“İnsanoğlu olarak bu hayatta en büyük ihtiyaçlarımızdan bir tanesi sence nedir?” diye sorsanız, ben “görülmek” derim kuvvetle. Sadece fiziksel boyuttan bahsetmiyorum. İşin asıl bahsettiğim kısmı ruhsal, duygusal boyutu aslında.
Bu görülme mevzusu doğduğumuz andan itibaren başlıyor sanırsam. Daha çocukken anne babamıza kendimizi gösterme çabamız oluyor. Çizdiğimiz resimleri, yaptığımız yapbozları, topladığımız oyuncakları hep bir önlerine serme telaşında oluyoruz. Ya da bağırmak, ortalığı dağıtmak gibi tepkiler de yine aynı sebepten olabiliyor. Aslında her iki zıt durumda da istediğimiz şey aynı oluyor: görülmek. Tanıdığım ve çocuk yetiştirme tarzına hayran olduğum birinin, çocuklarıyla yaşadığı bir tecrübesini aktarmak istiyorum sizlere.
Annenin iki oğlu var. Bir tanesi bir, diğeri ise henüz üç ya da dört yaşında. İlgi ister istemez daha çok küçüklükte beklenildiği için vb. büyük kıskanıyor anneyi… Fakat bu kıskançlığı başka yollarla ifade etmeye çalışıyor çünkü henüz kendisini ifade etmenin ne demek olduğunu bilemeyecek kadar küçük. O da kardeşini uyandırıp duruyor her uyuduğunda ne yapsın. Birilerinin ona kızmak dahi olsa görmesine ihtiyacı var bir şekilde. Anne sonunda şöyle diyor ama kızmayarak: “Neden yapıyorsun bunu? Onunla daha çok vakit geçirmek durumunda olup seninle yapamadığım için mi öfkeleniyorsun?”
O an anneanne hemen devreye giriyor. Aslında annesinin onunla da ilgilendiğinden ama başka şekillerde bunu yaptığından bahsetmeye başlıyor. Çocuk artık suskun.
Anneanne tamamen iyi niyetiyle bir şey yapmaya çalışıyor onunla da ilgilenildiğini anlatarak ama o sırada çocuğun ihtiyacı o değil. O, o sırada anlaşılmak istiyor. Tek istediği bu aslında. Anne durumu hemen anlıyor. Ve bebeği uyuttuktan sonra büyüğün yanına gidip: “Çok zor değil mi A.? diye soruyor. “Evet!” yanıtını alıyor büyük bir içtenlikle. Anne devam ediyor: “İnan benim için de çok zor.” Ve karşılıklı sarılarak ağlaşmaya başlıyorlar. Ve çocuk o günden sonra ne hissettiğini, kendisini daha rahatça, açıkça anlatabilen bir bireye dönüşmeye başlıyor yavaş yavaş.
Ben bu hikayeden çok etkilendim. Daha minicikken anlaşılma, görülme ihtiyaçlarımız doğuyor aslında. Çocuk büyütürken ben de iyi bir şey sanıp anneannenin yaptığını yapardım muhtemelen; ama şimdi anlıyorum ki gerçek olmak lazım. Karşındakinin acısını, öfkesini görmek ve anlaşıldığını hissettirmek lazım. Yalnız olmadığını göstermek lazım.
Bu hikayeyi dinlediğimde gözlerim doldu aslında. Çok kalbime dokundu. Neden biliyor musunuz? Bu yaşımda hikaye farklı olsa da tamamen aynı şeyi hissettiğim bir dönemden geçtim. Yaşadığım ayrılık sonrası çok az insanla paylaşım yapabildim. Genelde paylaştıklarımdan da aynı ezber cümleleri duydum: “Üzülme. Düşünme. Geçecek. Sahip olduğun şeylere baksana. Hayatta ne şanslısın aslında” gibi sonu asla gelmeyen cümleler. Bir süre sonra konuşamamaya başladım, kendi içimde yaşadım birçok şeyi. Çünkü onların belirttiklerini zaten görüp şükrediyordum ama ben yaralarımı ifade etme ihtiyacındaydım. Herkes o kısmı kapatma telaşındaydı. Kimse beni görmüyordu sanki. Halbuki ne çok ihtiyacım vardı sessizce oturuluyor olacak olsa da, denecek hiçbir şey olmasa da benim kendimi ifade etmeme… Yaşadığım acının görülmesine, anlaşılmaya…
Ben tam bu hikayeleri dinlerken, kendi hayatımda görülemememden dolayı üzgün olduğumu hissettiğim sıralarda doğum günüm için, gözümü açtığım ilk günden beri yanıbaşımda olan ve ailem haricinde son nefesime kadar da dibimde olacağından emin olduğum canımdan mesaj geldi:
“Evet kabul bu yaşın biraz hareketliydi. Uçları yaşadın. Evet, belki çok üzüldün, çok ağladın, çok kızdın, çok kırıldın, çok yaralandın. Ama her kötülük gibi hepsi geride kaldı, o yaralar tam da bu sene iyileşecek biliyorum. Neden biliyor musun? Geçtiğimiz yaşında gülmediğin kadar gülüyorsun, görüyorum! Benim tanıdığım ‘o hep güler’ Gamze geri döndü. Bu yaşında güzel ama çoook güzel şarkılar söyleyeceğiz birlikte. Gözlerinde o parlak mutluluğu göreceğim, eminim hissediyorum! Seni valla billa çok seviyorum, inadını bile ama en çok kahkahalarını.”
