünü anlayabiliriz.
“Bilmem ne kremi/ilacı sorunlarınıza “anında” çözüm olur.”
Hayatta anında olan tek şey, ölümdür.
O da dışarıdan bakana…
Hiçbir şey “zaman illüzyonu” olan bir sistem içinde anında olmaz.
Çünkü bizler zamanı, süreci deneyimlemek için mümkün kıldık.
Gözlemlememiz böylece mümkün..
Yargılarımızı ve isteklerimizi iyi değerlendirmekte fayda var.
Birlik isterken ne diyoruz aslında?
Yargılayıp küçümserken kimi/ neyi yargılıyoruz aslında?
Adım adım hem açılan, hem toparlanan, hem değişen hem de yenileri eklenen bir sistem içindeyiz. Minicik değişiklikler bile bir ilerlemedir. Evrim bizler için yavaş ilerleyen bir sistem.
Bir şeyleri hiçbir tarafa ait olmadan izleme becerisine sahip olduğumuzda, kendimiz ve diğerleri için adil bir duyguda olabiliriz.
Böylelikle aslında olanları kişisel algılamayı bırakır, daha kapsayıcı bir taraftan görebiliriz.
Demokrasi çoğunluktan bahsetse de, varlık bilinci her varlığınkinden bahseder.
Her varlığın hali, bir diğeri kadar önemlidir. Bunların görünür olması, en küçük cenahın gün yüzünde olması aslında bir çöküş değil bir başlangıç, bütüne doğru atılmış bir adım olabilir.
Belki burada “bütün” olmaya zihinsel olarak hazır olup olmadığımızı sorgulamamız gerekir.
Günün sonunda her parçamızdan öğreneceğimiz çok şey var. Oraya bakıp kendimizde açacağımız çok kapı var. O kapılardan biri “nefret” değil.
Kabul etmek, onaylamak demek değil. Varlığını biliyor olmak demek. Varlığını bildik diye kızamayız. Var diye kızamayız. Göz önünde tutarız, o kadar. Hakim oluruz, hakim olma yetimizi varlığını kabul ettiğimizde geliştiririz.
Hastalıklarımızda bile böyledir. Varlığını kabul etmediğimiz hiçbir hastalığımızı iyileştiremeyiz. Tespit olmadan şifa olmaz.
Bazı şeyleri negatifte görsek bile bir fırsat olarak almak kapsayıcılığımızı genişletir. En kötü olanda bile öğrenilecek çok ders vardır.
Yahudilerin gördükleri zulümler onlara bir ülke kurdurdu. Hem de hep istedikleri, yola çıktıkları bir dileği gerçek kıldı.
Ne olursa olsun, iyi olan için adım atmaya devam etmek, bıkmadan usanmadan hakkaniyetli olan için orada olmak herkesin kendi bütünlüğü için, bükülmez niyeti için gerekli olan iradedir.
Nasıl bir insan olmak istiyorsan o olmaya çaba göstermek, her durumda, her zamanda…
İlginizi çekebilir: Dualite dünyasından çıkış: Deneyimi tamamlamak için her şeyi zıddı ile deneyimleriz