Yepyeni bir şehri keşfetmenin bir sürü yolu var. Sokaklarında plansızca kaybolmak, lokal biriyle tanışıp orada yaşayanların hayatını deneyimlemek, mutfağının tadına bakmak, şehrin belli başlı noktalarını ziyaret etmek ve elbette müzelerini gezmek.
Müze deyince, aklınıza hemen Rönesans tabloları geldiyse, içinizden “O tablolara bakınca benim aklıma caps’ler geliyor, dayanamıyorum” dediyseniz ve biraz da içiniz sıkıldıysa bir saniye durun. Şimdi sizlere, gerçekten ilginizi çekecek, Avrupa’nın dört bir yanından bambaşka konseptlerde müzeler tanıtacağız.
Le Musée des Egouts (Kanalizasyon Müzesi), Paris
Hayır, yanlış çeviri değil; Paris’te gerçekten Kanalizasyon Müzesi var ve muhtemelen dünyanın en pis kokan müzesi. Bazıları o kadar kötü olmadığını söylese de, hazırlıklı gitmekte fayda var. Konuya direk kokudan girmiş olsam da, müzenin olayı pis kokuyor olması değil elbette. 1200’lü yıllarda kralın emriyle kurulan kanalizasyon sistemi, bugün yerin altında bir tünelden oluşuyor ve bunun 450 metresi gezilebiliyor. Müze boyunca kaldırımlardan yürürken, duvarlarda bulunan tablolarda yukarıdaki binanın ne olduğunu da takip edebiliyorsunuz. Dünyanın en romantik şehri Paris’i de aşağıdan görmek isteyenlere duyurulur.
Museum of Broken Relationships (Bitmiş İlişkiler Müzesi), Zagreb
Hırvatistan’ın sevimli şehri Zagreb’te yer alan bu müze, hayatım boyunca duyduğum en iyi projelerden biriydi. Dünyanın dört bir yanından insanlar, bitmiş ilişkilerini temsilen, bir eşyayla o eşyanın anlamını anlatan bir yazı gönderdiler ve Museum of Broken Relationships oluştu!
Gülüp geçiren hikayelerin yanında, gözlerinizi dolduranlara da hazır olun. Genç bir adamın, 66 yaşındaki aşkının cenazesinde hissetikleri, annesinden küçük yaşta ayrılmak zorunda kalmış bir kadının yaşadıkları hala aklımda. Bu arada evet, bitmiş ilişkiler sadece aşkla sınırlı değil; aile ve hatta ortaklık ilişkileri de yer alıyor.
Pinball Museum (Pinball Müzesi), Budapeşte
Evet, sırada elbette en sevdiğim şehir Budapeşte’den bir müze var, Pinball Müzesi!
İçinde kullanılabilir durumda olan tam 130 (yazıyla yüz otuz) makine var. Üstelik giriş biletinizi aldıktan sonra, herhangi bir makine için bir daha ücret de ödemiyorsunuz. Parlemento Binası’nı ziyaret ettiğiniz bir gün, günün geri kalanını buraya ayırın. Rengarenk makinelerden, eski tarz ördek vurmacaları, en eski pinball makinelerini düşününce; ne kadar kalsanız doyamayacaksınız.
Currywurst Musem (Körili Sosis Müzesi), Berlin
Berlin’e gidip currywurst ve döner yemeyenler, gitmiş sayılmıyor, biliyorsunuz. O nedenledir ki, nice hipster’lar ilk gün Instastory’lerine boy boy döner fotoğrafı koyarlar, ama konumuz bu değil. Konumuz, leziz mi leziz currywurst, hatta onun müzesi.
Charlie Checkpoint noktasına yakın bir konumda bulunan bu müzede, kırmızı sos izini takip ederek 650m2lik bir alanda interaktif bir şekilde currywurst’un tarihini öğreniyorsunuz. Rivayete göre, körili sosis 1940’lı yıllarda Herta Heuwer tarafından bulunmuş. Müze sayesinde bu adamı yakından tanıyabilir, Berlin’in street food kültürünün nasıl geliştiğini öğrenebilir, baharat odasında, köri bileşenlerini inceleyebilirsiniz.
Elbette bu kadar canınız çektikten sonra, bir de yeme içme alanı var. Şimdiden ağzı sulanmayan bizden değildir.
Torture Museum (İşkence Müzesi), Amsterdam
Listemizin son sırasındaki Torture Museum, interaktif bir müze değil ve emin olun, gezerken öyle olmadığı için sevineceksiniz.
Tarihin hemen hemen her döneminden işkence aletlerinin sergilendiği bu müzede, Orta Çağ giyotinlerinden, kafatası kırıcılarına kadar her şey var. Su işkencesi, cinsel organ sökme, kol bacak germe gibi aklınıza gelecek ya da gelemeyecek her işkencenin aleti mevcut. Çıkışta kendinize gelmeniz için sıcak kahve ve Vondelpark’ta uzun bir yürüyüş önermek boynumuzun borcudur.
İlginizi çekebilir: Doğa uykuya dalmadan önce: Sonbahar renklerini keşfe çıkabileceğiniz en güzel yerler
Yazarın diğer yazıları için tıklayın. Yazarın diğer yazıları için tıklayın.