Bugün omuzlarınızdaki tüm yükleri indirmeye gönüllü müsünüz?

Bugün bu yazımda sizlerle suçluluk üzerine dertleşeceğiz. Evet, suçluluk… Omuzlarımızda binlerce tonla taşımaya devam ettiğimiz, yeri geldiğinde altında ağırlığı ile ezildiğimiz suçluluklarımız… Gelin ilk yaşlarımızdan itibaren başlayalım, ilk kez düştüğümüzde sadece adım atmaya çalışmaktayızdır fakat annemiz yetişir “ne yaptığımızı,” “nasıl bir kabahat işlediğimizi,” “kendi kendimize zarar vermekte olduğumuzu” telkin eder değil mi? Kötü olanı yapmakta olduğumuzu hissederiz. Bu daha ilk adımdır…

Sonra ne olur? Okul hayatımız boyunca elimizden geldiğince çalıştığımızda fakat yine de o muhteşem “takdir” belgemizi alamadığımızda ne olur? Tabii ki suçluyuzdur; dışarıda top oynadığımız için, yeterince iyi olmadığımız için, komşunun kızından/oğlundan daha aşağıda bir karnemiz olduğu için… Kendimiz gibi olduğumuz için bile suçluyuzdur; başkalarının referanslarına göre, diğerlerinin beklentilerine göre… Biz ne kadar karşılık veremezsek, ne kadar onların beklentilerinden uzağa düşersek o kadar suçlu oluruz…

Aslında garip olan şudur ki, bu suçlulukları mis gibi kabul eder bir de mis gibi yükleniriz… İçten içe o kadar çok suç hissi ile dolarız ki ailemizin büyük çocuğu olduğumuz için kardeşimize sahip çıkmamız gerekir örneğin… Bunu yapamadığımızda suçluyuzdur… Kocaman insanlar olsak da bu beklentiler değişmemektedir, kardeşimiz örneğin bizim öz evladımız bile değildir ama anne ve babamızın yükledikleri ve mutlaka yerine getirilmesi gereken öz sorumluluğumuzdur değil mi? Oysa suçlu olmak ne kolaydır…

Bugün omuzlarınızdaki tüm yükleri indirmeye gönüllü müsünüz?

Sonra ne olur? Bir işe girdiğimizde ve bunu yeterince sevemediğimizde, belirli bir zamanda umulan performansı umulan şekilde gösteremediğimizde yine suçluyuzdur… Biz hep suçluyuzdur; beklentilere yine karşılık verememişizdir… Karşılık veremediğimiz için de bu yaşımıza gelmiş ama “bir baltaya sap olamamışızdır”… Ne derin suçluluklardır bunlar “Ne iş yapıyorsun?” sorusuna bir cevap vermek zorunda hissetmek… Oysa bu sadece “bizim” ve “ben” olanın hayatıdır… Bu sadece beni ilgilendirir, açıklama yapmaya kendi kendimizi suçlayarak karşımızdakinden takdir göreceğimiz bir cevap veremediğimiz için bile suçluluk duymaya gerek var mıdır?

Sonra evlenme zamanımız gelir çatar… Var mı diye sorarlar sevdiğin görüştüğün birlikte olduğun biri? Var deseniz neden evlenmiyorsunuz suçlaması gelir, yok deseniz neden yok suçlaması… Hangi cevabı verirsek verelim, o cevaba karşılık olacak bir “suçlama” iç güdüsü mutlaka bulunur… Ne gariptir değil mi? Bu sorular o an gelir geçer bir anlık yüreğimiz cız eder fakat biriktirdiğimiz sorumlulukları, biriktirmekte olduğumuz muhteşem “suçluluk” inancı öyle değildir… O, o anda yeşermeye başlar, o bir anlık yüreğimizin cız ettiği noktada henüz yeterince ağırlaşmamıştır. Sonradan büyür kocaman olur…

Bir delinin bir kuyuya taş atması gibi dalga dalga yayılır gerçekliği içimizde… Neden diye sormaya başlarız… Neden ben X gibi değilim? Neden ben Y için yeterince iyi değilim? Neden ben annemin, babamın, teyzemin veya dayımın, halamın “beklentilerini” karşılayabilecek bir insan olamadım? “Suçluyuzdur” işte tüm bu “başarıları” sağlayamadığımız için, biz onların “beklediği kadar” olamadığımız için gerçek bir suçluyuzdur…

İşte suçluluklarımız yıllar geçtikçe arkadaşımız olmaya başlar. Kendimizi onların referanslarına göre onlar açısından değerlendiririz. Her konuşmaya 1-0 yenik başlarız değil mi? Bir süre sonra kabul bile edebiliriz bu durumu, nasıl olsa yeterince suçluluk hissi yüklenmişizdir… Ben suçlu olan zaten X’in beklentileri kadar iyi değilim bunda da iyi olmam ne olacak… Ben Y’nin istediği gibi bir adam değilim, bu sefer de aynısı olacak, yine kaybedeceğim de ne olacak… Hayat böylece o muhteşem “suçluluklarımızın” gözünden akıp gider…

Bugün omuzlarınızdaki tüm yükleri indirmeye gönüllü müsünüz?

Oysa gerçek suçluluk nedir düşünür müyüz? Bir insan sırf anne veya babasının istediği mesleği edinmediği için suçlu olabilir mi? Bu durumda bir cinayet işlemiş mi olmaktadır? Veya bir kişi sırf kırk yaşına kadar gelip de muhteşem toplumumuzun muhteşem başarı olarak nitelendirdiği “evlilik” yapmadıysa (ki buradan evli olup evli olduklarının bile farkında olmadığı günümüz evlilik ilişkilerinden hiç bahsetmiyoruz) birini silahla öldürebilmiş bir katil kadar “suçlu” mu kabul edilir? Sırf bizim o güzel toplum bakış açımızda “aykırı” olduğu için beklenilen “standartlarda” olmadığı için bu suçluluk yüklerinin altında ezilmeyi mi hak etmektedir?

Bugün bu yazımda bana eşlik eden sevgili sen… Omuzlarında taşıdıkların nelerdir? Geçmişten neleri hala yanında gezdirmektesin? Geçmişten bu yana hala neleri daha iyi yapmak için, hala neleri değiştirmek için, hala kendi suçluluklarından bir nebze kurtulmak için neler yapmaktasın? Kimin sözleri seni vicdan azabı ile doldurup taşırıyor? Kimin “iyilerine” kimin “olmuşlarına” kimin gerçekliklerine ayak uydurmaya çalışmaktasın?

Bugün tüm suçlulukları bir ceket gibi çıkartıp bir kenara koyalım… Kendimize yepyeni gözlerle bakalım… Bakalım ki daha mı hafifledik daha mı ağırlaştık, gerçekten bir görelim…

 

İlginizi çekebilir: Konfor alanı değişmeden hedef olur mu: Hedef olduğunda konfor alanı kaybolur mu?

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam