Bulutların arasından geçmişe yolculuk: Aydos Ormanı koşusu
İki cümle çok fazla geçer oldu içimden. Biri “Kesinlikle normal değiliz.” Diğeri de “Oohhh, iyi ki geldik.” Tek başıma olduğum zaman 1. çoğuldan tekile dönüşüyor fiil; ama his aynı.
En son geçen hafta, Aydos Ormanı tepelerine tırmanırken bu sözcükler yine yinelendi durdu kafamda. Sabahın köründe sıcacık yatağı bırakıp da buz gibi ormana dalmak… Yok yok, gerçekten akıllı işi değil.
Ama vakit geçip de o bulutlar üzerime gelmeye başlayınca, sisin arasına dalıp da arkamdakini göremez olunca, köydeki bakkala ulaşmanın sevinciyle dolunca; bambaşka bir hazza dönüştü soğuk da, çamur da, taş da, toprak da…Teşekkürler Nihat. Koşarken, “Ben neden istiyorum buralarda olmayı, koşup, hoplayıp, zıplamayı… Nasıl başladı acaba her şey?” diye düşünürken buldum bir an kendimi.
Beni hareketli bir hayatın kollarına iten, bisikleti, koşmayı, doğayı bu kadar sevmeme neden olan şey neydi?
İki tekerle başladı her şey… Bisiklete binmeyi köyün birinde, tanımadığım bir çocuktan öğrendim; sürüş bir çukurda son buldu. İlkokul 4’te yarıyıl hediyesi olarak geldi ilk Pinokyo, yarım saat sonra da koskoca çınar ağacının gövdesiyle kucaklaşmak suretiyle adım atıldı maceraya.
Büyüdüm sonra, sevgilimin yarış bisikleti vardı, o evin önünden geçerken bir başka ses çıkardı sanki tekerlerden. Farklıydı onunki diğerlerinden. Evin neresinde olursam olayım anlardım bizim evin önünden geçtiğini.
Bir gün onun da bisikletini denemeye kalktım. Evet, büyümüştüm ama o bisiklet yine de kocamandı benim için. Hedef okulun bahçesindeki heykel oldu elbette. Her yeni bisikletle bir yere toslamak farz olmuştu hayatımda.
Benim kadar çılgın arkadaşlarım vardı o zamanlar; hep birlikte inşaatın 3. katından atlamayı başarı olarak gördüğümüz. Kumun üzerine elbette ama incecik bir ipe tutunarak. Rambo o sıralarda mı gösterime girmişti acaba?
İskenderun yaylarından birindeki askeri radara kadar yürüyeceğimi iddia edip de çıplak ayakla dikenlerin arasına daldıktan sonra, gelip çıplak eliyle ayağıma batanları ayıklayıp, sonra da “Devam et istersen!” diyen bir babacığım vardı.
O yıllarda hem basketbol, hem de hentbol antrenörlüğümü yapmış olan Münir Karaali’yi asla unutamam. Başka bir okulun takımında kaçak oyuncu olarak oynatacak kadar inanıyordu iyi olduğuma. Bunca yıl sonra başıma bir iş gelmez herhalde değil mi kaçak durumumu açık ettiğim için?
Koşmaya çok daha geç yıllarda fitness eğitmenim, hayatımda çok büyük yeri olan Tansu ile başladım ve başlayış, o başlayış. Ayaklarımın yere bastığı her yerde koşmak istiyorum artık hareket edebildiğim sürece. Bu karara varmamı sağlayan da Koşan Adam oldu. Pes etmemeyi, hep ilerlemeyi ondan öğrenmeye devam ediyorum ve hep hayatımda olsun isterim.
Koşarken, yürürken yanımda olan eski, yeni tüm arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum buradan. Kazdağları’nda geçirdiğimiz o birkaç gün ne çok kilit açtı bende biliyor musun Duygu? Paha biçilmez sohbetlerimizi, umut dolu fallarını unutamam Taptapım. Şimdilerde doğru yolu bulup da kendini doğaya salmaya karar vermiş olman çok güzel. Neyin gücü adına olursa olsun.
Elbette bu kadar değil hayatıma dokunanların sayısı, sadece ilk çırpıda akla gelenler bunlar. Her gün farkında olmadan kim bilir kimlerden ne yardımlar alıyor, kimlere yardımcı oluyorum.
Minnacık bir dokunuşun, birinin hayatını belki de tamamen değiştirebileceğini hiç çıkarmıyorum aklımdan ve işte bu yüzden de ‘İyilik Peşinde Koş’uyorum artık. Runtalya yaklaşıyor; bu seferki STK seçimim gençlerin gençlere dokunduğu TOG oldu. Detaylar bir-iki hafta sonra gelecek.
Şimdilik hoşça kalın ve dilerseniz siz de düşünün hayatınıza dokunanları, dokunup da hayat bulmasına yardımcı olduklarınızı.
Not: Bu haftasonu Aydos’ta koşu var yine, atlayın gelin bir maniniz yoksa.
Bisikletle yaşadığım Aydos macerası da şurada…