Size bu mesajı günlerce kaç defa açıp okuduğumu söylesem ve her defasında nasıl duygulanıp ağlamaktan kendimi alamadığımı söylesem bana deli dersiniz diye tahmin ediyorum. Fakat bir mesaja verdiğim tepkiyle anladım ki nasıl çok ihtiyacım varmış görülmeye. Nasıl açmışım anlaşılmaya birileri tarafından. Görülmüş olduğumu görmek nasıl ilaç gibi geldi bana, size anlatamam. Ve yetti de. Tek istediğim buydu, daha fazlası değil. Eminim birçoğumuzun isteği bu, daha fazlası değil.
Bir yandan kendimizi ifade edemediğimiz noktada, anlaşılmadığımızı, görülmediğimizi hissettiğimiz noktalarda bambaşka yollara da başvurabiliyoruz birçoğumuz. Kesin öyledir demiyorum ama oturup düşündüğümde sosyal medyada 7/24 var olmak bile bu yollardan sadece bir tanesi olabilir sanırım. Ya da agresifliği, sıradışılığı yine kendimize yol olarak seçebiliyoruz. O yüzden karşımızdakini hemen eleştirmek, kızmak yerine davranışlarından dolayı, alt yazısını okumaya çalışmak; onun iyileşmesi adına çok büyük destek olacaktır emin olun.
Yine bir tanıdığımın hikayesiyle örneklerime devam etmek isterim çünkü bence iyice anlamamız gereken bir konu hayatlarımızı daha hafif ve ferah yaşamamız adına.
X, seneler evvel gittiği bir inzivada babası ile telefonda konuşurken kamp hakkında bilip gördüğü tüm değişik, enteresan, garip durumları sıralamış ardı ardına. Anlattıkça anlatmış güya sadece o an içinde bulunduğu deneyimi. Şimdi, seneler sonra şöyle bir yorum getiriyor bu yaptığına tüm açık kalbiyle: “Bütün garip şeyleri anlattım babama o an. Aslında tek yapmaya çalıştığım ilgilerini çekmeye çalışmaktı. Şimdi daha net görüyor ve anlıyorum. Ancak o tuhaf detaylarla dikkati kendime yöneltebilirdim sanıyorum. Ama aslında, bakın ben burada bunları yapmaya çalışıyorum; siz de benim çabamı, yapmaya çalıştıklarımı görün lütfen, deme şeklimmiş. Beni görün, beni görün diye bağırıyormuşum aslında.”
Yaşımız ne olursa olsun, kim olursak olalım, cinsiyetimiz ne olursa olsun; her birimizin bu hayatta anlaşılmaya ve görülmeye ihtiyacı var. Ben yeni yeni anlıyorum “görülmek” ne demek, bu ihtiyaç nedir, nasıl bir şeydir. Yeni yeni fark ediyorum çünkü eksikliğini bizzat yaşadığım için. İnsan birçok şeyi ancak kendi deneyimledikten sonra anlamaya başlamıyor mu zaten?
Fakat burada atlanmaması gereken de çok önemli bir nokta var. Eğer görülmek istiyorsan, ilk önce sen kendini göreceksin. İlk önce kendinin kendini görmesiyle başlayacaksın. O yaraları ilk önce sen görüp anlayacaksın. Eğer sen saklamaya çalışırsan, görmezden gelmeye çalışırsan; bunu başkalarından nasıl bekleyebilirsin ki?
Yani demem odur ki; evvela kendinizi görün. İçinde bulunduğumuz halleri, duygusal yoğunluğu iyi görün. Kapatmayın, saklamayın. Dürüst olun kendinize. İyileşmek istiyorsanız eğer, bunun başka yolu yok. İnsan görüldüğü taktirde kendisini daha rahat açabiliyor, daha gerçek olabiliyor.
Sonra da başkalarını görmeye çalışın. Kendilerini ifade etmelerine destek olun. Hemen yargılamayın. Dışarıdan nasıl gözükürse gözüksün kimsenin içinde ne yaşadığını asla bilemezsiniz. Yaralarını görerek, anlayarak şifalanmalarına destek olun. Unutmayın: bize iyi gelecek olan yine bizleriz. Sevgiyle, şefkatle, anlayışla birbirimiz tarafından harmanlanmak dileğiyle…
İlginizi çekebilir: İnsanların düşüncelerini neden önemsiyoruz?