Benim için Brezilya denince akan sular durur. Brezilyasız bir hayat; kumsuz bir denize, zeytinsiz bir martiniye, sarımsaklı yoğurtsuz bir mantıya benzer. 17 yaşında ilk kez gidip, üç ay muhteşem bir aileyle kaldığımdan beri ara sıra sıla hasreti çekiyorum desem yeridir! Özlem, bağlılık, aşk, samimiyet… Yani bir ülkeye bunları hissediyorsam herhalde bir önceki hayatımda Brezilyalıydım diye düşünmeden edemiyorum. Yok efendim burçlarmış, yükselenmiş, total olarak astrolojiye, enerjiye, sinerjiye ve daha bir sürü şeye o kadar inananlardan değilimdir ama reenkarnasyona inanıyorum efendim. Vallahi billahi ben önceki hayatımda Brezilyalı değilsem ciğerimi sökün.
Ayıptır söylemesi bu kadar gezdim dolaştım, Türklere bu kadar benzeyen bir ırk daha görmedim. Yani benzemek derken fiziksel olarak demek mümkün değil tabii. Ne danalar, develer yeseler de kadınların hiçbir yerinde bir ponçik bir selülit olmadığı gibi, bir de sımsıkılar kardeşim. Artık havasından, suyundan, taşından, toprağından mıdır, sahilde oynadıkları futbolundan mıdır bilemem ama ben böyle şey görmedim. Biz de kibrit kutusu kadar peynir, bir pinçik fındık, avuç içi kadar mutluluk tadında kuş kadar yesek de, ciğerimizi sıksan selülit çıkacak bir bünyeye sahibiz ırkçana. Ama aile yapısı, samimiyet, sıcakkanlılık, misafirperverlik ve daha bir sürü şey konusunda Türkler ve Brezilyalılar neredeyse aynı diyebilirim.
Bir kere orada da bizdeki gibi bir dizi furyası almış başını gidiyor. Hem de senelerdir. Biz Brezilya dizileriyle dalga geçerken, onlar da Meksika dizileriyle dalga geçiyorlar. Diziler bizdeki gibi haftada bir yayınlanmıyor. Her Allahın akşamı aynı diziler dönüp dönüp başını döndürüyor insanın. Ama bir izlemeye başladın mı da başından kalkamaz hale getiriyor. Vallahi ben her akşam izliyordum ne yalan söyleyeyim. Bir de komşuluk candır anacım. Ben aile apartmanında büyüdüğüm için yalnız kalmayı hiç sevmem. Sürekli biri bana gelsin gitsin, ben birilerine çaya gideyim, yemeğe gideyim isterim. Brezilyalı dostlarım de aynı bizim gibiler bu konuda. Geçen yazıdan ailemi ve komşularımı hatırlarsanız, Mariana’lara akşamüstleri çay içmeye gitmek, sabahları Mariana’nın annesinin bize kahveye gelmesi, evde çalışan ablamız Silai’ın bize yemekler pişirip yedirmesi… Belki de bunlardı beni Brezilya’ya bağlayan, gidemediğimde sıla hasreti çektiren, müziğini duyduğumda özlemden gözlerimi dolduran…
Bir memleket ki kışın bile sıcak, yağmur olsa da parmak arası terlik ve yağmurlukla çıkıp dolaşabileceğin, sokaklardaki neşeli müzikle ruhunu saran, neşe veren, sıcacık güneşiyle içini ısıtan, mutlu ve samimi insanlarıyla içine hayat veren, bir yandan da hüzünlü hikayeleriyle içini acıtan, tehlikesiyle korkutan… Ama işte şeytan tüyü var. Tüm tehlikesine, tedirginliğine karşın o kadar pozitif yanları da var ki, insan kopamıyor. Brezilya’nın kendine has, bambaşka bir hikayesi var. Ben ruhu olan, insana bir şeyler anlatan, nostaljisi olan, içinde bin bir rengi barındıran ülkeleri, şehirleri severim. Ama Brezilya’yı bir başka severim. O nedenle bu kadar uzatıp duruyorum. Ama iki hafta sonra Brezilya turumuza tam gaz başlıyoruz. İlk hedefimiz Sao Paulo’dur ileri!
Yazarın diğer yazıları için tıklayın.