Evren boşlukları doldurmaya meyillidir. Zihinlerimizdeki boşluğu cümlelerle, ruhumuzdaki boşluğu eşyalarla, hayatlarımızdaki boşluğu insanlarla doldururuz. Bu yaşanırken o kadar aceleciyizdir ki, o boşluktan doğacak potansiyeli görmeyebiliriz.
Hiç kullanmadığımız bir sürü eşyamız, giymediğimiz kıyafetlerimiz, görüşmediğimiz insanlarla dolu bir çevremiz var. Neden? İşim düşünce ararım diye tanıdığımız, zamanı gelince giyerim, vaktinde kullanırım diye aldığımız her şeyin bizim için bir duygusal yük olduğunu fark etmeliyiz. Ancak duygusal yüklerimizden arınarak içimizdeki boşluktan doğan potansiyelin sınırlarını tanıyabiliriz.
Herhangi bir sebep ya da koşula bağlı olarak oluşturduğumuz her plan günün sonunda bizi başka sebep ve koşullara bağımlı hale getirir. “Şuna sahip olunca mutlu olacağım”, “bunu elde edince huzura ereceğim”lerin peşine “hmm bu bitti şimdi sıra bunda”, “ama onun busu var benim yok”lar gelir. Zihnimiz isteklerine ulaşmak için bütün boşlukları doldurur ve karmaşaya sürüklenir. Fakat mutluluk ve huzur içimizdeki boşluktan başka bir yerde değildir. Kendi duygusal durumumuzu koşullara bağlamak, o durumla aramızdaki mesafeyi açmaktan başka bir şey değildir.
Evrenin büyük bir kısmı boşluktan ibarettir ve her şey bu boşluktan doğar. Zihinlerimiz zamanda öylece aktığı zaman, boşluğun ahengine kendini bıraktığı zaman her şey olduğu gibi olmaya, doğallaşmaya başlar. İçimizdeki boşluktan çabasızca gelecek olan doğallığa ve sadeliğe yer açtıkça hayatımızın daha kolay aktığını deneyimleriz.
İnsanlarla olan ilişkilerimizde de koşullardan bağımsız olmamız doğal ilişkiler kurmamızı sağlayacaktır. “Ben böyle yaptım, o şöyle yaptı” diye düşündüğümüz her durum bizi hem karşımızdaki insanlara, hem de o sıradaki eylemlerimize bağımlı yapar. Fakat eylemlerimiz, söylemlerimiz, etkilerimiz durumlara ve zamana göre şekil alır ve değişkendir. Özel bir durumdan bağımsız olarak insanların içindeki saf doğallığı görmek ancak onun bakış açısıyla bakabilme, empati yapabilme yeteneğimizi geliştirmemizle mümkün olabilir.
İnsanlar, durumlar, olgular, maddeler değişir ve dönüşür. Her şey hareket halindedir. Dün olduğumuz insan değiliz. Yarın olacağımız insan değiliz. Beş sene önce yaşamış olduğumuz anılar sayesinde bugün, burada, şu an yaptıklarımızı yapıyoruz fakat beş sene önceki insan değiliz. Şu an yaptıklarımız ise beş sene sonra olacağımız insanı şekillendiriyor.
Olduğu gibi olma hali, boşluğu tanımlamama ve doldurmama hali bizi karşımıza çıkabilecek farklı durumlar konusunda daha esnek ve duygusal olarak daha güçlü kılar. Duygusal zekamızı ve empati yapma yeteneğimizi geliştirir. Hem kendimizin hem de diğer insanların duygusal frekanslarını dengelememize yardımcı olur. Dik bir duruşla oturup sadece nefesimize odaklanarak ve olanı olduğu gibi izleyerek bunu geliştirmemiz mümkün. İçimizdeki boşluğa güvenip, olanı olduğu gibi görme halini pratik yoluyla geliştirebiliriz. Gelişim ancak düzenli çalışma ile mümkün kılınabilir. Einstein’ın oğlu Eduard’a dediği gibi:
“Hayat bisiklete binmek gibidir. Dengeni koruyabilmen için sürekli hareket etmen gerekir.”
İlginizi çekebilir: Hayatı kaçırmamak için: Akışta olmanın mucizesi